A • XXVI.

2.4K 224 130
                                    

"Seni öpmek için uyanıyorum,
  Ve orada hiç kimse yok.
  Parfümünün kokusu hâlâ havada sıkışmış.
  Bu zor."

Gözlerimi açtığımda Calum'u yanımda bulmayı beklemiyordum. Yıllar boyunca gitmiş olduğuna ve bir daha asla geri gelmeyeceğine kendimi o kadar çok alıştırmış olmalıydım ki, uyandığımda bedeninin tüm sıcaklığıyla yatağın sol tarafındaki boşluğu hâlâ dolduruyor oluşuna gözlerimle görüyor olmama rağmen inanamamıştım.

Bu zor ve kötüydü. Burada olmasına rağmen sanki hep gitmek üzereymiş gibi tetikte beklemek. Sanki kalbim yerinden çıkıp parçalara ayrılmadan önce düşmemesi için avuçlarımı sonsuza kadar göğüs kafesimin altında tutmak zorundaydım.

Dirseklerimin üzerinde onu uyandırmamak için usulca doğruldum. Dün akşamdan kalma kıyafetlerimizle uyuduğumuzun nedense daha yeni farkındaydım. Kuruduğunu hissettiğim boğazımı yutkunarak ıslatmayı denedim. Yataktan kalkmak istemiyordum. Sadece su içmek için mutfağa gidersem eğer geri döndüğümde bir şey olur ve ben Calum'u orada bulamazsam diye çok korkuyordum. Burada kalırsam belki sonsuza dek bu huzurlu ifadesini haberi olmadan seyredebilirdim. Uyanana kadar ne hissettiğimi gizlemek gibi bir derdimin olmayışı içimi rahatlatmıştı.

Bir süre sonra içimdeki yangının dışarıya da sıçramasına engel olmak kontrolümün ötesinde bir çaba gerektiriyordu çünkü.

Ne olduğumuzu bilmiyordum. Ne olacağımızı da. Düşünmek artık beynime dayanılmaz ağrıların saplanmasına neden oluyordu. Düşünmek ve elle tutulur bir sonuca varamamak ise çok yıpratıcıydı. Bir şeyler yaşıyor olmamıza rağmen liseyle birlikte sahip olduğumuz altı senenin ucuna hâlâ bir düğüm atamamak durumumuza iç açıcı bir taraftan bakmama engel oluyordu. Oysaki benim umuda ihtiyacım vardı, her şeye rağmen. Yaşadıklarımıza bir neden ve bu nedenle ilintili olabilecek bir sonuç bulabilmeye muhtaçtım.

Calum'a ve sevgisine ihtiyacım vardı. Böyle yaşamak istemiyordum.

Bazen yaşamak istemediğim kadar.

Yüzüstü bir şekilde yatıyordu. Başı diğer tarafa dönüktü, bu yüzden uyurken yüzünün aldığı ifadeyi göremiyordum. Lisedeyken çok istememize rağmen birlikte uyuyabilmenin bir yolunu bulamamıştık. Ya benim ailem artık eve dönmem için telefonla arayarak uyarılar yapmaya başlamış oluyorlardı ya da istemsizce kendimizi evlere dağılmış olarak buluyorduk. Sevgilim diyebileceğim o bağa sahipken onunla uyumak nasıl bir duyguydu bilmiyordum. Tatmayı çok istemiştim. Muhtemelen sahip olduğum o en huzurlu uyku için Tanrı'ya minnetlerimi sunardım.

Ayrıyken ve birbirimizin hayatında nasıl bir yer edinmiş olduğumuzu bilemezken onunla birlikte uyumak ise çok daha karmaşıktı. İçimde, yani kalbimde bir sıcaklık vardı. Aklım ise bu sıcaklığın yarattığı yoğun tatminlik duygusuna zıt olarak tamamiyle karmakarışıktı. Darmadağın olmuş bir odanın içinden farksızdı. O odanın kapısından içeriye adımımı her attığımda beş yıldır toplamayı ertelediğim ya da topladığımı zannettiğim dağınıklık, etrafa saçılan duygu yüklerinin altında ezilmekten korktuğum onca şeyin varlığıyla beni doğal olarak ürkütüyordu.

Hafifçe ona doğru yaklaştım. Hareket ettiğimi hissettiği anda uyanmasından korkuyordum. Geçen sefer kucağında uyuduğumda, o da kaçıp gitmemden korkuyormuş gibiydi. Kıpırdandığım anda kollarını etrafıma sıkı sıkı sarmıştı.

Keşke beş yıl önce o gün de bana öyle sıkı sıkı sarılsaydı, kollarımı bedeninden sıyırmak yerine.

Keşke kaybettiğimiz onca yıl boyunca birbirimizi daha iyi sevmenin bir yolunu bulabilseydik, kendimizi hiç sevilmediğimize inandırmak yerine.

A Certain Romance || hoodWhere stories live. Discover now