-10-

3.2K 205 24
                                    

"Bana kalmış."

Duyduğum cümleden sonra dudaklarıma yayılan sıcaklıkla gözlerimi kapattım.  
İkimiz de karşılık vermiyorduk sadece dudaklarımız değiyordu.

Geri çekildiğinde gözlerimi açıp onunkilere baktım. Ağlamak üzereydi.
"Sana bunu yapmak istemiyorum."
Her seferinde bunu söyleyip beni ağlatmaktan bıkmamış mıydı?
"Ne kadar yaşarım bilmiyorum bile. Bırak beni ve git."
"Haklısın ne kadar yaşayacağını bilmiyoruz belki bir belki elli yıl. Önemli olan geriye kalan zamanda mutlu olman."
"Ya sen? Öleceğim günü beklerken ne kadar mutlu olabilirsin?"
"Tahmin edemeyeceğin kadar çok. Artık direnme. O hissi sonlandıralım Jimin. Aradaki mesafeyi kapatalım."
Dudaklarıma kayan gözlerine baktıktan sonra bu sefer gerçek anlamda onu öpmeye başladım.
Karşılık vermeyince artık gerçekten yapamayacağımı anladım. Ağlamamın şiddetlenmesiyle dudaklarımızı ayırdım.
Gitme zamanı geldi Jimin.
O seni asla kabullenmeyecek.
Tam ayağa kalkacaktım ki oturur pozisyona geçip beni kendine çekti. Kucağına düştüğümde hızlıca beni öpmeye başladı.
Birkaç saniye sonra ayrılıp hızlıca nefes alıp vermeye başladı.
"Güzel hissettiriyormuş."
Ellerimle saçlarını geriye atıp yüzünü inceledim. Yumuşak hatları gerçekten güzeldi.
Küçük bir gülümsemeyle gözlerime bakıyordu.
"Hiçbir zaman beni bırakmayacaksın değil mi?"
"Hayır."
"Zaten bunu bildiğim için öptüm ya seni. Ha minik bu arada şey..."
Söyleyeceği şeyi heyecanla beklerken ağzından çıkan şeylerle öylece kaldım.
"Göründüğün kadar hafif değilsin."
Kahkahalarla gülmeye başladığında ses tonunun ne kadar harika olduğunu bir kere daha fark ettim.
"Senden hafifim ben be!"
"Şaka şaka üflesem uçacak gibisin."
Tabiki de hafifim! Yinede onu zorlamamak için üstünden kalktım.
Bir kenara kaçıp bizi izleyen kediyi kucağıma alıp yere oturdum tekrar.
"Adı Yoomi."
Etrafa bakınıp birşey fark etmiş gibi kalktı.
"Aslında ev biraz dağınık yani bilirsin her zaman misafir gelmiyor. Ama sen misafir değilsin dimi?"
Aman tanrım her dakika beni şaşırtmayı nasıl beceriyorsun Jimin?
"Misafir değilsem neyim?"
"Sevgilim?"
"Sevgilin?"
"Ne yani en başından beri seni kabullenmemi istemiyor muydun? Al işte sana hayatını mahvetme fırsatı."
"Emin ol hayatımı en güzel şekilde mahvedeceğim büyüğüm."
"Vay demek büyüğüm ha?"
Gülümseyip odadan çıktı arkasından gittim.
Başka bir odaya girdiğinde burayı daha önce fark etmediğimi düşündüm. Onun ardından içeriye girdim. Odanın bir duvarı hariç diğer duvarlar aynayla kaplıydı. Dikkatli incelediğimde buranın bir pratik odası olduğunu gördüm.
"Dans mı ediyorsun?"
"Eh biraz."
Gözüm bir kenarda duran kupalara takıldı. Yaklaşıp baktım. Bir sürü birinciliği vardı dünya çapında.
"Biraz mı? Park Jimin sen kendini aşmışsın! Peki zorlanmıyor musun?"
"Evet ama beni hayata bağlayan birşey bu. Ya sen dans edebiliyor musun?"
"Liseye geçtiğim zaman bıraktım."
"Neden?"
Sorduğu soruyla bir süre duraksadım. Gözlerim dolmuştu, bu hatırlamak istemediğim birşeydi aslında.
"Partnerim öldü."
Hızlıca yaklaşıp vücudumu kavradı.
"Üzgünüm. Sanırım sana bunu hatırlatmamalıydım."
"Dans ediyorduk. Bir anlık dalgınlığıma geldi, sahneden düştü. Onu tutamadım..."
"Bence dansa devam etmelisin. Eminim harikasındır."
Yüzünü görebilmek için kafamı göğsünden kaldırdım.
"Sanmıyorum."
"Partnerin olabilirim miniğim."
"Partnerim olabilirsin."
Vücudunu benimkinden ayırıp aynaya yaklaştı. Saçlarını karıştırırken homurdanıyordu.
"Hadi ama unutmuş olamam!"
"Neyi?"
"Üzgünüm miniğim saçlarımı boyama vakti geldi."
Yani gelen şey bu muydu? Her hastaneden çıktığında saçını mı boyatıyordu?
"Gelen şe-"
Sözümü kesip konuşmaya devam etti.
"Evet evet hastane çıkışında boyatıyorum. Aslında biliyor musun pembeyi sevmiştim. Hadi bu sefer de rengimi sen seç. Seninkini de ben!"
"Tamam."
______

LUNATICTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang