C • XIX.

2.7K 240 154
                                    

Nefes alamaz duruma gelene dek kanadığımı izliyorsun, titreyerek.
Dizlerimin üzerine çöküyorum,
Ve madem ki artık öpücüklerin yok,
Dikişlere ihtiyacım olacak.

"Hiç öpüştünüz mü?"

Dirseğimi Luke'un karnına geçirmekten çekinmedim. Ona ters ters bakarken parmaklarım arasında karton bardakta tuttuğum kahveyi biraz daha sıkı kavradım. Kahvenin sıcaklığını parmak uçlarımdan yükselerek bütün gövdeme ulaştığında bu sıcaklık, Aren'in tenine dokunduğum zaman hissettiğim sıcaklıkla bire bir aynıydı. Onu hissediyor olmak beni gülümsetmişti.

"Aren'le ilgili konuşmak yasak, bilmiyor musun?" dedi Michael alayla. "Bizimki kendini gerçekten fena kaptırdı."

"Evet ama ben zaten bunu hiçbir zaman inkâr etmedim ki, Aren'i gerçekten seviyorum."

"Ve bugün siz çıkmaya başlayalı bir ay oldu. Sen hâlâ kızla işi ilerletmedin mi?"

"Sik kafalı gibi konuşmayın. Elbette birbirimizin arasında duvar yok, elini tutuyorum, sarılıyoruz falan ama o istemediği sürece ona asla o şekilde dokunmam." dedim ters ters bakarak.

Luke anlayışla başını salladı. Doğru bir düşünce olduğunun farkındaydı. Sonuçta bu Campbell Lisesi'ndeki herhangi bir kızla ilgili bir konu değildi. Bu Aren Osborne'du. Benim için farklıysa ona diğer kızlardan farklı davranmam gerekiyordu. Bu siktiğimin okulundaki herkes Aren'in diğer kızlardan çok daha güzel olduğunu ve çekiciliğinin vücuduyla değil aklıyla oluştuğunun farkındaydı. Bu yüzden ulaşılmazdı. Ben dahil kimse Aren'i kendisine denk görmüyordu.

Michael bana biraz uzun uzun bakıyordu. Luke, konuşma benim açıklamamı dinledikten sonra kapandı zannedip müzik çalarıyla bir şeyler dinlemeye geri dönmüştü. Yemekhanenin cilası soyulmaya başlayan yemek masalarının üzerinde parmaklarıyla tuttuğu ritim rahatsız edici değildi.

Ama Michael'ın artık üstüme kitlenen bakışları öyleydi.

"Ne?"

"O kızın kalbini çok kötü kıracaksın, biliyorsun değil mi?"

Çıkmaya başladığımız ilk zamanlarda Aren'le aramda geçen konuşmayı hatırladım. Göğsüme niye saçma sapan bir ağırlık çöktüğünü anlamamıştım ve bunun nedenini anlamadığım gibi, orada olması beni rahatsız etti. En az Michael'ın ifade ettiği iması kadar rahatsız etmişti hem de.

Yerimde rahatsız olduğumu belli etmekten çekinmeyerek kıpırdandım. Kaşlarımı çatıp, suratına dik dik bakmaya başladım.

"Ne sikim saçmalıyorsun sen? Onu ne kadar sevdiğimi biliyor musun?"

"Tamam, anladık. Aren Osborne'u seviyorsun. Biz de arkadaşımız olarak seviyoruz. Bence harika bir kız. Son zamanlarda Carmen'le de epey iyi anlaştılar, ikisinin de yakın kız arkadaşı olmadığını varsayarsak bu güzel bir şey."

"Ee? O zaman sorun ne?"

"Sorun şu, Calum," ellerini masanın üstünde birleştirip babamla yine o öğüt dolu konuşmalardan birini yaptığımızı düşüneceğim kadar ciddi bir ifade takındı. "Onu belki başka bir kızla aldatmazsın, kullanmazsın veya bile isteye üzmezsin. Ama müzik için sen kendini bile satarsın. Buna ne kadar bağımlı olduğunu ve ikinizin hayallerinin ne kadar farklı olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz, öyle değil mi?"

Aren'in doktor, benim ise müzisyen olmak istememden bahsediyordu. Bunu biraz ağır bir yoldan dile getirmiş olsa da teknik olarak her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu da söylemem mümkün değildi. Ama düşüncesine katılmıyordum. Katılmayacaktım da. Bir başka kızı Aren'i sevdiğimden daha fazla sevebileceğimi zannetmiyordum. Aren benim sikik hayatımın en mükemmel dönüm noktasıydı. İşlerimiz farklı olacak olabilirdi ama ayrılmak zorunda değildik.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now