13. BÖLÜM "KARA BRONZ KÜRE"

208 43 18
                                    


     Babam üzüntülü bir şekilde, "Bunun sana daha az acı vereceğini düşündüm. Belki bencilce, belki de yanlış. Ama inan, amacım seni annenden uzaklaştırmak değildi. Tabi ki anneni görebilirsin" dedi ve gür bir sesle, "Baki!" diye bağırdı. Baki, mavi bir toz bulutu ile yanımızda belirdi. Babam, "Jale, annesini görmek istiyor.Ona annesini göster" dedi. Baki, peki anlamında kafasını sallarken; o önde, ben arkada yürüdük. Saray çok büyüktü,onu kaybetmem adeta bir felaket olurdu. Çünkü nerede olduğumu bulamazdım. Baki, merdivenlerden indi indi ve tam dokuz kat alta indik. Burası karanlıktı ve nemliydi. Duvarlarda meşalelerin kızıllığı dışında hiçbir ışık yoktu. Çığlık ve zincir sesleri kulak kabartıldığında duyulabiliyordu. Ben, korkmuş bir şekilde Baki'ye daha da yaklaşarak, "Biz nereye gidiyoruz?" dedim. Baki ise,"Prensesim size, kara bronz küreyi vereceğim. Böylece istediğiniz zaman annenizi görebileceksiniz" dedi.

     "Yoksa beni annemin mezarına götürmeyecek misiniz?" diye sordum şaşkınlıkla. Baki, "Hayır prensesim.Artık insanların boyutuna geçemezsiniz. Siz normal bir insan değilsiniz, bir prensessiniz. Ayrıca siz oraya geçtiğiniz an, yansımanız mum misali erimeye başlar ve bir süre sonra yok olur. Bu nedenle annenizi görebilmeniz; sadece onun mezarının tam önüne yerleştirilen görünmez sıvı köpük balon kamera ile mümkün. Ufacık sıvı köpük kamera, siz mezarın neresini görmek isterseniz oraya gider; mezarın etrafında tamamen dönebilir ve normal insanlar bunu göremezler. Hem az önce de söylediğim gibi siz, Zümrüdüanka Ülkesi'nin veliahtısınız. Bu nedenle Lamippaslılara karşı dikkatli olmalıyız, sizi korumalıyız. Bu nedenle bir an önce sizi orada kimsesiz bırakmamak için buraya getirdik. Annenizin toprağına el sürme konusuna gelince, o konuda ben Dünya'ya gittiğimde size annenizin toprağından bir kavanoz getireceğime söz veriyorum. Ben sizin kadar önemli bir kişi olmadığımdan ve Dünya'da bir hayatım olmadığından, Dünya'ya gidip gelebilirim, onun için bunu yapabilirim" dedi.

     Biz bu şekilde konuşurken siyah bir odanın önüne geldiğimizi gördüm. Odayı yavaşça açtığımda odanın ortasında siyah bronz bir kürenin durduğu görülüyordu. Meşalelerin aydınlattığı odada başka bir şey yoktu. Odanın ortasındaki siyah mermerde siyah bronz bir küre duruyordu. Baki, küreye yaklaştı.Kürenin etrafında yeşil bir halka bulunuyordu. Halkanın sadece üst kısmında kalın bir çizgi vardı. Baki, o kısma babamın altın renkli, ipekten yapılma tuğrasını bıraktı ve kalkan kendiliğinden kırıldı, artık küre korumasızdı. Baki, küreyi aldı ve bana bakarak, "Dinleyin prensesim. Bu küre, bu ülkede tektir. Sıvı köpükten kamera, siz Dünya'da nereyi görmek isterseniz oraya gider. Şu anda sadece mezarlığın etrafında dolanabilir. Onu kontrol etmeyi zamanla öğrenirsiniz.Babanız, bu ülkede tek olan kürenin size verilmesini buyurdu. Çünkü annenizi ne kadar özleyeceğinizi ve sürekli onun mezarına gitmek isteyeceğinizi biliyordu. Ben haftada bir kere oraya gidip sizin için ektiğim gülleri sulayacağım ve size vaat ettiğim toprağı getireceğim" dedi.

     Ben, Baki'nin yüzüne bakarak ona çok teşekkür ettiğimi söyledim. Baki ise, "Hadi prensesim, acele edelim. İleride zindanlar var.Burası güvenli değil" dedi. Ben, zindanlarda kimin olduğunu bildiğimden sormadım. Bu zindandakiler, Zümrüdüanka Ülkesi'ne girmeye çalışan cadı ve emegenlerdi. Hızla Baki'yi izledim ve dışarı çıktığımızda hemen tek başıma bahçeye koştum. Bir ağacın altına geldiğimde, küreyi ağacın gölgesine koydum ve nasıl çalışacağını sormayı unuttuğumu fark ettim. Küreye bakarak, çalış denilince çalışsa ne güzel olur dedim ve küre gri ışıkla parlamaya başladı. Evet, bu kelime yeterliydi.

     Onu gördüm... Yeşil ağaçların arkasında, yeni dikilmiş iki selvi filizi arasında, pembe ve beyaz güllerle dolu ve üzerinde anneciğimin adı Funda'nın yazılı olduğu, mezar başlığını gördüm. O anda gözyaşlarım sel misali yanaklarımdan süzüldü. Aktı aktı küreye kadar bulaştı. Annem burada yatıyordu ve ben onu son kez yolcu edememiştim. Babamın bu bencilce düşüncesine bir kez daha kızdım. Ama yapabilecek bir şey yoktu. Zaten başka da bir çarem yoktu. Dünya'ya geri dönemezdim. Hem dönsem ne olacaktı? Annem yok, akrabam yok. Burada beni zamanında terk etmiş olsa da bir akrabam var en azından. Gerçi ona baba demeyi, en azından yüzüne söylemeyi hala istemiyordum. Ama yine de bulunduğum ortama ayak uydurmam lazımdı. Dünya'da yalnız kalsam daha mı iyiydi? Ayrıca tıpkı masal gibi bir durum vardı ortada. Ben bir prensesmişim! Düşününce insan daha da eşsiz hissediyordu bu durum karşısında. Her neyse... Bu olanlara alışmak sanırım epey bir zaman alacaktı. Ben böyle sessiz sessiz düşünürken etrafımda duran ve bana tatlı tatlı bakan kadını fark edememiştim.

Saygı değer arkadaşlar hikayeme hoş geldiniz.

Jale babasına çok kırgın. Acaba Jale babasını affedebilecek mi?

Peki, sizce Jale'nin yanındaki kadın kim olabilir?

Cevaplarınızı ve kıymetli yorumlarınızı bekliyorum. 

ALTIN ASALI EJDERWhere stories live. Discover now