Bölüm 39.1 ✷

6.9K 605 81
                                    

Müthiş bir baş ağrısıyla gözlerimi araladım. Adeta kafama çekiçle vuruyorlardı. Odaklanmak zordu fakat göz kapaklarımı kırpıştırarak tekrar tekrar denedim. Kısa sürede oda netleşmeye başlamıştı.

Bir an için ne olduğunu anlayamadım ama olanların zihnime düşmesi çok sürmemişti. Kaçırılmıştım. Uzun zamandır kullanılmadığı belli olan bir odada, bir sandalyenin üzerinde ellerim kollarım bağlı halde oturuyordum. Benden başka kimse yoktu.

Gözlerimi etrafta gezdirip işime yarayacak herhangi bir şey bulmayı denedim. Ancak hiçbir şey bulamamıştım. Adeta önlem olarak çoğu eşya çıkarılmış gibiydi, sadece bir koltuk ile birkaç sandalye vardı.

Kollarım sandalyenin arkasına doğru uzatılarak sıkıca bağlanmıştı, bu da ellerimi görerek onları çözmemi zorlaştırıyordu. Yine de parmaklarım başarabilmek için uğraşmaya devam etti. Kalın ip bileklerimi kesse bile...

Anahtar sesini duyduğumda başımı kaldırdım. Kapının ardında beliren Nicholas'tı. Elbette.

"Leydim?" dedi gıcık eden bir sırıtışla.

Cevap vermedim.

"Ne kadar güzel bir gün, değil mi?" Tam önümde durmuştu.

Olayın seyrini çözene kadar tepkisiz kalmayı seçmiştim fakat bu defa dilimi tutamadım. "Evet, bir de benim olduğum noktadan bakın manzaraya. Elleriniz bağlıyken hayat çok güzel."

Güldü. "Bunun için üzgünüm. Tedbirimi almam gerekiyordu."

"Benden ne istiyorsunuz?" diye sordum sakince.

"Senden değil. Lycaon'dan."

Dişlerimi birbirine bastırdım. "Neyin peşindesin?"

Yüz ifadesi değişti. "Benimle saygılı konuş."

Oysa ben ona daha fazla siz demek istemiyordum. Kelimelerimi de özenle seçemezdim. Saygılı konuşmayı hak edemeyecek kadar alçaktı. "Konuşmazsam ne olur?"

Bana doğru bir adım attı. "Kim olduğumu unuttun sanırım. Veya aciz durumda olduğunu."

İstemsizce güldüm. "Ben mi acizim? Bilgi her zaman güçtür. İstemediğin kadarına sahibim, emin ol." Elimde fazlasıyla koz vardı. Onu kullanmak için kurtulmam gerektiği üzerine ise fazla düşünmemem gerekiyordu.

Nicholas'ın çenesi gerilmişti. "Bir de bana cahil mi diyorsun?"

Tekrar güldüm. "Ne demek istediğimi bile anlayamıyorsun."

Öfkeyle öne atıldı ve saçlarımı ense kısmımdan sıkıca kavradı. Başımı ona doğru kaldırmama neden olmuştu, o kadar çekiyordu ki saçlarım tamamen yerlerinden kopabilirdi. "Sana haddini bil, diyorum." dedi. Koyu gözleri hiddetle irileşmişti.

İstediği tepkiyi vermek yerine dişlerimi birbirine bastırdım. Zayıf olmayacaktım. "Bilmem gereken her şeyi biliyorum."

Gözlerini kıstığında bu defa ne demek istediğimi anlamış görünüyordu ya da en azından bir tahmini olmalıydı. Saçımı bırakıp geri çekildi ama hala tehditkâr bir ifadeyle bakıyordu. "Ne biliyorsun?"

Hemen cevap vermek yerine boynumu esnettim, canımı yaktıysa beklemek zorundaydı. "Mesela..." diye başladım sonra söze. "Lycaon'un artık bir adım önde olduğunu biliyorum. Takas istiyorsun."

Alayla gülerken rahatladığını belli etmemeye çalışmıştı. "Bunu yerinde olan çoğu kişi tahmin edebilir. Evet, tanık artık onlarla. Ama senin için ondan vazgeçmek zorunda kalacak."

ElisyaWhere stories live. Discover now