9.BÖLÜM "SIKI TUTUNUN. UÇAN HALIYA BİNİYORUZ"

282 45 37
                                    

     Pırıl pırıl her yeri aydınlatan gün ışığı, uçuşan kuşlar, koşan ceylanlar, çağlayan pınarlar, uçsuz bucaksız çiçekli tepeler ve bu tepelerin üzerinde değişik şekilli binalar ve en yüksekte dolambaçlı uzun yollarla varılan, menekşelerin açtığı, sarmaşıklarla süslenen merdivenlerin tepesinde; altın gibi ışıldayan büyük bir saray vardı. Gökyüzünde sarılı, kırmızılı, mavili renklerde; çıkardıkları muhteşem seslerle Anka kuşları uçuyordu. Hepsi birden tepemizde bir çember oluşturmuş ve aynı anda öterek Baki'nin deyimiyle beni selamlamışlardı.

     Gözümü gökten yere indirdiğimde bu güzel eşsiz yerin etrafında, kocaman kocaman duvarlar olduğunu gördüm. Sadece girişte değildi bu duvarlar. Tüm Zümrüdüanka Ülkesi'ni sarmışlardı. Sanırım ülkeyi korumak için yapılmıştı bu duvarlar. Ancak bu duvarlar mermerden ya da taştan değil, zümrüttendi. Duvarların tepesinde ise kocaman delikler vardı ve bu deliklerden ucu bucağı görülmeyen yeşil bir ışık çıkıyor ve ülkeyi boydan boya sarıyordu.Primis; "Prensesim, ülkenize, Zümrüdüanka'nıza hoş geldiniz. Bu duvarlar bizi korumak için böyledir. Ülkeyi Lammippaslılardan korumayı sağlar. Gördüğünüz gibi zümrüt duvar Kaf Dağı'nın arkasından başlar ve ülkeyi boydan boya sarar. Çünkü Lammippaslılar zümrütten korkarlar. Bundan dolayı duvarlar saf zümrüttendir. Tepesindeki ışık ise, zümrüt özüdür ve havadan gelebilecek saldırılara karşı Zümrüdüanka Ülkesini korumaktadır" dedi. Ben, ağzım açık etrafa bakarken, birden gökyüzünde kırmızı bir halı beliriverdi. Sanki bir kuş gibi kanat çırpıyor ve gök yüzünde tur atıyordu. Döndü döndü, sonra geldi ve ayağımızın dibinde durdu. Baki ve sihriminiler halıya bindiler. Rideat ve Ridere ellerimden tuttular ve, "Buyurun prensesim, sarayınıza gitmek için bu kırmızı simli halıyı kullanacağız, Eminim ülkenizi gökyüzünden görmek hoşunuza gidecek" dediler. Ve ben halının içindeki kırmızı bir koltuğa oturdum.

     Halı, sanki halıdan çok bir kuşa benziyordu. Ancak kumaştan bir kuşa. Oval şeklindeki bu halının, sadece öndeki iki koltuğu kuş gagasına benziyor idi. İçinde sekiz tane kırmızı pofuduk koltuk vardı ve en öndeki koltuğun karşısında bir direksiyon, onun yanında kırmızı bir sopa, sopanın üstünde de düğmeler vardı. Halı havalanmaya başladığında ise; sapsarı altından bir kuyruk arkadan uçuşuyordu. Baki ve ben öne oturduk. Baki, önce kırmızı sopanın üzerinde bulunan düğmelere bastı, sonra direksiyona geçti ve halıyı havalandırdı. Ben,"Baki halı kendi kendine geldi.Ama sen havalandırmak için sürmek zorunda kalıyorsun" dedim. Baki ise, "Prensesim ben halıyı kullanmayı seviyorum. Dilerseniz halı, kendi kendine de gidebilir. Ancak ben halıyı kendim kullanmayı istiyorum. Direksiyonun üzerindeki mavi üç düğmeyi görüyor musunuz? Onlara aynı anda basarsanız halı kendi kendine hareket eder ve sizi sesinize göre istediğiniz koordinatlara götürür. Ancak ben, halının kontrolünü kendim sağlamak için kırmızı sopanın üzerindeki düğmelere bastım ve şu anda halıyı havalandırdım" dedi. Onu anladığımı söyleyerek kendimi bulunduğum anın huzuruna bıraktım.

     Yükseldikçe esen ılık meltemin, yüzümü nasıl okşadığını hissedebiliyordum. Halı daha da havalanmaya başladıkça aşağıdaki güzellikleri daha da net görebilme fırsatım oldu. Bu rüya mıydı acaba? Kocaman, evet kocaman bir ülke. Şarkı söyleyen ve sesleri yukarıya kadar gelen çiçekler, renk renk yerlerdeki kancalara bağlanmış balon şeklindeki evler, yerdeki çimenlerin o evlerin kapısına kadar kat kat çıkması ile oluşmuş merdivenler, çikolatadan şelaleler, berrak su şelaleleri, büyük gösterişli şatolar, konuşan, hatta birbiri ile konuşarak tartışan pano afişleri, lunaparklar ve daha niceleri... Ancak gördüğüm ve canımı sıkan manzaralar da olmuştu. İyice havlanınca halının arkasına dönüp baktığımda bir nebze de olsa Kaf Dağı'nın diğer kısmındaki Lamippas denilen ülkeyi de gördüm.

     Bu ülke dedikleri kadar korkutucuydu. Pırıl pırıl Güneş'in parladığı, Zümrüdüanka'nın tam aksi burada, ay ışığının bile olmadığı zifiri bir karanlık vardı. Sadece kırmızı yıldızlar göğü aydınlatıyordu. Homurdanan yaratıkların uzaktan gelen sesleri kulağımı tırmalıyordu. Bitkilerin ağızları kan doluydu. Bataklıklar ateş gibi fokurduyordu. Çığlıklar yukarıya yükselirken, adeta harabeye benzer korkunç evler kendini gösteriyordu. Tam da o sırada yüzünü net olarak gördüğüm biri belirdi. Bu kişi son derece çirkin, süpürge saçlı ve eski kıyafetli idi. Sanırım, bir cadıydı. Benim ona baktığımı gördü ve eli ile süpürgesini havaya doğru kaldırdı. O sırada süpürgesinin uçlarında kıvılcımlar çıkmaya başladı ve cadı birden ortadan kayboldu. 


Sayfama hoş geldiniz, saygı değer konuklar.

Yeni bölüm Çarşamba günü gelecek.

Vakit ayırıp okuyan herkese teşekkür ediyor, değerli yorumlarınızı bekliyorum. 

ALTIN ASALI EJDERWhere stories live. Discover now