30- Karanlığın İçindeki Işık

9.6K 771 23
                                    


Binadan çıkıp derince bir nefes aldığım da ayaklarım gideceği yeri çok iyi biliyordu. Her şeyin başladığı yere, o parka doğru çoktan yol almıştı. Dönüp dolaşıp bu parka çıkıyordu yolum. Sanki burası benim hayatımdaki değişim durağım gibiydi. Eğer o gün bu parka gelmeseydim, veya Aslı'ya yardım etmek için öne atılmasaydım şuanda nerede, ne yapıyor olurdum acaba? Belki de çokta İzmir'e dönmüştüm. O insanları hiç tanımamış olarak hayatıma devam edecektim.

Bana anne sevgisini hatırlatan Zehra teyzeyi, yer yer sinir etse de kısa zamanda çok sevdiğim, arkadaşım dediğim Nisa'yı, koruma ihtiyacı duyduğum, kardeşim gibi gördüğüm Aslı'yı ve... Ömer'i hiç tanımayacaktım. Onu sadece girdiğim mülakatta beni etkileyen garip bir adam olarak hatırlayacaktım. Belki de yıllar üzerinden geçtikçe bunu bile unutacaktım. Ona hiç aşık olmamış, onu hiç sevmemiş olacaktım. Acaba böyle olsaydı daha mutlu olur muydum? İçimdeki bu kaos yerini dinginliğe bırakır mıydı? Hiç sanmıyordum. Benim içimde kopan fırtınalar yıllardır vardı. Sadece şu son birkaç haftadır olduğundan daha fazla esmeye başlamıştı, o kadar.

Parka geldiğim de bu yaz akşamını iyi değerlendirmek isteyenlerle doluydu park. Çardaklarda ailesiyle, komşularıyla, arkadaşlarıyla gelenler oturmuş çiğdem çitliyor, çay içiyor, gülüşmelerinin arasında sohbet ediyorlardı. Diğer yandan oyun parkı ise çocuk kaynıyordu. Onların çığlıkları, gülme sesleri tüm parkı inletirken boş bulduğum ve oyun parkından biraz daha uzak olan bir banka oturdum. Bakışlarım oyun oynayan çocukların üzerindeydi. Salıncakta sallanan çocuklar inmemek için direnirken sıra bekleyenler epey sinirlenmiş gözüküyordu. Sırasıyla kaydıraktan kayanlar, tırmananlar, demirlere asılanlar... kısaca mutlu olan çocuklarla doluydu. Dünyanın kiniyle, öfkesiyle tanışmamış çocuklar... Tüm kötülüklere, çirkinliklere rağmen bembeyaz kalan çocuklar. O masum kalpleri hırsla, parayla kinle kirlenmemiş çocuklar... Onları seyretmek huzur vermişti. Onlara bakmak dünyanın hala temiz kalan yanını gösteriyordu.

Nedendir şimdi bilinmez ama tüm bu gürültünün arasında bir ses dikkatimi çekmişti. Bir yerlerden bir melodi sesi duyuluyordu. Bu ses oldukça cılız çıkmasına rağmen nereden geldiğini bulma ihtiyacı hissediyordum. Gözlerimi yavaşça tüm parkta gezdirirken aradığımı bulmuştum. Kaldırımın kenarına oturmuş, oyun parkındaki çocuklara bakarak melodika çalan bir kız çocuğu. Sarı olduğunu düşündüğüm saçları tepesinden bağlanmışken, lastikten çıkan saçları başında bir karmaşa oluşturmuştu. Üzerinde sol diz kapağı yırtık bir pantolon ile üzerinde sokağın tozuyla kirlenmiş bir tişört. İşte hayat tam olarak buydu. Kimilerine her şeyi altın tasta sunuyordu, kimilerine de böyle onları seyretmek düşüyordu.

Yaşıtları oyun oynarken kim bilir o neden sokaklardaydı. Belki zorla çalıştırılıyordu, belki gerçekten de paraya ihtiyacı vardı. Hayat o küçücük yaşında omuzlarına hangi ağır yükü yüklemişti kim bilir?

Sadece bu küçük kız çocuğu da değildi. Onlar, o çocuklar her yerdeydiler. Kimi zaman bir yolun ortasında birer mendille, kimi zaman bir metro altında, bir sokakta bir ayakkabı fırçasıyla ya da böyle bir melodikayla. Her gün gördüğümüz ama görmemezlikten geldiğimiz, hatta bazen korktuğumuz, ya da acıyan bakışlarla bakıp önlerine birkaç bozukluk attığımız ama çoğunlukla yok saydığımız, görünmez çocuklar. Ama her şeye rağmen var olan çocuklar. Kalem tutması gereken ellerin başka şeyler tuttuğu çocuklar.

Belki bazıları ailelerinden uzak bir çetenin elinde zorla çalıştırılan ya da ailesi tarafından çalıştırılan ama bu yaşta çalışmaya zorlanan çocuklar. Bir de bunların bir emek sarf etmeden dilendirilenleri vardı ki onlar... Ah gerçekten çok zordu. Kısacık bir an kendimi o çocukların yerine koymaya çalıştım ve kendimin ne kadar da şanslı olduğunu fark ettim. O büyük içinden çıkılamaz düşüncelerimin bu çocuğun yaşamıyla kıyaslanınca ne kadar da küçülmüştü.

Bakışlarım hala onun üzerindeyken o da hala oyun oynayan çocuklara bakıyordu. Niye gidip o da birkaç dakika da olsa oynamıyordu? Belki de bir köşe başında onu izleyen birileri vardı. Ya da çocukların ailesi üstü başı kir pas içinde olan bu kız çocuğunu parka yaklaştırmıyorlardı. Nedenini bilmesem de bu kız çocuğunu seyrederken içim burkulmuştu. Belki de yanına gitmeliydim ama ne diyecektim. 'Seni uzaktan seyrederken çok üzüldüm' mü? Yanına gidince ona nasıl yardım edecektim? Para vererek mi? Hayır. Ama belki konuşmak isterse konuşabilirdik. Veya parkta oynamak istiyorsa onunla birlikte parka gidebilirdim. Bu düşünce aklıma yatmıştı. Bu yüzden yerimden kalkıp ona doğru ilerlerken yaşlı bir kadın elinde birkaç pazar poşetiyle kızın yanına geldi. Bu saate Pazar kalmış mıydı? Bu soruma cevabını geri acı bir şekilde verirken kadın küçük kıza bir şeyler söylüyordu. Kız ise kadının sözleriyle yüzü aydınlanırken yaşlı kasına sıkıca sarılmış, ardından da elini tutarak yavaşça uzaklaştılar.

İkisi birlikte karanlığın içinde ilerlerken biraz önce küçük kızın yüzünde gördüğüm o gerçekçi gülümsemeyle içime bir umut doldu. Ve kendimin bile anlamlandıramadığı o sözleri fısıldadım.

"Karanlığın içinde ışık her zaman vardır. Önemli olan onu görebilmektir."

İşte bu küçük kızın bugün bana öğrettiği şey bu olmuştu. Her şeye rağmen, tüm zorluklara, acılara, hüzünlere rağmen gülümseyebilmek. Ve o karanlığın içindeki ışığı bulup ona sıkıca sarılmak.

Bunu anlayabilmek için bu kız çocuğunu görmem mi gerekiyordu? Peki neydi bu, tesadüf mü? Hayır hayır buna tesadüf demek çok basit olurdu? Bir insanın hayatı kesinlikle tesadüflerden ibaret olamazdı. Bunun farklı bir açıklaması, bir anlamı olmalıydı. Yani ne bileyim benim o gün de parka gelmemim, Aslı'ya yardım etmemim, Ömer'e aşık olmamım, bugün bu kız çocuğunu görmemim bir anlamı olmalıydı. Bunlara tesadüf deyip geçemezdim. Çünkü bu olanlar beni, hayatımı değiştiriyordu. Bir şeyler oluyordu. Benim dışım da bir şeyler oluyor ve beni de kendisine çekiyordu ama bu olan şey neydi?

Tüm bu sorularım cevapsız kalsa da içimde dört bir yanımı bir işgalci gibi saran umutsuzluğa karşı elimde birkaç çiçek tohumu vardı artık. Belki tamamen onu yok edemezdim ama yine de artık biliyordum. Bu karanlığın içinden Aydınlığa çıkmak için bir ışığımın olduğunu biliyordum. Hiç beklemediğim, ummadığım bir anda bana bunu o kız çocuğu göstermiş gibi dursa da artık bunun arkasında daha büyük bir şeyin olduğunu da biliyordum. Ve aradığım o ışığın O(c.c)'dan geçtiğini de...

Bu saatten sonra ya bulacaktım en sevgiliyi ya da batacaktım bu bataklığın en derine...

AYDINLIĞA HİCRETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin