C • XXXI.

2K 212 195
                                    

İyi akşamlar herkese:")
Öncelikle iki şey söylemek istiyorum. Birincisi; dün akşam yaşadığım ama tamamen uygulamanın kendi sorunu olan bir problem yüzünden hikayelerimin tamamını kaldırmak zorunda kaldım. Pillowtalk beklemediğim bir şekilde yok oldu ve bazı hikayelerimin bölümleri silinmeye başlamıştı. Ben de panikledim, kurtarabilmek için hepsini taslağa aldım. Çünkü Pillowtalk taslaklarda bile yoktu. O yüzden eğer okuma listelerinizden ya da kütüphanenizden çıktılarsa lütfen geri ekleyin, devam ediyorum ben yazmaya:")

İkincisi ise bu bölüm beni gerçekten çok zorladı. Çok ağladım ve bu zamana kadar yazdığım tüm hikayelerin içinde en zoruydu. Sizden istediğim sadece tek bir şey var. Hepimiz burada Calum'un Aren'i ne kadar sevdiğini biliyoruz. Ben zaten geçmişteki bölümleri bu yüzden yazdım. Ayrılmalarını yazarken size elimden geldiğince bunu kendi bencilliğiyle yapmadığını belirtmeye çalıştım. Aren'e bunu yapmasının bir amacı var, ki ben bu amacı doğru bulmasam bile. Dolayısıyla tek ricam ikisini de anlamaya çalışmanız. Ki öyle olacağına da eminim. Bu notu düşmek istedim çünkü hikâyeye yazdığınız yorumlar beni çok mutlu ediyor, yanlış bir algı oluşturarak sizi mahçup etmek istemem.

Amma konuştum he. Neyse, hadi iyi okumalar🖤

"Bunca para bir zaman makinesi alamaz ki bana, hayır.
Seni milyon tane yüzüğe değişmem, hayır.
Senin, benim için ne ifade ettiğini sana söylemeliydim.
Çünkü şimdi bedelini ödüyorum."

Leon'un cenazesinin üzerinden üç gün geçmişti. Hayatımda geçirdiğim en berbat üç gün olabilirdi. Her zaman daha kötülerinin beni beklediğini düşünüp, o anki durumda kendimi rahatlatmaya çalışırdım ama şu geçirdiğim üç gün boyunca bunu yapmamın imkânı yoktu, hem de birazcık bile. Çünkü yarın İngiltere'ye gidecektim. Her şey asıl şimdi başlayacaktı. En kötü günümü birazdan yaşayacaktım.

Hastanede onun yanına gittiğim andan itibaren şu ana kadar, ona sarılabilmek için tüm şanslarımı değerlendirmeye çalıştım. Ona uzun uzun baktım. Bir daha asla görüşmeyecekmişiz gibi güzel yüzündeki bütün detayları zihnimin ön tarafına kazıdığımdan emin olmak için çabaladım.

Onu şimdi bırakmamam gerekiyordu, biliyordum. Bana çok ihtiyacı vardı, bize çok ihtiyacı vardı. En terk edilmemesi gereken zamanda onu bırakmak üzereydim ve kendime gerçekten eşi benzeri duyulmamış küfürler ediyordum. Şu siktiğimin beyni bana düşünebilmem için verilmişti, böylece Aren'in köpeği Queen'den bir farkım olmalıydı ama hayır. O kadarcık köpek bile benden çok daha akıllıydı. Kafatasımın içinde duruyordu fakat belli ki Tanrı bana onu sadece içeride ağırlık yapsın diye vermişti.

Beynim böylesine acil bir durumda neden kendini kapatıyordu ki?

Kendime inanamıyordum. Aklıma başka bir şey gelmemiş gibi, onu halk parkına çağırmıştım. Kışın sessiz olurdu ve kimse gelmezdi. Üstelik şimdi bir de yeni meydana gelmiş bir cenaze söz konusuyken bizim kasabanın tamamında yas ilan edilirdi. Ölen kişinin kim olduğu önemsenmezdi. Herkese bu konuda değer verilirdi fakat şimdi ölen kişi küçücük bir çocuk, hayatını yarıda bırakmış bir genç olunca her şey çok daha ağırdan ağırdan ilerliyordu sanki.

Yemin ediyorum kıvranıyordum. Parkın içinde bir o tarafa bir de diğer tarafa yürüyüp duruyordum. Ayağımın altında kar ve buz kalıntıları botlarımla beraber eziliyor, kafatasımın düşünmekten çatlamasına benzettiğim sesler çıkartıyordu. Hava buz gibiydi ama ben o kadar terliyordum ki, şurada çıplak kalıp kar kütlelerinin arasına gömülebilirdim.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now