A • XXXII.

2.1K 209 93
                                    

"Kendimi duygusuz ve boş hissediyordum. Aklım, paramparça olmuş hayallerimin kırıntılarıyla doluydu."

"Saçlarımı örer misin?"

Angie, Luke'un sorusunu duyunca çok büyük bir kahkaha attı. Yatakta hemen yanımda yüz üstü uzanmış, elindeki telefonunda son yaptıkları fotoğraf çekimine bakan Michael'ın ifadesi oldukça alaycıydı. Luke'a bakarken yeşil gözleri ciddi misin sen? dercesineydi.

"Örerim ama..." kaşlarımı çatıp ensesine kadar uzattığı altın sarısı saç dalgalarına göz gezdirdim. "O kadar uzunlukta bir saç örülür mü bilmiyorum."

Başını Angie'nin kucağına koyan Ashton kafasını kaldırıp Luke'a baktı. Benim kararsızlığıma bir açıklık getirmek ister gibi ela gözleri Luke'un saçlarında dolaşıyordu. Angie ve onun yüz ifadesi birbirine çok benziyordu. İkisi de örülür mü acaba? dercesine bakıyorlardı. Bunu görünce Michael ile ister istemez güldük. Gözlerim, odamın aralık kalan kapısına takıldı. O ufacık aralıktan mutfağım gözüküyordu ve Calum telefonda babasıyla konuşuyordu. Bir eli cebinde, diğeri ise telefonu kulağında sabitlemişti. Kalçasını tezgâhıma yaslamış, ayaklarını da çapraz atmıştı.

Düşünceli görünüyordu.

"Aren bence örülür," dedi Angie. "Kılcal damarlar gibi düşün. Sanki onları o şekilde ameliyat—"

"Tanrı aşkına!" Luke dehşete kapılmış bir ifadeyle Angie'yi seyrediyordu. Yüzüklerle dolu parmakları saçlarının arasında dolaşmaya başladı. Angie'nin işimi kolaylaştırmak için tıbbi terimlere dalarak saç tellerini kılcal damarlara benzetmesi odadaki herkesi ürkütmüştü.

Beni bile.

"Bunun kimsenin hoşuna gideceğini zannetmiyorum," deyip güldüm.

"Ama bak gerçekten çok mantıklı—"

"Angie bebeğim," Ashton, uzun parmaklarıyla Angie'nin dudaklarının üzerini örttü. "Sakin ol tamam mı? O sadece saç. Bildiğimiz saç."

Ve bir anda anlamadığım bir şekilde Angie ve Ashton birbirlerini yemeye başladılar. Angie ona neden böyle bir benzetme yapmak istediğini açıklamaya çalışırken Ashton ise bu odadaki hiç kimsenin ne söylediğini anlamayacağından bahsetmeye çabalıyordu. Luke ve ben onları şaşkın bakışlarla seyrediyorduk. Michael ise hâlâ telefonundan fotoğraflara bakıyordu.

Ashton ile aramızda geçen o konuşma, dün geceden beri bana çok şey düşündürtüyordu. Calum'la henüz konuşmamıştık. Gerçi... ne konuşacağımızı bile bilmiyordum ki. Öğrendiklerim eğer belgelenmemiş olsaydı ve içten içe yapmamam gerekmesine rağmen Ashton'a güvenmeseydim; kandırıldığımı düşünmek çok daha kolay olurdu.

Eve gelir gelmez üstümdekilerden kurtulup sadece iç çamaşırlarımla kalarak kendimi can havliyle yatağıma atmıştım. Çok zor bir geceydi benim için. Eve dönerken Calum'dan birazcık kaçmıştım. Çünkü dün duyduklarımdan sonra ona bakmaya, onunla konuşmaya ya da onunla birlikte herhangi bir şey yapabilmeye kendimi hazır hissetmiyordum.

Yıllarca kendimi bende bir sorun olduğuna inandırmıştım. Beni terk edip gitmesinin para ve ünle bir ilgisi olduğu kadar benimle de bir ilgisi olduğunu düşünmüştüm. Ama o sözlerden sonra kim düşünmezdi ki? Ben basit bir kasaba kızıydım. O ise bu şöhret sinmiş dünyayı isteyen, gözü yükseklerde bir çocuktu. Birbirimiz için uygun olmadığımızı söylemenin üstü kapalı bir yoluydu. Gerçi... açık açık söylediği onca şeyden sonra bunu üstü kapalı söylemesine şaşırmadığımı söylersem bu koca bir yalan olurdu.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now