C • XVI.

3K 257 170
                                    

 

Beni sevenleri hep geride bıraktım.

 

Babamdan ödünç almayı başarabildiğim arabayla Aren'in evinin önüne geldiğimde heyecandan az kalsın midem ağzıma gelecekti, çıldıracak gibiydim. Avuçlarım sürekli terliyordu, onları sık sık kotuma bastırmak zorunda kalıyordum. Aklıma streslendiği veya da heyecanlandığı zamanlarda Aren'in de avuçlarını kotuna bastırdığı zamanlar geldi. Nedensizce yüzümde bir tebessüm oluştu. Bir kez daha, ona dair her şeyi ne kadar çok sevdiğimi fark ettim.

Sanki bir yararı olabilecekmiş gibi genzimi temizlemeden önce derin bir nefes alıp verdim.

"Pekala, siktiğimin Calum Hood'u. Adam ol ve şu randevuyu sakın ama sakın mahvedeyim deme."

Belki de boş bir umuttu benimkisi emin değildim ama, Aren'in de bana karşı bir şeyler hissediyor olabileceğini düşünüyordum. Özellikle babamla yaptığımız o konuşmadan sonra bir şeyleri düşündüğümde, yolun sonu hep o kapıya çıkıyordu.

Çok tuhaf. Sanki her yerde Aren vardı. Gözlerimi her kapattığımda zihnimin önüne bir perde gibi düşen güzel yüzü, gülüşü aklıma geldikçe kalbim mideme düşüyordu sanki. Bazı duyguları bu kadar yoğun düzeyde hissedebileceğim aklımın ucundan geçmediği gibi, çok kısa bir sürede Aren'e bu kadar çabuk bağlanabileceğimi de düşünmezdim.

Kendi kendimle de konuştuktan sonra arabadan indim. Saat tam beşti. Onu beşte almamı istemişti. Bana kalsa sabahın beşinden beri burada dikilirdim sanırım ama o kadar da hastalıklı bir birey olduğumu düşünüp Aren'i korkutmak istemedim.

Gerçekten yapar mıydım acaba? Bir düşünmedim değil.

Sikeyim. Salak salak konuşmaya başladım yine. Yapmazdım herhalde. O kadar da... sersem değilimdir? Sanırım. Emin değilim. Aren'le ilgili yapabileceklerimin bir sınırı olduğunu hiç zannetmiyordum.

Başımı kaldırıp karşımdaki tek katlı müstakil eve baktım. Dış duvarı beyaz renge, pencereleri de maviye boyanmıştı. Bazı pencerelerde ufak ufak saksılar vardı ve evin dışından başlamak üzere her tarafı yeşilin ayrı ayrı tonlarını görebiliyordunuz. Çiçeklerin yeşil rengin ağırlığına kattığı renkliliği de hesaba katarsak, evin dışarıdan oldukça şirin bir görüntüsü vardı. Bana daha çok Yunanistan'daki evleri hatırlatmıştı.

Tekrar genzimi temizledim. Annem artık siyah dışında bir renk giymem konusunda sabah beni bir güzel azarlamıştı. Dolabımdan kareli yeşil oduncu gömleğimi çıkarttığında hala hoş bir tercih sayılmadığını düşünsem de, festival ortamının fazlasıyla salaş olduğunu bildiğimden ve Aren'le evlenmeye gitmeyeceğimden, smokin de giyecek değildim.

Gömleğimin yakasını düzelttim. Neye benziyor olduğum konusunda hiçbir fikrim yoktu ama bir yardımı dokunabilecekmiş gibi parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Verandaya doğru adım atarken evin arka tarafından aniden bir köpek, İngiliz bulldogu çıkageldi.

Gerçi köpek demek diğerlerine hakaret etmek demek olurdu. Bu resmen... koyun gibi bir şeydi. Büyükbaş hayvan bile diyebilirdim o kadar ki büyüktü. Manyak gibi havlamaya başladığında küfür etmekten kendimi alamadım.

"Siktir git," benden uzaklaşması için ona vurmamaya da çalışarak dikkatle ayağımı savurdum. Ama bu daha fazla havlamasına ve patilerinden birini kaldırdığım ayağıma tepki olarak vurmasına sebep oldu. Hiç durmadan sürekli etrafımda daire çiziyor, bana doğru birkaç kez cüretkar adımlar atıp havlıyor; ısıracak gibi olduğunda ve ben kendimi savunmak için onu kendimden uzaklaştırdığımda bir de patisiyle bana vuruyordu.

A Certain Romance || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin