VII. Rüzgarından Kaçıp Yokuşuna Yakalandım

27.1K 1.8K 933
                                    

Mazlum Çimen - Feryad-ı İsyanım

Not: Irk, din, dil, renk ve cinsiyet ayrımı yapan varsa okumasın rica ediyorum. Zaten eşcinsel temalı bir kitabı okuyan kişi saydığım şeyleri kendinde barındırmaz. Neden bu notu yazdığımı anlarsınız zaten bölümde. Okuduğunuz için teşekkür ederim, sizi seviyorum.

Murphy Kanunları'nda "Ne tarafa gidersen git, rüzgara karşı ve yokuştur." diye bir kanun vardır. Yönünü nereye çevirirsen rüzgar seni oradan vurur. Ha vuramadı mı? O halde önüne bir yokuş çıkar ve hayat sana "Hadi şimdi kaç da, gör bak seni nasıl yakalayıp kıstırıyorum." diyerek gülerdi.

Ali bu kanun denen saçmalıklara en başta asla inanmazdı ve saçmalığın daniskası olduğunu söylerdi. Hayat senin ellerinde, sen istemediğin sürece hiçbir şey isteğin dışında gelişmez, derdi ama son zamanlarda inanmaktan başka bir şey de kalmamıştı elinde.

Ali, kaçmaya karar verdiği zamandan ve artık unutmaya çalıştığı her adımdan sonra tökezleyip duruyordu. Tökezlediği yetmiyormuş gibi düşüp dizlerini de kanatıyordu. Korhan'ın olmadığı başka tarafa gidiyordu ama oradan bir rüzgar esip onu Korhan'a doğru savuruyordu inatla. Rüzgardan kaçıp başka yola sapıyordu, bu sefer de önüne bir yokuş çıkıyordu. İnat edip yokuşu çıkmaya çalışıyordu bu sefer, ama dalga geçer gibi bu sefer yokuştan yuvarlanıp Korhan'ın dibinde buluyordu kendini.

Bu durumdan yorulmuştu son günlerde. Keşke o odaya hiç girmeseydi ve görmezden gelseydi her şeyi. Ali istemiyordu bunu, istemiyordu işte ulan. Olmayacak bir şeyin umuduna kapılmak istemiyordu. Yine her şey eskisi gibi olsun ve Korhan onu hiç tanımamış olsun istiyordu. Hem kontrolü onda olmaya devam ederdi hem de daha Korhan ile ilk konuştukları andan beri yara almazdı.

Küçükten tüm bedeni titriyordu. Elleri titriyordu, nefesi bile titriyordu ve dudaklarında asılı kalmış olan nefesini nasıl verecekti unutmuştu. Ulan insan nefesini nasıl geri verecekti unutur muydu? Ali unutmuştu ama. Doğar doğmaz yaradılışımızda olan ve öğrenmek için sarf etmediğimiz Allah'ın ona verdiği şeyi yapamıyordu. Birinin ona nefesin nasıl verildiğini ve nasıl alındığını söylemeliydi. Yoksa ölecekti. Ulan harbiden ölecekti. Beynine oksijenin gitmediğini hissediyordu.

Ela gözleri mavi gözlerle çakışınca sanki beyninde de bir şimşek aynı anda çaktı ve nefesini usulca verdi göğüs kafesi titreye titreye. Gözlerini boncuk gibi olan mavi gözlerden çekip kendi eseri olan yarılmış ve üzerine yara bandı takılmış kaşta durdurdu, ancak şeytan öyle bir vesvese veriyordu ki iradesine yenik düşüp gözlerini kaşlarından da çekti bu sefer. Bu sefer ki durağı diğer eseri olan morarmış elmacık kemiği oldu ve gözleri orada duraklamadan önce mavi gözlerden geçti. Hâlâ şaşkınlık kamp kuruyordu ve esmer genç ne yapacağını idrak edemiyordu.

Adem bile şeytanın vesvesesine karşı koyamayıp yasak elmayı yerken hangi insan evladı gelip aciz bir kul olan Ali'yi iradesine yenik düştüğü için yargılayabilirdi?

Gözleri usulca ne çok dolgun olan ne de çok ince olan dudaklara kayarken sessizce yutkunmadan edemedi. Şu an dudaklarının yanacağını bilse bile o dudaklara değdirmek istiyordu. Çölde susuz kalmış bedevi gibi kana kana içmek istiyordu. Korhan onun cennetiydi ve o sadece izlese bile buna razı olduğu cennetinden kovulmak istemiyordu.

Yüzüne çarpan sıcak nefes teninde konaklayıp kavururken zamanın durması için her şeyini vereceğini o an anladı. O an bir kez daha anladı Ali bu sevmek denilen illet şeyin seni ne kadar aciz bir kula çevirdiğini. Korhan'ın nefesini bile yüzünde konaklasın, ona ait olsun istiyordu. Bu delilik miydi bilmiyordu. Ama delirecekti bir gün, onu biliyordu. İçinde kaç yıldır tuttuğu sevgisi şimdi okyanus gibi taşmış, bedenine dar geliyordu.

VECAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin