A • XVII.

3.1K 261 180
                                    

Yaşlandığında, daha sade ve aklı başında olduğunda,
İçinden geldiğimiz tüm tehlikeleri hatırladığında,
Köz gibi yanan, düşen, hassas olan.
Yıllar önce...

Eğer bana, hayatımda bir kereliğine bile olsa zamanda geriye gitme hakkı tanınmış olsaydı bunu Calum Hood'u aklımdan silip atmak için kullanırdım. Onunla hiç tanışmaz, Bay Campbell'in isteğini asla kabul etmez ve tehlikeli olduğu kanaatinde kalmaya devam ederek ondan sonsuza dek uzak dururdum. Güvende olurdum. Belki aşkı bu kadar yoğun taşımaz, sevginin ne demek olduğunu öğrenemezdim ama en azından güvende olurdum. Kalbim onarılamayacak kadar kırık bir hale gelmezdi. Durduk yere gözlerim dolmazdı. Aklıma her geldiğinde nefeslerimin düzeni bozulmazdı.

Bilinen Aren olmaya devam ederdim. Herkesin tanıdığı o mutlu, sevecen, sıcakkanlı Aren. Ailesi, öğretmenleri, arkadaşları tarafından çok sevilen Aren. Eve dönemeyecek kadar korkak olmayan Aren.

Şimdi gerçekten kasabaya dönemiyordum. Biliyordum ki bıraktığım günde kalmıştım hala. Ayrıldığımız o yer, evimin önü, onun evi, Campbell Lisesi, festival alanı...

Özel günlerde buluşmak için annem ve babam Queen ile birlikte buraya geliyorlardı. Son beş yıl içinde ancak böyle bir araya gelebiliyorduk. Başka türlü oluru yoktu. Özellikle buradaki okulu kazandığımda babam, beni kasabadan çok fazla uzaklaştırma taraftarı değildi. Annemin de pek öyle olduğunu söyleyemezdim ki bunda yeterince hakları vardı. Bütün yaz ağır bir depresyon yaşamıştım. Fakat diğer yandan da uzaklaşırsam atlatmam daha kolay olur diye buna müsade de etmişlerdi.

Evime bir daha dönebilir miydim hiç bilmiyordum.

Belki de asla bir daha oraları yeniden görebilecek kadar cesur olamayacaktım.

Tekli koltuklarımdan birine bıraktığı ceketine uzanmadan önce bana yeniden baktı. Emin olup olmadığımı anlamaya çalışan şüpheci bir ifadesi vardı. Benim hala hayır dediğim bir şeye sonradan ölsem evet demeyeceğimi anlamıyordu. Eh, haksız da sayılmazdı. Nasıl bir insan olduğumu unutmak için belki de beş sene gayet yeterli bir süreydi.

"Gelmeyecek misin?"

Hazır o gidiyorken ben de mutfağıma yönelmek için koltuktan sonunda kalktım. Ona hiç cevap vermedim, kalkarken yüzüne de bakmadım. Ama gelip sanki buna mutlaka bir son vermek zorundaymış gibi önümde durdu. Karşımda belirsiz ifadesiyle dikildi.

"Tamam... seni istemediğin hiçbir şeye zorlamayacağım. Ama-"

"Git o zaman."

"Onun ne demek olduğunu bilmiyorum."

"Ah, gerçekten mi?" histerik bir kahkaha attım. "Oysaki ben bunun kelime anlamını senden daha iyi bilen bir insan tanımıyorum."

Ona karşı bu kadar ağır şeyler söylüyor olmaktan nefret ediyordum. Benden uzaklaşması için yaptığım bunca hareket aynı zamanda kendimden de nefret etmeme sebep oluyordu. Hayatımda daha önce hiç bu kadar hırçın ve gaddar olduğum bir zaman yoktu sanırım. Ama elimde de değildi. Beş yılın acısını çıkartmak istememe rağmen, bana titreyen gözleriyle baktığı zaman ne yapacağımı bilemiyordum. Utanmasam yaptıklarımdan ve söylediklerimden pişman bile olabilirdim. Böyle bir etki yaratıyordu.

Söylediklerim üzerine başını kırgın ve sitemkâr bir şekilde yavaşça salladı. Seslice genzini temizledi. Gidecekmiş gibi arkasını döndü, sokak kapısına doğru birkaç adım sarf etti. Ama o adımların devamı gelmedi. Gidiyor olduğunu gördüğümde sanki kaburgalarım tek tek kırılıyormuş gibi gövdemden çok büyük bir ağrı yükseldi. Bu sahneyi daha önce yaşamış olmanın ve aynı gidişe bir kez daha şahit oluyor olmanın verdiği burukluk tüm ruhumu hızlıca sarıp sarmalarken kesik kesik nefes aldım.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now