Bölüm 22 ✷

10.1K 792 99
                                    

"O sabaha kadar onun Lycaon olduğunu bilmiyordum." diye devam ettim sözlerime.

Cevap vermek yerine odamın kapısını açıp içeriyi işaret etti. İstediğini yaptığımda peşimden odaya girip kapıyı kapattı. Etrafa göz gezdirdim hızla. Büyüktü, ihtişamlıydı. Kraliyetin misafirlerine fazlasıyla yakışacak tarzdaydı. Ortada devasa yatak, yukarıdan açılarak dökülen tüllerin ortasındaydı. Onun sağ tarafında büyük ahşap dolap duvarın yarısını kaplıyor, kalan kısmını kitaplığa bırakıyordu. Sol tarafta ise tuvalet masası üzerine düzenle dizilmiş eşyalarla doluydu. Hemen yanında da bir boy aynası yer alıyordu.

"O kasabadaki herkes sorgulandı. Sen neredeydin?" diye sordu sol tarafta karşılıklı duran iki koltuktan birine gidip otururken. Oleisia ve ailesinin buraya getirilip getirilmediğini merak ettim. Mary iğrenerek bahsettiği kişinin o an evinde olduğunu anlayınca ne düşünmüştü?

Karşısına oturdum. "Seth ile birlikte kaçtık." dediğimde birkaç saniye yüzümü inceledi.

"Peki Lycaon hakkında ne biliyorsun?" Sözlerindeki ilgiyi yanlış yorumlamadığıma emindim. Kardeşi Nicholas'ın aksine Khairos'tan nefret etmiyor gibiydi. Lysander'ın kişiliğini biliyor oluşum da bu kanıyı destekliyordu. Eğer biraz olsun Lycaon dediği kişiyi tanıyorsa doğruları görebilirdi.

"Kasabaya yeni taşınan biriydi o zamanlar. Yanında bir kadın da vardı. Orada tanıştık ve affedin ama bana hiçte bahsedilen katliamı yapacak biri gibi görünmedi, lordum." dedim. Havada asılı koca bir yalan vardı ve ikimizde bunun farkındaydık. Eğer oradakileri sorguladıysalar muhtemelen Khairos ile kalan kızılı duymuşlardı. Saç rengim burada kolay rast gelinen türde değildi, tesadüfen aynı kasabada iki kişide olması ise fazla olurdu. Üstelik adımı öğrenmiş bile olabilirlerdi. Bahsedilen kadının ben olduğumu çözdüğünü görebiliyordum. Fakat ikimizde bunu dile getirmedik. İnkar edeceğimi biliyordu, elbette Oleisia ismimi söylediyse onun karşısına çıkartıp sordurabilirdi ama o durumda iş çok farklı bir boyuta taşınırdı. Suçsuz olduğum halde yargılanabilir, ceza alabilir veya Lycaon'un düşmanı tarafından gizlice öldürülebilirdim. Onu o kadar iyi tanıyordum ki olayın ne olduğunu çözmeden ya da suçlu olduğumu gösteren bir delil bulmadan harekete geçmeyeceğinden emindim. Adımı bilmiyorsa da sadece bir saç tonunu kanıt olarak gösterip o olduğuma emin olduğunu söyleyemezdi. Ben ise sesli olarak yalanlarımı kabul etmeye hazır değildim. Peşinden bir ton soru gelecekti.

"Sana bunu düşündüren nedir?" dedi yeşil gözlerini gözlerime dikerek.

"Kişiliği insanları mecbur bırakılmadıkça incitmeyecek kadar nazikti." diye yanıtladım.

"Bunun bir maske olmadığını nereden biliyorsun?" Soruları bitmeyecek gibi görünüyordu. Farklı bir yoldan cevap vermeyi denedim.

Başımı hafifçe sağa eğdim. "Sizde benim gibi düşünmüyor musunuz?" dedim soruyu soruyla yanıtlayarak.

"Söylemeye çalıştığın şey ne?" diye sordu. Oynadığımız bu oyunun beni gülümsetmesine engel oldum. Geçmişte buna benzer çok diyaloğumuz olmuştu. Bir keresinde eğitmenlerden birinin yatağını böcek sürüsü basmıştı. Eh, bunda Seth'le parmağımız olabilirdi. Kadın önce delirmiş, sonra suçluyu bulamayınca bu basit şakaya karşılık hepimize ağır cezalar vermişti. Ama değişen pek bir şey yoktu, bize verdiği eğitim her zaman çok ağırdı ve tüm kamp ondan nefret ederdi. Buna rağmen Lysander bir şekilde yapanın kimler olduğunu anlamış, beni sorguya çekmişti.

Ve bilmesine rağmen bizi ele vermemişti.

"Lycaon'un suçsuz olduğunu bildiğinizi düşünüyorum." dedim.

Tahminime göre yeni bir soru sormak üzereyken vazgeçti, onun yerine iç çekip konuşmaya başladı. "Diyelim öyle. Ne yapabilirim? Onun masum olduğuna dair hiçbir kanıt yok." Sinirleri bozulmuş görünüyordu. Elini sıkıntıyla sakallarına götürdü.

ElisyaWhere stories live. Discover now