11• Don't Go

136 23 167
                                    

Saniyeler sürmüştü. Dudaklarını hissetmem ve ona karşılık verdiğimi belli ederek ona yaklaşmam saniyeler sürmüştü. Tıpkı ne yaptığımızı fark edip birbirimizden ayrılmamız gibi.

Lenora kendini koltuğun diğer ucuna sertçe bıraktığında gözlerimi kapatıp hem ona hem de kendime biraz zaman tanıdım.

"Özür dilerim." dedi belli belirsiz, birkaç saniyelik sessizliği bozarken. O kadar belli belirsiz bir sesti ki bunu söylediğini hayal etmişim gibi derinlerden, zihnimin en ücra köşesinden fırlamış birkaç sözcük gibi hissettirmişti. Gözlerimi açtığımda bana bakmadığını fark ettim. Gözleri boş mojito kadehindeydi.

"Lenora-" dedim onun kadar kısık olmayan bir sesle. Cümlemi tamamlamadan ayağa kalktı ve koltuktaki çantasını aldı. Peşinden kalkamadan çıkışa ulaşmış ve stüdyonun kapısını hızla açıp dışarı çıkmıştı.

Masadaki boş mojito kadehine ve onunkinin aksine hiç içmediğim için hâlâ dolu olan ve limon kokusunun stüdyoya yayılmasına sebep olan kendi kadehime çevirdim gözlerimi. Bir limonatadan farksız olan, bizi sarhoş etmesi imkansız olsa da başka şeylerin bizi sarhoş etmesine bahane olan mojito kadehlerine. Ne düşünmem ya da ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. En doğrusunun onun peşinden gitmemek olduğunu bilsem de içimde bir yerlerde bunun onu son görüşüm olduğu hissi kendini en acımasız şekilde gösteriyordu.

İnci pembesi rujunun yoğun çilek tadı hâlâ dudaklarımdaki hissini koruyordu. Kendisine bir sebep bulmak için içtiği mojitonun tadı da, sebep bulmaya gerek olmadığını anlayarak öptüğü dudaklarımdaydı. Gitmemesini isterdim ya da bunun için özür dilememesini. Çünkü içimde oluşan bu his özür dilenmesi gerekilecek bir şey olmamalıydı. Ya da bu öpücük ona gitmek için bir sebep vermemeliydi. Şu anda, burada, benimle beraber bu koltukta oturmasını dilerdim. Ama olmadı.

Aceleci bir öpücüktü. Her anlamda. Dudakları hızla benimkilerin üzerinde gezinmişti tıpkı tüm aşamaları atlayıp hızla bu aşamaya gelmiş olmamız gibi. Ve bu, her şeyi mahvetme potansiyeline sahipti. Henüz tek bir kelimesini bile yazmadığın bir hikayeye isim koymaktan farksızdı. Kulağa güzel geliyordu, hoş hissettiriyordu ama boş sayfalara baktığında bu ismin hakkını vermediğini düşünmek en büyük ceza hâline geliyordu. Geriye kalan pek fazla seçenek yoktu. Ya bu ismin hakkını vermek için o boş sayfaları doldurmaya başlardın ya da boş sayfalar seni ezer geçer ve günün sonunda içindeki buruklukla o ismi tek bir hamlede silerdin.

Belki de, bunu bu kadar derin düşünmemize gerek olmamalıydı. İkimizin de hemfikir olduğu bir öpücük iyi hissettirmeli ve devam etmeliydi. Eğer biz birbirimize karşı dürüst olabilseydik. Hislerimizin bizi kontrol etmesinden önce onları kabul edebilseydik. Bizi korkutan, geri çeken şey her ne ise sadece hislerimize karşı yenilmiş ve kendini saniyelik bir öpücükle göstermişti.

Birkaç derin nefes eşliğinde başımı avuçlarımın içine hapsettim. Şu an neredeydi, eve mi gitmişti, o da benim gibi mi hissediyordu? Pişman mıydı yoksa mutlu muydu? Bunları ona sormaktan bile acizdim. Ona bunları sormak için arayabileceğim bir telefon numarası bile yoktu, onun hayatında evine gidecek bir yerim de yoktu. Tüm sorun da buydu. Her şeyi mahvetmesinden korktuğum şey buydu. Bir ev inşa etmek için yapmamız gereken asıl şeylerden önce, henüz daha evin duvarlarını bile boyamamışken, sırf rengini beğendiğimiz için yerleştirdiğimiz bir koltuk misali aceleyle yerine getirilmiş bir gerçekten başka bir şey değildi. Olası bir senaryoda, biz duvarları boyarken o koltuğun leke alması ise bizi uçuruma sürükleyecek ve ikimizden birinin o eve girmesine bile izin vermeyecekti. İşte bu, henüz ortada bile olmayan birçok şeyi mahvedecek kadar güçlü ama bir o kadar güzel hissettiren bir öpücüktü.

Masadaki mojito kadehlerini kaldırmak istemeden yerimden kalktım ve kendi eşyalarımı alıp stüdyodan çıktım. Bakışlarım her ne kadar sokağın görebildiğim her yerinde gezinse de ona rastlamamıştı. İçimde giderek büyüyüp kendine daha fazla yer açan sıkıntı dışarıya sadece birkaç derin nefes verişle yansıyordu. Arabama bindiğimde çalıştırmadan önce telefonumu elime aldım. Jeff'ten birçok arama kendine bildirimler listesinde yer bulmuştu. Onun hemen üstünde Kid ve Tyler'dan gelen, Jeff'in onlara 'bazı' şeyleri anlattığını belli eden mesajlara ait bildirimler duruyordu. Jeff'e bundan dolayı kızgın değildim. Kid ve Tyler'a bunları anlatacağımı zaten biliyordum ki Jeff de bunu bilecek kadar iyi tanıyordu beni. Arabayı çalıştırmadan önce Kid ve Tyler'ın da onun yanında olduğunu bilerek Jeff'i aramış ve aramayı hoparlöre almıştım.

Daylight || H.S.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin