A • XXIV.

2.4K 217 74
                                    

Onu bir daha görmeyi umuyordu. Her şeye razıydı. Eskisi gibi olmayacak bile olsa onunla oturmaya, onu dinlemeye ve onunla konuşmaya can atıyordu.

Fakat kapı bir daha açılmadı.

Apartmanımın önünde arabasını durdurduğunda, vücudumda hissettiğim yorgunluğun milyon katını ruhumda hissediyordum. Başımı çevirip Calum'a baktığımda, onun da en az benim kadar yorgun olduğunu görebiliyordum. Zaten ikimiz de çalışıyorduk ve göz altlarındaki torbalarla birlikte kapanmak üzere olan gözlerine bakılacak olursa, onun da son zamanlarda temiz bir uyku çektiğini söyleyemezdim.

Ayrıldığımız günden beri Calum'la ilgili her şey benim için lanetli kategorisine giriyordu. O kategoriye attığım hiçbir şeye beş yıldır değil dokunmak, dönüp bakmıyordum bile. Sadece kolye hariç. Onu bir köşeye atmaya kıyamıyordum. Ona lanetli demek de içimden gelmiyordu. En sevdiğim şarkıya bile bu ayrımcılığı gösterebiliyordum ama o kolye için elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Seslice genzimi temizledim. Avuçlarımla gözlerimi ovuşturup, açabildiğim ölçüde uykumu açtıktan sonra Calum'a döndüm. Onu zaten bana bakıyor bir şekilde bulmak benim için şaşırtıcı bir şey değildi. Beş sene sonra artık bir yerlerde karşılaşma ihtimalimizin olmadığı insanla şu an aynı arabanın içinde oturabiliyorsam muhtemelen benim için bundan sonra her şey mümkündü.

"Bıraktığın için... teşekkür ederim."

Neredeyse fısıltı kadar kısık çıkan sesimi dinledikten sonra uzun uzun beni seyretti. Önceden bunun hakkında ne düşündüğümü hatırlamıyordum ama, şimdi nedense liseye geri dönmüşüz gibi hissediyordum. Belki de bunun en büyük sebebi, aklında ve kalbinde neler döndüğünü deli gibi merak etmemdi.

Ah, kendimle bu kadar çelişmekten nefret ediyordum.

Başını salladığında ben de belli belirsiz bir şekilde başımı sallayarak onu yanıtladım. Arabanın kapısını açıp indim. Kapıyı tekrar kapatıp, demir kapıya ulaşan apartman merdivenlerini tırmanmak için adımlamaya başladım. Saat neredeyse gece yarısını bulmuştu ama sokaklar hâlâ cıvıl cıvıldı.

Eskisi gibi olmak istedim.

Mutlu olmak istiyordum sadece. Eski halimi ve onu... ne kadar özlediğimi anlatabilmenin bir yolu yoktu bence. Ne çok umutlarım vardı onunla ilgili. New York'la ilgili. Leon'la ilgili. Her şeyin çok daha güzel olacağına inanmaya ihtiyacım vardı ve öyle de yapmaya çalışıyordum. Güzel şeyler olacağına inanmak beni hep bir sonraki aşamaya taşımıştı. Konuşmaya başladığımız ilk zamanlarda Calum'la işleri bu noktaya getirmemizi sağlayabilen en büyük etken, beni tersleyene dek peşinden koşmamdı. Sonra her şey bir anda tersine dönmüştü. Birbirimizi son senede bulmak bana haksızlık gibi geliyordu.

Çünkü zaten ortada üç senelik bir kayıp vardı. Birlikteliğimizin hemen arkasından da beş senelik bir kayıp ikimizin avucundaki zaman kırıntılarına denk gelmişti.

Aren ve Calum için zaman neden bu kadar adaletsizce işliyordu ki? Hep bir kayıp var gibiydi.

"Aren."

Merdivenlerin sadece birkaç basamağını çıkmıştım. Ellerimi montumun cebine koyarken omzumun üzerinden arkamı dönüp ona baktım.

Onu istiyordum, tanrım, o kadar çok istiyordum ki hem de... ellerini ellerimde, dudaklarını elmacık kemiğimin üzerinde, yüzünü boynuma bırakıp kokumu içine çekerken kollarını bedenimin etrafında istiyordum işte. Bu duyguları körelttiğimi zannediyordum ama en ilkel halleriyle ruhumun derinliklerinde gömüldükleri yerden usulca tırmanarak yüzeye çıkıyorlardı. Ancak bu kadar dayanabiliyordum.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now