20- Uzaktan sevmek

11.4K 860 28
                                    


öyle uzaktan seviyorum seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi
dilimde parçalayarak seviyorum
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum

Cemal Süreya

Dünkü kararımın ardından sabah erkenden uyanmıştım. Kaç gündür üzerimde olan mahmurluğu duşa girip attıktan sonra kendimi dolabımın önünde buldum. İçimdeki bir taraf verdiğim karardan dolayı korkuyor olsa da onu görmezlikten gelip kıyafet seçmeye koyuldum. Gözüme ilişen beyaz mini kloş eteğimi çıkarttıktan sonra üstüne de pudra rengi ince askılı bluzumu aldım. Hızlıca üzerimi giyindikten sonra aynanın karşısına geçip yüzüme baktım. Gözlerimdeki şişlik, kızarıklık hatırı sayılır cinsten azalmıştı. Ama hala yüzümde o solgun ifade mevcuttu. Kalbimin perişanlığı yüzümdeki ifadeden de anlaşıyordu. Belki de bunu sadece ben görebiliyordum. Ama yine de bu ifadeyi yok etmek istemediğimden makyaj yapaktan vazgeçtim. Bugünlük yüzümün kalbimi yansıtmasına izin verecektim. Daha sonra tekrardan hiçbir şey olmamış gibi davrandığım o maskeyi takardım. Ama bugün istemiyordum.

Odadan çıktığım da bir şeyler yemek için mutfağa yöneldim. Evden çıkmadan bir şeyler atıştırsam iyi olacaktı. Dolaptan domates çıkartıp yıkadım. Ekmek sepetinden de dünden kalma ekmeğin ucundan kopartıp bir elime domates diğer elime de ekmeği alıp yemeye başladım. İkisini aynı anda bitirmeye özen göstererek yeme işine son vermiştim.

İkisini aynı anda bitirmek bence bir sanattı. Yani bu sadece benim elimdeki domates ekmek için geçerli değildi. Yemek yerken yanın da içilen içecek için de geçerliydi. Eğer içecek yemekten önce biterse büyük sıkıntıydı. Bu yüzden çok büyük hesaplamalarla ikisini aynı anda bitirmek çok önemli bir husustu. Bu dengeyi yakalamak için milimlik hesaplamalar yapılmalıydı. Gerçi benim bu kadar anlattığım bu dengeyi bizden başka uygulayan millet var mı işte orası tartışılırdı?

***

Ağustos ayının ilk haftası Ankara'yı kavururken güneş tepeye doğru çıkıyordu. Ben ise Soylu ailesinin çiçek kokan bahçesinden geçiyordum. Kapıya ulaştığım da hiç beklemeden zile basıp kapının açılmasını bekledim. Ve bu kısacık bekleme anında bile anılar peşimi bırakmıyordu. Kapıyı bana Ömer'in açtığı o güne gitmiştim. Nasıl da heyecanlanmıştım. O açtı diye nasıl da mutlu olmuştum. Onunla o gün konuşmak için ne dil dökmüştüm. Konuştuğumuz, bana söylediği şeyleri unutamamıştım. O söylediği sözlerde ben onu biraz daha tanımış, her kelime de ona biraz daha hayran olmuştum. Anlamadığım ya da anlamaya çalışmadığım o sözlerdeki gerçeklikle mest oluştum. O gün bana demişti ki 'İnsan uzaktan da sevebilir Zeynep. Elini tutmadan gözlerine bakmadan da sevebilir'. Bu sözler, o zaman o kadar çok aklımı karıştırmıştı ki. Mantığım bir türlü kabul etmiyordu bu sözleri. Söylediği şeyler o kadar anlamsız ve yabancı gelmişti. Gerçi mantığım hala kabul etmiyor, anlamıyordu bu sözlerdeki gerçekliği. Ama kalbim değişmişti sanki artık. Kalbim hissediyordu bu sözlerdeki gerçekliği. Mantığım inanmasa da hislerim sonuna kadar kucaklamıştı bu hakikati.

Ömer'in dediği gibi uzaktan sevecektim onu. O duymadan, görmeden sevecektim. Ona hissettirmeden, belli etmeden sevecektim. Kokusunu içime çekmeden, yüzüne dokunmadan sadece yüreğimle sevecektim. Kendi kırgınlığıma rağmen onu kırmadan, üzmeden sevecektim. Onun haberi olmadan bu sevdayı kendim yaşayacak kendim bitirecektim. Hem o geceden sonra artık ona yaklaşamazdım. Beni istemediğini açıkça söylememiş miydi? Benim sevgimin gerçek olmadığını söyleyen bir adama daha ne kadar umut bağlayabilirdim? Beni görmeyen, duymayan bu adamı sahiplenemezdim. Benim olmayacağını bile bile bu savaşa girebilir miydim? Cevap girmemeliyim olmalıydı. Her ne kadar onun ismini zikrettiğim de kalbim acısa da, içimde söndüremediğim bir yangın olsa da bu savaşa girmemeliydim. Kalbim sızlarken, onun söylediği o sözler ardından bunu yapmamalıydım.

AYDINLIĞA HİCRETWhere stories live. Discover now