40.Bafra ve Sinem'sizlik

1K 80 325
                                    


Emrah:

" Moruk istersen bu gün burada kalalım. İstersen gidelim"

Ne diyebilirdim ki. Emrah'a bu gün değil her gün burada kalmak istiyorum diyemezdim ki. Ama asıl istediğim oydu. Sinem'e yakın olabilirdim öyle. Kalabilirdim. Kalabilir miydim gerçekten.

        O değil de en çok son sözleri vurmuştu beni.

En azından bu kadarını yapmak istedim. Bir bardak çay içimlik te olsa. O bir çay içimlik o kadar kısa geldi ki o zaman bana. Ama şu an daha yerimden kalkmamışken defalarca kez tekrar tekrar yaşıyordum o anı. Bir çay içimlik.

        Bir çay içimlik kalmıştın benimle. Ne kadar da kısa bir an. Başım ellerimin arasında dirseklerim masaya dayalı. Hiç unutmuyorum o anı. Damlalar birbiri peşine masanın üzerine damlarken sanki tek sıkıntım damlalarmışcasına izliyorum damlaları. Her biri aynı iki noktaya düşerken izliyorum. Sessizce. Erkek adam ağlamaz oğlum, falan filan ağlamayı bile beceremeyenlerin lafıydı bence. Ağlayabildiğim için mutluydum biraz da. Her ne kadar nefes alamıyorsam ve kalbim sızlıyorsa da ağlıyordum işte. Ağlayabiliyordum. Emrah sandalyesini yanıma çekmiş eli omuzumda:

       " Kanki sen de amma sulu göz çıktın. Kalk hadi biraz dolaşalım açıl biraz. Hem acelemiz de yok istersen kalırız bu gece.

        Bir şey diyemiyordum Emrah'a. Başımı salladım sadece. kendimi toparlamaya çalıştım biraz. Gözlerimi sildim. Bir iki burnumu çektim. Emrah enseme vurdu şaka yollu:

       " Hah şöyle. Moruk içelim bugün zil zurna sarhoş olalım. Sonra da peşine kokoreç yapıştıralım. Yarın sabah ta yola çıkarız. Toparla kendini ben hesabı ödüyorum."

       Ne güzel bir şeydi ve ne büyük bir şanstı Emrah gibi bir arkadaşı olması insanın. Bir kaç dakika kadar sonra ben de kalkmış ve arabaya binmiştim.  Arabayı sahile çekti Emrah. Saat daha erken olmasına rağmen bir kaç dakika sonra elinde siyah poşetlerle dönmüştü bile.  Arabanın camları açık biz içindeyiz ve hafiften Ferdi Tayfur dinlerken başladık içmeye. Yudum yudum azalıyordu sanki yalnızlığım.  Emrah hep yanımdaydı hep benimle. Ama bu yalnızlık başka yalnızlık. Sinem'sizlik. Başladım Emrah'a Sinem'i anlatmaya. Ne biralar dayanabilmişti ne de güneş Sinem'i anlatmama güneş kırpkırmızı olmuş iyice büyümüş ve batmaya başlamıştı. Havada hafif ve can yakıcı bir kızıllık. Aslında çok severim o kızıllığı ama bugün başka bir gün. Sevmiyorum hiç bir şeyi ben. Biralar bitti Emrah iki poşet birayla  daha geldi.

        İçiyorum. İçiyorum ama öyle fondip yapıp birden içmek yok. Yavaş yavaş, yudum yudum. İçtikçe açılıp anlattıkça anlatıyorum Sinem'i.

        Bazı kısımlarda Sinem'e hak veriyor bazı kısımlarda bana Emrah.  Ne kadar oldu bilmiyorum Emrah ve ben deniz kenarına inmişiz. Hatırlamıyorum ne zaman indik.  Dalgaların sesleri ile martıların çığlıkları birbirine karışıyor. Ben ayakkabımı ve çorabımı çıkarmış ayaklarımı serin suya sokmuş bir şekilde bir taşın üzerinde oturuyorum. Bir taşın üzerinde de Emrah var. Emrah anlatıyor bu defa da. Ben hafiflemiş tüy gibi olmuşum. Emrah'ın anlattıklarını dinliyorum bir taraftan da ayın denize vuran yansımasını izliyorum. Emrah'ın anlattıkları çok uzaktan bir ses gibi hafif. Dalgalar öyle büyük değil hafif dalgalı deniz. Ayın yansıması kıpraşıp duruyor ama hep yerinde duruyor bir yere gittiği yok. Elindeki birayı da bitirip ayağa kalktığımı hatırlıyorum, sendeleye sendeleye ve :

        " Bu sana son hediyem, bu sana son haykırışım" diyerek şişeyi var gücümle atıyorum denize doğru. Şişe denize gömülmedi. Yarı yarıya suyun içinde hafif hafif batıp çıkıyordu suya. Bir süre onu izledim. Zaten ayakta zor duruyorum oturdum tekrar yerime.  Bir süre daha oturduktan sonra arabaya geçtik. Dinlenmeliydik, sabaha yolculuk var. Yine o sıkıcı günlere dönüş. Yine İstanbul.  İkimizde koltukları geriye doğru yatırıp ön koltuklara kurulduk. Gözümü kapatıyorum Sinem'i görüyorum, açıyorum yine Sinem.  Beynim ruhum ve bedenim Sinem'i haykırıyor adeta. Zaman sonra sızmışım. Emrah kalkmış beni uyandırıyor. Gözlerimi açtığımda gözüme vuran güneşten dolayı kısıp baktım Emrah'a.

       " Kuzen geç mi kaldık"

       " Nereye yetişeceğiz ki geç kalalım. Hadi kendine gel de kahvaltı yapalım moruk"

Kahvaltı yapıp koyulduk yola. Ben yolda içmek için 6 bira almıştım. Emrah'ın fikriydi aslında. İyi gelir moruk alalım sana bir kaç bira demişti. Emrah'ın her zaman benzin aldığı firmanın benzin istasyonunda benzini fulledikten sonra çıkmıştık yola. Hava sıcak ve camlar açık. Oto teybinde müzik son ses. Bağıra bağıra bir kaç şarkıya eşlik ettim. Hüzünlü şarkılardı bunlar.  Osmancık'tan biraz leblebi aldık. Biraz soluklandık diyelim. Aslında direksiyon sallayan Emrah yorulan da o. Ama ben sanki doğuştan yorgun gibi bir ağırlık var bende de. Bir şeyler atıştırdık orada. Kamyoncuların kalabalık olduğu bir yol kenarı lokantasını seçtik yine. Çayları da içtikten sonra vurduk kendimizi yine yollara. Emrah dikkatli ve hızlı kullanarak çabucak getirdi ikimizi de İstanbul'a. Mahalleye girdiğimizde bir rahatlama bir serinlik oldu yüreğimde önce. Sonra garip bir burukluk.  Uzaklaşmıştım iyice ve yüzlerce kilometre sevdiğim kızdan. Ama bu sevgi yanlıştı. O nişanlı bir kızdı. Bir tarafım bunları bir tarafım da nişanlıysa nişanlı arkadaş ne yapayım diyordu. Baba Hasan'ın kahveye gittim. Emrah'ta arabayı bırakıp geldi. Baba Hasan:

       " Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun gerisini anlatın bakalım çocuklar"

       " Hasan baba yarın anlatsak benim eve gitmem gerek" diyerek özür dileyip çıktım. Çıkmak zorundaydım. Evde kim bilir neler olacaktı. Tek düşüncem ne olacaksa kaçış yok oğlum bir an önce olsun idi.

       Anahtarımı çıkarıp kapıyı açıp eve girdim sessizce ve korkarak.


Arkadaşlar bölüm araları biraz uzun farkındayım. Elimden geldiğince yazmak istiyorum. Ama takdir edersiniz ki zor bölümler. Buradan sonrası İstanbul ile ilgili olacak. Sinem'siz günlerim olacak. Sabrınız için teşekkür eder saygılarımı sunarım.

Mustafa Efe Yıldırım.

MUSTAFA HAKKINDA HER ŞEY- DEVAMI "KUTUDAKİ SON KIBRIT ÇÖPÜ" KİTABINDA Where stories live. Discover now