42.BÖLÜM "KORKUNÇ GERÇEK"

73 19 1
                                    


     Ama şu anda benim için bu odanın mistik havası daha önemliydi. Annemin odası; bordo desenlerle kaplı bir odaydı. Duvar, tahtadan bir duvardı. Ufak ama 8 pencereli bir odaydı. Tıpkı kuş yuvası penceresi gibi ufak pencereleri vardı. Annem güneşi pek sevmezdi. Sanırım gün ışığının içeri girmesini ondan istemiyordu. Yerde kırmızı leopar desenli ufak bir halı vardı. Ayağıma tüyleri gelen halı yumuşacıktı. Yatağı gri başlıklı, gri cibinlikli, gümüş tonda son derece şık ve sade bir yataktı. Odasında değişik ebatlarda biblolar, büyük vazolar ve duvarlarda da kendi resimleri ile birkaç ateş resmi bulunuyordu. Ben, annemin yatağına uzandım. Evet, anneciğim şu anda senin yatağındayım. Şimdi dinleneceğim. Sonra ise yeniden doğmuş şekilde senin koltuğuna ben oturacağım. Senin bıraktığın ne varsa, adımın nereye gidiyorsa onu takip edeceğim. Benim güzel anneciğim diye tekrarladım kendi kendime. Bunları düşünürken bir süre sonra uyumuşum.

     Loş bir mezarlıktayım, hava karanlık, hafif yağmur çiseliyor. Ayağımda dizime kadar çıkan topuklu çizmeler... Yerler çamur... Ağaçlar rüzgârdan uğulduyor. Neredeyim ben böyle? Bin bir tane eşilmiş bomboş mezar görüyor gözlerim. Neyi arıyorum kimi arıyorum bilmiyorum. Eteklerimin uçları çamur olmuş. Siyah uzun eteğimi toplayarak yürüyorum. Ben neredeyim? Hava daha da bozuyor. O da ne? Kim bu kadın? Hayır, annem mi yoksa? Hemen onu takip etmeliyim. Ama nerede, şimdi nerede? Tam o anda bir ses geldi kulağıma, "Karamel neredesin? Çıkar beni buradan" diyen sesi takip ettim. Yağmur iyice bastırmıştı. Ilık ılık damlalar yüzümden boynuma süzülüyorlardı. Sese gittikçe daha da yaklaşıyordum. Evet, o oradaydı o annemdi. İlerideki etrafı bomboş tek kişilik mezardaydı. Şalı mezarın önüne düşmüştü. Mezarın başucuna geldim, "Anne senin burada ne işin var!" diye haykırdım. Yağmur yoğunlaşmış, sesimi bastırıyordu. Annem, "Karamel çıkar beni buradan" diye bağırdıkça yağmur damlaları ağzına doluyor adeta onu konuşturmuyorlardı. "Prensesim, ona sakın güvenme" diye bağırdı. Ben,"Kime anne? Hadi gel çık şuradan" diye bağırdım. Annem, "Ona" dedi, "Asıl suçlu o" Ancak annem her konuştuğunda damlalar daha da ağzına doluyordu. Bir süre sonra annem yağmurun içinde boğuldu. Ben ne kadar da mezara inmek istesem inemedim. Sonra bir fırtına çıktı..

     Gözlerimi açtığımda alnımın terle dolu olduğunu gördüm. Ben hiç böyle rüyalar görmezdim. Bu resmen kâbustu. Acaba Lamippas'ta olduğum için mi bu rüyayı görüyordum, ya da annemin odasında olmak mı etkilemişti beni? Kapımın tıkırdaması ile ayağa kalktım. İçeriye cadı çalışanlardan biri girdi. Ne kadar terlemiş olduğumu görünce bir anda şaşkınlığını gizleyemedi. "Kraliçem! Ne olmuş size böyle" diye bağırdı. Ben, önemli bir şey olmadığını söyledim. O hemen beni banyoya götürdü. Elimi yüzümü yıkadım ve cadı çalışan, teyzemin kahvaltı için kızılcık ağaçları ile dolu olan kamelyada beklediğini söyledi. Ben, kendisinin dışarıda beklemesini söyleyerek hazırlanıp geleceğimi söyledim.

     Annemin dolabımı açtım. Ah anneciğim... Ne kadar da güzel elbiseleri vardı. Deve tüyü renginde parlak kumaştan ip askılı uzun bir elbise dikkatimi çekti. Sırtında çapraz askıları olan bu elbisenin etekleri önden kısa arkadan uzundu. Çok hoşuma gitmişti bu elbise. Hemen onu alarak üzerime giydim. Annem de benim gibi zarif olduğundan ölçülerimiz bire bir uymuştu. Ayağıma, ucu açık mantar topuklu yine deve tüyü renginden ayakkabıları da giymiş saçlarımı da atkuyruğu yapmıştım. Onun odasında onun kıyafetlerini giymenin verdiği mutluluk ile dışarıda bekleyen çalışanın yanına doğru ilerlemiştim. Doğru ya, burada nereye buharlaşacaktım hiçbir yeri bilmiyordum ki. Bizde buharlaşma araba ile hareket etme gibidir. Yani yolu bilmiyorsan çalışmaz. Teyzem, kızılcık ağaçları altında uzun çatılı kamelyada beni bekliyordu. Masada yok yoktu. Ballar, reçeller, omletler, çeşit çeşit peynir, zeytin ve meyveler... Dışarıda yağmur çiselediğinden kamelyanın her dört köşesinde de ateş yanıyordu. Daha doğrusu bu yanan ateş gerçek değil sihirsel bir ateşti. Yani kırmızı, yeşil, mavi, pembe şeklinde yanıyordu. Ben, ağaçlı yoldan geçerek teyzemin yanına gittim. Kıvılcım da yanında oturuyordu. Teyzem, simsiyah bir taç takmıştı. Bu taç çok değişik bir taçtı. Siyah uzun dalları olan bir ağaç gibiydi adeta. Siyah bir dik yaka pelerin takmış ve siyah uzun bir elbise giymişti. Pembe göz farı, kırmızı ruju ile ince kemikli yüzünü renklendirmiş; zeytin yeşili gözleri ile mağrurca bana bakıyordu. Kıvılcım ise, uzun mor bir elbise giymişti. Bu elbise yarasa kollu düz bir elbiseydi. Saçlarını da arkasından örmüş huzurla etrafı izliyordu. "Hoş geldin yeni kraliçem" diye muzipçe beni selamladı. Ben önce Kıvılcım'ı sonra da teyzemi öptüm ve teyzemin yanındaki diğer boş koltuğa oturdum.

     Teyzem, etrafıma baktığımı görünce, "Evet tatlım burası sizin ülkeniz gibi günlük güneşlik değil maalesef... Sadece yağmur var burada. Ara sıra kar da yağar, ancak Güneş çok nadir yüzünü gösterir" dedi. Ben, yüzüm asık bir şekilde dalmış, çiçeklere bakıyordum. Dün geceki rüyamı düşünüyordum. Annemi,mezarlığı annemin söylediği sözleri, kime güvenmemem gerektiğini, kafamda bunun bir haber mi yoksa rüya mı olduğu sorusu birbirini kemiriyordu. Teyzem, "Tatlım sana söylüyorum" diye sesini yükseltti. Ben, "Pardon kraliçem duymamışım" dedim. Teyzem, "Baş kraliçem" diye tekrarladı. Ve sözlerine devam etti, "Sen Zümrüdüanka'nın, Kıvılcım Lamippas'ın kraliçesi olacaksınız.Ben de ikinizin de akrabası olan ve zor durumlarda size yol gösteren baş kraliçe olacağım" dedi ve çayından bir yudum alarak sordu. "Hem sen neden bu kadar solgunsun bakayım?" Ben, "Şeyyy... Bir önemi yok dün gece bir kabus gördüm de acaba Lamippas'ta olduğum için mi gördüm bu kabusu yoksa annemin odasında uyumam mı beni etkiledi?" diye sordum. Teyzem, "Hadi bana anlat ne gördün rüyanda?" diye sordu. Ben, dün gece gördüğüm rüyayı, boş mezarları bu anki gibi yağmurlu havayı, annemin mezara düşüşünü, boğuluşunu ve söylediklerini anlattım. Teyzem bir süre bir şey söylemedi. Yüz ifadesi düştü. Ben, "Evet teyzeciğim ne yorum yapıyorsun?" diye sorduğumda; "Evet" dedi. "Annen rüyana girmiş ve sana bazı gerçekleri ruhsal olarak rüyanda boyut değiştirerek anlatmaya çalışmış. Ancak su, yani peri hammaddesi onu durdurmuş. Hep merak ettin değil mi annenin neden öldüğünü?" diye sordu. Ben, "Evet ama bana bunu kimse anlatmadı" diye cevap verdiğimde bir anda gözlerinden alevler çıkarcasına keskin dişlerini bana göstererek "Baban! diye tısladı. Anneni baban öldürdü!"

Bu nasıl bir cümle?

Peki doğru mu acaba?

Evet arkadaşlar, hafta sonu bu sorunun cevabını almayı ümit ediyoruz.

Bu arada, tekrar hoş geldiniz.

Okumaya ayırdığınız vakit için teşekkürler. 

ALTIN ASALI EJDERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin