C • XXIX.

2K 190 84
                                    

"Yıldızları saymak kaç gece sürer?
  Kalbimi düzeltmek de bu kadar."

Uyuyamıyordum.

Aren'le üç gündür konuşmuyorduk. Çocuklara yediğim bokun ne olduğunu anlattığımda özellikle Ashton beni ayaklarımdan tutup ters çevirerek stüdyonun balkonun aşağı sallandırmanın ya da sonradan bunun fazla insaflı olacağına karar verip, kaldırıp aşağı atmanın en uygun şey olacağı hakkındaki tehditlerini unutamıyordum.

Onu aramak istiyordum ama cesaretim yoktu. Kendi kendime yediğim boklar için tavırlara girip bunun hıncını Aren'den çıkartmam doğru değildi. Ona zaten bizzat ben söylemiştim, ilk konserimde yanımda olsun istemiştim. Buna ne kadar içerlendiyse yine de kalkıp gelmişti. Ve benim ona teşekkürüm ne miydi? Kızı karşımda köpek varmış gibi azarlamak ve aslında her şey onunla ilgiliyken, bağırarak onu bunun aksine inandırmak.

Tanrım... nasıl bu kadar aptal olabilirdim ki? Bütün hayatımı ona adamakta tereddüt bile etmeyeceğim bir kızı karşımda azarlamak hangi sik kafalının kolaylıkla yapacağı türden bir eylem olabilirdi? Kendime inanamıyordum. Babamla konuşuyordum olmuyordu, annemi arayıp eve gelmesini istiyordum; gelmiyordu. Lanet olası kıyafetlerimin hiçbirini bulamıyordum, giymek istediklerim kirlideydi ve biz kirlileri renklerine göre ayırsak bile nasıl yıkamamız gerektiğini bilmiyorduk. Kuru temizleme de aksi gibi yoğundu.

Üstümde annemin mükemmel temizlik malzemelerinin rengini soldurduğu gri bir kapüşonlu vardı. Kumaşın üzerinde bazı yerlerde ufacık hipo lekeleri vardı ve onları fark ettikçe kafayı yiyecek gibi oluyordum.

Düzenimi sikmişlerdi resmen. Ve bunun tüm cezasını da ben çekiyordum.

Hayatımda ilk defa başıma gelen bir belaya çözüm bulamıyordum. Bu beni daha çok yoruyordu. Aren'i aramam gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum, elim hep geri gidiyordu. Çocuklara arattırıyordum, onlar çağırıyorlardı. Özellikle Ashton'ın ısrarlarına dayanamayacağını bildiğim için en çok onu kullanıyordum ama her seferinde bir bahane bulup beni atlatıyordu.

Bir gün Leon'a gideceğini söyledi, gelmedi.

Bir gün ders çalışacağını söyledi, gelmedi.

Bir gün ailece büyükanne ve büyükbabasını ziyaret etmeye gideceklerini söyledi, gelmedi.

Benden kaçtığı çok belliydi. Muhtemelen bilerek çocuklara onu arattığımın da farkındaydı. Aren'in gözünden hiçbir şey kaçmazdı ve şu anda yaptığımdan köpek gibi pişman olduğumu da çok iyi biliyordu. Beni süründürmek istiyordu ki... ne söyleyebilirdim ki? Yerden göğe kadar hakkı vardı.

Tam umudumu kesip uyuyacaktım ki, komodinimin üzerindeki telefonum manyak gibi çalmaya başladı. Odamın içindeki sessizliğe alışmış olmalıydım, zil sesim o sessizliği yırtıp aşınca anlık bir şok yaşamıştım. Acil bir şey olmadığı sürece telefonumun gecenin bu saatinde çalmayacağını bildiğimden, yerimden zıpladım. Kolumu uzatıp telefonumu kaptığımda ekranı kendime çevirdim.

Aren.

Telefonu açıp hemen kulağıma yaklaştırdım. "Aren n'oldu—" diyebildim sadece. Hıçkırıklarından ve arkadan gelen çığlıklardan, hayrıkışlardan başka hiçbir şey duyulmuyordu. Göğsümün ortasına kocaman bir taş otururken nasıl ayağa kalkıp sandalyemin arkasına astığım kotuma eriştiğimi bile hatırlamıyordum. Bir yandan deliler gibi titrerken diğer yandan da sakin kalabilmek istiyordum ama arkadaki çığlıklar bana düşündüğüm ve hepimizin gerçekleşmesinden uzun zamandır korktuğu o şeyin olduğunu ifade edebilmek için yeterinden fazlaydı.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now