47- Veda Zamanı

11.1K 893 57
                                    


Akşam olunca tüm misafirler salondaki büyük yuvarlak ve süslü masalardaki yerlerini almış, beğeni dolu gözlerle gelin ve damadı süzüyorlardı. Benimde bakışlarım onlardayken ikisinin de gözleri parlıyor, heyecanları hissediliyordu. Arada birbirlerine attıkları o bakışları yakaladığım da Nisa'nın kimseye bakmadığı gibi Ali'ye baktığını görüyordum. Ali'ye bambaşka gülümsüyor, ona bambaşka bakıyordu. Tıpkı Ali'nin de ona bambaşka bakması gibi. Tabii birbirlerine olan bu bakışlar daha fazla uzamadan Ali kadınlar tarafından erkeklerin olduğu yan salona geçiş yapmıştı. Onun gitmesiyle gelen misafirler aralıklarla Nisa'nın yanına gidiyor, onu tebrik ediyordu. Bir iki kez bende yanına gidip birkaç dakika dursam da başı oldukça kalabalık olduğundan genelde masa da kalmayı tercih ediyordum. Zaten masada herkesin keyfi yerinde olduğundan sohbette oldukça canlıydı. Ama benim içimi kemiren o solucan zevk almamı engelliyor, kendimi tamamıyla mutlu hissetmemin önüne geçiyordu. Buna rağmen Nisa'nın en mutlu gününde yüzüme yerleştirdiğim o gülümsemenin kaybolmaması için çabalıyordum.

Bu sırada kadın garsonlar yemek servisini yaptıklarında masadakilerin de keyfini kaçırmamak adına yemeklerden yiyormuş gibi yapıyordum. Ve zaman akıp giderken içimdeki huzursuzlukta artıyordu. Sıkıntıyla bir nefes verdiğim de Beyza masa da bir espri yaptığı için herkes gülüyordu ama ne olduğunu anlamaya çalışarak onlara bakarken Aslı'nın yerinin boş olduğunu gördüm. Masadan ne ara kalmıştı ki? Aklımda herhangi bir sorun olmasına dair uyarı sinyalleri baş gösterdiğin de yavaşça yerimden kalkıp salondan koridora çıktım. Önce lavaboya, ardından gelin odasına bakmama rağmen bulamamıştım. Bahçeye çıkmış olma ihtimaliye dışarıya çıktığım da gözüme siyah feraceli bir kızın fotoğraf çekildiğimiz bahçeye doğru hızlı adımlarla yürüdüğü takıldı. Ve tabii ki o kızın Aslı olduğunu anlamam da uzun sürmedi. Bende arkasından ilerlemek için adımlarımı attığımda elinde bir kağıt olduğunu fark ettim. Onun için meraklandığımdan adımlarımı hızlandırmaya başlamıştım ki arkamda duyduğum sesle yerimde çakılı kaldım.

''Zeynep?''

Ömer'in adımı söyleyen sesiyle kısa bir an gözlerimi kapatıp bu sesi zihnime kazımak istedim. Birkaç saniye böylece bekledikten sonra ona doğru döndüm. Benden üç dört adım uzakta duran Ömer'e bakarken onun gözleri yerdeydi. Ve ben ona cevap vermek yerine seyrediyordum. Üzerindeki ceketin altından bile belli olan geniş omuzlarına, koyu siyaha çalan saçlarına, buğday tenli yüzüne, kirpiklerine, kaşlarına, biçimli burnuna ve dudaklarına, sakallarına, bütün yüzünde gözlerimi gezdiriyor ve en nihayetinde gözlerini görme umuduyla oraya bakıyordum. O siyah, o içine hapseden gözlerini görmek için bakıyordum.

"Zeynep yorgun görünüyorsun. Bir şey mi oldu?"

Tekrardan konuşmasıyla suç işlemiş gibi utanarak bakışlarımı ondan önüme çektim. Bu sırada da herkesin bildiği gerçeği onun hala bilmiyor oluşu aklıma gelince konuşmak için oluşan bu fırsatı değerlendirmem gerekiyordu. Ama bir türlü dilim olan biteni anlatmaya varmıyordu.

"Yok bir şey."

Oldukça kısık çıkan sesimi duymuş olması umuduyla bakışlarımı ona kaldırdığım da onun da omzuma doğru baktığını gördüm.

"Zeynep o gün dediklerim için hala bana kırgın mısın? Lütfen o gün söylediklerim için affet beni. Amacım kesinlikle seni kırmak, üzmek değildi."

"Kendini o gün için suçlama artık. Kırgın değilim sana. Hem sana pek kırgın da kızgın da kalamıyorum."

Sonuna doğru gülerek söylediğim şey kısa bir an onun da yüzünü güldürse de bu hemen geçip ciddi haline büründükten sonra tekrar konuştu.

AYDINLIĞA HİCRETWhere stories live. Discover now