A • XXVIII.

2.3K 207 143
                                    

"Ne zaman gözlerimi kapatıp uyumaya çalışsam,
  Yıkılıyorum, nefes almakta zorlanıyorum.
  Sebebi sensin, tek sebebi sensin."

Konser öncesi müzik aletlerin durumunu, akorunu ve genel anlamda ses sistemlerini kontrol etmek için giyinme odasında beni tek başıma bırakmak zorunda kaldılar. Burada olduğuma inanmaları için yaklaşık bir yarım saat kadar süreyi devirmemiz gerekmişti. Ashton sanki gerçek olmamamdan korkuyormuş gibi beni sürekli kolunun altında tutmuştu. Michael şaşkındı ve Luke da başlarda tepki veremiyor olsa da, sonlara doğru anılarını anlatmaya başlayarak aradaki soğukluğu hemen yok etmişti.

Burada olmaktan ilk başlarda endişe duyuyor olsam da, tıpkı lisedeyken yaptığımız gibi toplanıp sohbet etmeye başladığımızda gerginlikten burnumun köküne kadar beni sızlatan o acının en sonunda beni tatmin ettiğini görmek rahat hissettirmişti. Buna değmeliydi ki değmişti gerçekten de. Sadece... buna hemen alışmaktan çok korkuyordum. Çünkü her ne kadar bir süre buralarda olduklarını söyleseler de, kalıcı değillerdi.

Kalıcı değillerdi. Bunu söylerken bile hâlâ ilk günkü gibi içimde bir şeyler cız ediyordu. Biz değişmiştik, onlar büyümüşlerdi, ben büyümüştüm. Ama bazı şeyler hâlâ aynı sıcaklığı ve yoğunluğu iliklerime kadar hissettiriyordu.

Calum, sahneyi kontrol etmek için çocuklarla birlikte giderken telefonunu bana bırakmıştı. Sebebini anlamamıştım. Ne yapmaya çalıştığını da.

Bu... bana karşı yapılan bir çeşit deneme sınavı gibi bir şey miydi? Nedense ben öyle hissediyordum. Elbette ki karıştırmayacaktım. Yani bu çok aptalca olurdu. Her ne kadar çok uzun ve eski bir geçmişe sahip olsak da telefonu onun kişisel eşyalarından biriydi. Özelini karıştırarak bu gizliliği ihlal etmiş olacaktım.

Ama nedense bunu bile bile ihlal etmem için şu aptal şeyin elime tutuşmasını sağladığı konusunda tuhaf bir şüphe seziyordum.

Yerimde durmak zorlaşınca oturduğum deri koltuktan ayağa kalktım. Giyinme odasında bir aşağı bir yukarı yürümeye başlarken telefonunu elimde tutuyordum. İçinde ne olduğunu merak ederken karıştırmayı önlemek için dudağımın kenarını ısırdım.

Sana ne Aren. Sana ne yani.

En son odanın içinde manyak gibi volta atmayı bıraktım. Dudağımın kenarına dişimle işkence etmeyi de. Siyah ekrana öylece bakarken, parmağım kilit ekranını açmak için yan taraftaki tuşa uzanıyordu. Son anda kendimi durdurdum. İçimden hem yap, yap şunu! diye bir haykırış yükseliyor hem de sana ne yahu! diye haklı bir azarlayış onu bastırıyordu.

Öyle ya da böyle, iç seslerimin birbirinden zıt fikirlerinin bana haykırışları arasında bir seçim yapmak için debelenirken parmağım kenardaki tuşa sonunda değdi.

Ve ekranda benim fotoğrafım belirdi.

O günü tüm netliğiyle hatırlıyordum. Sanki iki saniye öncesiymiş kadar zihnimde tazecikti. Okul çıkışı çocuklarla yeni açılan hamburgerciye gitmiştik. Ashton ve Michael'ın ortasında oturuyordum, Michael'ın bembeyaz tenini nerede görsem tanırdım zaten. Calum'un telefonundaki bu ekranda ise sadece ben kalacak şekilde kırpılmıştım; hamburgeri ısırdıktan sonra dudağımın kenarına barbekü sos bulaşmıştı ve Ashton bununla ağzında çiğnenmiş et ve ekmek parçalarını göstermekten çekinmeden dakikalar boyunca dalga geçmişti. Luke ve ben ağzını kapatması için ne kadar çemkirsek de, Ashton bunu yapmaya devam etmişti.

Böyle bir fotoğraf çektiğini yanında oturan Luke'un, Calum'u bir nevi ispiyonlaması sayesinde öğrenmiştim. Silmesini istemiştim çünkü hadi ama, yemek yerken birinin fotoğrafını neden çekerdiniz ki?

A Certain Romance || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin