A • XXII.

2.6K 233 105
                                    

"Bu gece günceme yazacağım."

"Neyi?"

"Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini."

Staj yaptığım hastaneden sadece yirmi dakikalık bir süre zarfı kadar uzaklıkta bulunan Central Park'a geleceğimizi hiç düşünmemiştim.

Calum'la neden buraya geldiğimi bile bilmiyordum. Kalmam gereken süreyi doldurur doldurmaz kendimi onun yanında buluvermiştim. Sanki o da geleceğimi en az benim kadar iyi biliyormuş gibi görüş alanına girdiğimde, yüzünde büyümesiyle birlikte parlayan bir gülümseme vardı. Sanki şehrin tüm ışıkları kahverengilerine toplanmış gibiydi.

Beni buraya ilk kez getirdiği günü hatırladım. Parkın içindeki ulu ağaçlardan birinin altına oturup saatlerce yeni aldığı IPod'undan müzik dinlemiştik. Kulaklıklarının tekini verirken, aslında onları paylaşmayı hiç sevmediğini ama benim için bir kereliğine ayrıcalık göstereceğini söylemişti. Üzerindeki kıyafetlerini bile hatırlıyordum. Sanki beş yıl öncesi değildi de, beş dakika öncesiydi. Her şey o kadar gerçek ve hala da tazeydi. Onu özlediğimi biliyordum. Calum'ı özlemediğim bir saniye bile yoktu aslında. Ama sadece birbirimizin karşısına aniden çıkmak, bastırdığım onca duyguyu kontrol edemeyeceğim kadar zincirlerinin dayanma sınırlarını zorluyordu.

Calum'la ne yapacağımı bilmiyordum.

Bana kalsın istemiştim. Çok bencilce bir düşünce olduğunu biliyordum ama umrumda değildi. Evet, onu çok desteklemiştim. Birbirimizin hayallerini dinlemiştik ve belki de on yedi yaşında iki gencin New York'a doğru adımlarını atarken birbirlerini bulup aşık olmasından ibaret olarak görünüyordu ikimizin hikayesi. Ama öyle değildi. Basit şeyler basit hissettirirdi. Geçici hissettiğimiz duyguların bir sınırı olurdu. Söndükleri bir nokta. Heves.

Calum benim için heves değildi ve- sadece... tek istediğim, benim de onun için basit bir heves olmadığıma kendimi inandırmaya çalışmakta başarılı olabilmekti. Aksi takdirde çıldırmanın eşiğinde buluyordum kendimi.

Nasıl?

Beni nasıl bırakabilirdi?

Central Park, ayrıldığımız günden beri benim için kasaba kadar lanetliydi. New York'ta yaşayan biri olmama rağmen Calum ve çocuklarla lisedeki gelişlerimiz dışında buraya hiç gelmemiştim. Önünden veya çevresinden geçmek zorunda olduğum durumlar söz konusu olduğunda, uzayacak olsa bile yolumu değiştiriyordum. Bana çok acı veren şeyleri bir süre elimin tersiyle köşeye itmek ve görmezden gelmek gibi bir huyum vardı. Acısı geçmiyordu, görmezden gelmek bir şeyleri dindirmezdi.

Sadece hafifletiyordu. Geçici bir çözümdü. Geçici olduğunu onu gördüğümde anlamıştım zaten, asla kalıcı olarak bu kalp ağrısına bir çözüm bulunamayacaktı. Ne ben ne de Calum, bu durumumuza bir çare bulabilirdik.

Aslında her şey çok basitti. Karmakarışık görünüyor olmasına rağmen son derece basitti hem de. Birbirimizi sevmiştik- ama o, nedensizce beni terk etmişti.

Nedensizce.

Şimdi de karşımdaydı ve beni geri istediğini söylüyordu. Aklımı karıştıracak şeyler yapıyordu. Pişman olduğunu, dünyadaki hiçbir para biriminin beni geri getirmeye yetmeyeceğini söyleyip durmaktan başka yaptığı hiçbir şey yoktu. Liseye dönmek istediğini söylüyordu bir de.

Ama giderken bu boktan kasabadan kurtulmak için arkasında kimi bıraktığının umrunda olmadığını söylediğini daha beş dakika öncesiymiş gibi tüm netliğiyle hatırlıyordum.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now