Bölüm 21 ✷

10.1K 800 52
                                    

Güçlükle yutkundum. Sesimi bulabildiğimde "Lysander?" kelimesi titreyerek döküldü dudaklarımdan. Ardından kendime kızdım. Konu o bile olsa zayıflık göstermemeliydim. Uzun bir süre sonra ilk defa böyle titriyor, kendimi fazla savunmasız hissediyordum. Yanılıyor olma korkusu saniyeler içinde beni tüketiyordu. Çocukluğuma geri dönmüş gibiydim. Deli gibi özlediğim bu adam buradaydı.

Boğazımı çevreleyen kolu gevşedi. Buna neden olan sesimden kız olduğumu anlamış olması mıydı, adını fısıldamış olmam mıydı, bilemiyordum. Belki de ikisi birdendi. Bu fırsattan yararlanıp ondan kurtulabilir, uzaklaşıp yüzünü görebilirdim. Ama yapmadım. Cesaretim yerle bir olmuştu. Bu adam gerçekten Lysander olamazdı. O ölmüştü. Ama bunu görmedin, diye fısıldadı içimdeki hiç kaybolmayan umut parçası. Yine de dönüp bakamıyordum.

Beni bırakıp kendine doğru çeviren o oldu. Yüzünü gördüğümde şaşkınlıkla irkildim. Siyah saçları, keskin yüz hatları hatırladığım gibiydi. Bir sevinç dalgası patlayıp yüreğimi ele geçirdi. İnanamayan ifademle birkaç saniye bakakaldım ona. "Gerçekten sensin." dedim kollarımı boynuna dolamadan hemen önce. Kafamı boyun boşluğuna yerleştirdim, kokusunu içime çektim. Birkaç saniye sonra beni kendinden uzaklaştırdı, kollarımı iki yandan tutarak bana baktı. Kaşları çatılmıştı. "Sen kimsin?" diye yineledi cevapsız bıraktığım sorusunu.

İçimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Beni tanımaması imkansızdı. Fakat burada olması da öyle değil miydi zaten? "Eğittiğin kızı hatırlamıyor musun?" diye sordum. O da mı hafızasını kaybetmişti? "Sen beni küçükken ölümden kurtardın. Çok sıkı bir eğitimden geçirdin. Hatırlamıyor musun? Bana Elisya derdin." Benim küçük Elisya'm, kelimeleri kulaklarımda çınladı. Sustum, kafası karışmış görünüyordu. Onu incelediğimde farklı bir şeylerin olduğunu gördüm. Kendimi mantıklı düşünmeye zorladım. Ani bir aydınlanma anıyla gerçekler kafama dank etti. Onunla geçirdiğim son zamanlardan biraz daha genç görünüyordu. Daha çok... Beni bulduğu ilk gün ki gibi.

"Ne saçmalıyorsun?" diye sordu yeşil gözlerini kısarak.

Yaşadığım farkındalıkla bir kez daha nefesim kesilmişti, dünyamın sarsıldığını hissettim. Hayatımdaki en önemli kişiden bir yabancıdan uzaklaşır gibi uzaklaştım. Elleri kollarımı bıraktı, geriye adım atmama izin verdi. Gözlerimi kapadığımda anı denizinde bir hatıra yüzeye çıktı.

"Sen..." demiştim güçlükle. Ufak bedenim yerde yatıyordu. Açlık başımı döndürüyor, beraberinde birçok duyguyu getiriyordu. Nefes alıp baştan denemiştim konuşmayı. "Sen de kimsin?" Yavaşça dökülen kelimelerimi uzaklardan duyuyordum, sanki başkasına aitmiş gibi.

Uzattığı elini indirip yanıma çöktü. Yüzüme düşen saçları nazik bir dokunuşla geriye itti. Bunu yapmamalıydı. Kir içinde yüzen bu yerde olamayacak kadar temiz görünüyordu. Elleri kirlenmiş olmalıydı.

"Ben." dedi. "Prensim." Yüzünde hayatımda gördüğüm en güzel gülümseme belirmişti. Aldığım titrek nefesle içime umut doldu. Sokaklardaki çocuklardan duyduğum masallar geldi aklıma. Prens her zaman kurtarırdı, değil mi? Gerçekten beni kurtarmaya mı gelmişti? Annemi de kurtarabilir miydi? Acı dolu bir gerçekle o öldü, diye düşündüm. Ve sen de prenses değilsin.

Ama buna rağmen beni oradan kurtarmış, kirli sokaklardan kaptığım hastalıkla mücadelemde her zaman yanımda olmuştu. Sonrasında beni gizli eğitim kampına almış, ölene kadar bana özenle bakmıştı.

Tüm dengemin bozulduğunu hissediyordum. Prensim, dediğinde belki de bana gerçeği fısıldamıştı. Hala bunun nasıl olduğunu anlayamıyordum. Benim dünyamda, benim zamanımda ne işi vardı öyleyse?

ElisyaWhere stories live. Discover now