48- O gitti

11.7K 886 56
                                    


Arkama bir kez bile bakmadan yanından çekip giderken sadece bir tek kelime duymak istiyordum. O adamın arkamdan "Gitme" demesini istiyordum. Ama öyle bir şey olmadı. O orada öylece dururken ben gözyaşlarımın arasında gittim. Büyük umutlarla, hayaller ile geldiğim şehri ağlayarak, bu adamı arkamda bırakarak gittim. Kalbim acısa da, kurduğum dünyam üzerime yıkılsa da her şeyi göze alarak terk ediyordum.

Ama bu terk ediş ani verilmiş bir karar değildi. Uzunca bir süredir zihnimde dönen bir eylemdi. Daha o gün Ömer ile gitmek adına yaptığımız sohbette zihnime düşmüş, ondan sonra da yavaş yavaş tüm bedenimi ele geçirmişti. Ama son noktayı o gün Ömer'in bana söylediği o kırıcı sözler koymuştu. İşte o an düşündüğüm ama bir türlü cesaret edemediğim şeye karar vermiştim. Buradan gidecektim.

Benim buradan gitmem ve doğruları bulmam gerekiyordu. Bu eylem kalbimi parçalara ayırsa da dayanamayacak gibi olsam da yine de yapmam gerekiyordu. Böyle arafta yaşayıp duramazdım. Bir bilinmezliğin ortasında kayboluyordum. Bu boşluk beni derinliklerine çektikçe çekiyordu. Ve ben böylesine benliğimi kaybederken dudaklarımdan tek bir isim dökülüyordu.

Ömer.

Onun yanında kaldıkça, gözlerim onu gördükçe, benliğim varlığını hissettikçe ben bu bilinmezlikten kurtulamayacaktım. Bu boşluğun içinde kaybolup gidecektim. İşte tam da bu yüzden gidiyordum. Doğruları bulmalıydım, bu bilinmezliği yok etmeliydim. Bu boşluğun içinden çıkıp onu alt etmeliydim.

Verdiğim bu kararın doğru olduğunu her ne kadar bilsem de yine de ondan iyice uzaklaşmak, aramıza kilometreler koymak canımı yakıyordu. Onun yanında bir daha saçmalayamayacağım için, ufacık bir sözcüğü ile mutlu olamayacağım için, onun sevgisini hiçbir zaman hissedemeyeceğim için dökülüyordu bu damlalar gözlerimden. Kalbim hiç dinmeden sızlıyordu. Sanki artık orada kapanmayacak bir yara açılmış gibiydi.

Düşünceler ağır geldikçe gözlerimi yavaş yavaş büyük bir sükûnetle karanlığa yumdum. Ve işte o an karşımda bir çift kömür karası göz belirdi. Onlar hiç gitmesin diye ben de gözlerimi hiç açmadan bu karanlığın derin sularına gömüldüm...

''Abla, Abla!''

Yiğit'in uzaktan gelen sesi beni kendi karanlığımda rahatsız ediyordu. Sesin yok olması için elimi şöyle bir savurmuştum.

''Abla gözümü çıkartacaksın, kalk artık.''

Ses bir türlü kaybolmazken karanlıkta beni dışarıya doğru itmeye başlamıştı. Yiğit'in sesini bir kez daha duyduğum da hırsla gözlerimi açtım. Arabanın arka kapısını açmış ve bana doğru eğilmiş kardeşime sinirle baktıktan sonra yerimden doğrulmaya çalıştım ama her yerim uyuştuğundan çok hareket edemedim. İçeriye sızan güneş ışınları ile ne ara sabah olduğunu anlayamamıştım. Ben gözlerimi yumduğum da her yer zifiri karanlıktı.

''Neredeyiz biz?''

''İzmir'deyiz abla, geldik."

Nasıl yani gelmiş miydik? Ben ne zamandan beri uyuyordum ki. Yiğit kapının önünden çekilince bende zor bela arabadan inip ciğerlerimi hava ile doldurdum. Sonra da kasılan bedenimi kendine getirmek için gerindim. Yiğit bu sırada beni izlemiş ve hiç sesini çıkartmamıştı. Hemen sonra aklıma gelen soru ile ona dönüp ''Can nerede?'' diye sormuştum. Sabır ile derin bir nefes alıp vermiş ''Abla şöyle bir etrafına bakar mısın, neredeyiz biz diye?'' dediği şeyle gözlerimi etrafta gezdirdiğim de Can'ın evinin önünde duruyorduk. Yani bu demek oluyordu ki bizim evin bir üst sokağındaydık. Hemen telaşla Yiğit'e dönüp ''Ben eve gitmeyeceğim, biliyorsun önce...''

AYDINLIĞA HİCRETWhere stories live. Discover now