XXIII. Acıya Gülmek

18.3K 1.2K 1K
                                    

Sevmek deniz gibiydi ama sudan korkuyordu. Sevdiğin kişiye güvenmek ise kendinini o sevgi denizine sırt üstü bırakmaktı korkusuz ve cesurca ama o yüzme bilmiyordu. Sudan korkuyordu ama sevmişti. Yüzme bilmiyordu ama kendini o denize bırakalı çok olmuştu. Hem de cesurca ve korkusuzca...

Yaptığı şeye toplum arasında deli ve cahil cesareti de deniliyordu. Cahil miydi bilmiyordu ama sevmek akıllı adamın işi olmadığı için deli olarak kendini görüyordu.

Birkaç gündür, girdiği deniz onu dibe doğru çekiyordu. Sudan korkan ve yüzme bilmeyen biri olarak denizin tam ortasındaydı şu an. Çırpındıkça batıyor, yüzeye çıkmaya çalıştıkça dibi görmesi daha hızlı oluyordu sanki. Korkuyordu. Ancak bu sefer korktuğu şey su ya da deniz değil, güvendiği denizin onu ilk önce dibe çekip boğması ve ardından kıyıya vurarak sonunu getirmesiydi. Ama sonunu getirse dahi yine olsa yine denize girerdi. Emindi Ali.

Hava soğuktu, buz gibiydi. Kış olduğu için gece perdesini erkenden yine gökyüzüne örtmüş, insanoğlunu kasvetli havalara boğmuş ve gökyüzüne yıldızlarını serpmek yerine gri bulutlarından birkaç tanesini asılı bırakmıştı. Havada soba bacasından çıkıp yayılan, burnunun ucunu sızlatan kömür kokusu vardı ve sertçe esip yüzüne tokat gibi çarpan rüzgar, bu kokuyu da sürüklüyordu etrafa. Ali biliyordu bu havayı, çok fazla haşır neşirdi karanlık ve kış gecelerine. "Sabaha doğru yağdıracağım bereketimi, bak sana haber veriyorum yeniden insanoğlu. Ona göre önlemini al." diyordu hava resmen.

Her şey önceden belliydi, kış gelmeden önce ayak seslerini sonbaharla duyururdu. Yaz, ilkbaharla. Yağmur, gökyüzüne bulut ordusunu yerleştirmesiyle. Doğa elinden geleni yapıp haber veriyordu her seferinde, peki ya insanoğlu?

Gelecek olan şeyin haberini o da veriyor muydu?

Parmakları arasına sıkıştırdığı sigaraya bakarken yandıkça kül oluşunu izlemek nedenini bilmediği şekilde onu rahatsız ediyordu ama izlemekten de alamıyordu kendini. Yine her zamanki gibi sigara içmek için kendi balkonuna çıkmıştı. Aşağıdan arabanın korna ve motor sesleri, insanların sesi ayyuka çıkıp kayboluyor, bir kulağından girip diğer kulağından çıkıyordu. Kış olduğu için balkona halı sermemişlerdi ve şu an oturduğu zemin ile sırtını yasladığı duvar soğuktu. Bedeninin her zerresine soğuk nakış gibi işlenmişti. Ama kalkası yoktu. Korhan olsaydı ve onu burada bu halde görseydi eğer önce ağzına geleni saydırır, ardından da "İçeri geçelim canına yandığım. Hasta olacaksın yoksa şerefsiz." deyip en başta sevgi dolu, en sonda da hakaret içerikli ve temelinde de şiddet yatan cümlesini kurardı. Zihnine düşen bu şeyle gülümsedi. Onu düşünmek bile dudaklarında gülümsemeye neden oluyordu resmen.

Ama yoktu. Tıpkı şu dört günde olduğu gibi her sigara içmek için çıktıkları balkonunda sol tarafına geçen adam yoktu. Okullar açılmadan sırf onunla vakit geçirmek adına iş yerinden bir haftalık izin almıştı ve ona sürpriz yapacaktı ama Korhan, kafenin tuvaletinde ona söylediği şeyin gecesinden sonra onunla mesajlar dışında bir iletişime geçmemişti. Ali'nin şu an göğüs kafesinde gökyüzünden hallice gri bulutlar vardı ve yağmurunu ha yağdırdı ha yağdıracaktı.

Sona yaklaşan sigarasını dudakları arasına yerleştirip derin bir nefes çekti yanakları içe doğru çökerken ve sigaranın dumanından dolayı ela gözlerini kısmak zorunda kaldı. Dumanı dudakları arasından saldıktan sonra başını kendine doğru çektiği dizlerine yan şekilde yeniden yasladı düşünmek adına...

Ya Korhan şu an korkuyorsa bu ilişkiden? Dayısının öğrenmesi onu korkutmuş olabilirdi. Korktuğu için ya istemiyorsa artık? Olabilirdi. Böyle bir tehlikeye girmeyi kim isterdi ki? Ya sıkılmışsa? Toplum bile kabul etmiyordu onları daha ve Korhan bu ilişkiden sıkılıp tehlikeyi göze almak istemiyor olabilirdi. Hem çirkin, ucube bir ibne olarak bilinen birini niye sevsin ki? Toplumun kabul ettiği bir hayat sürmek ve çoluk çocuğa karışmak varken neden zor olanı seçseydi?

VECAWhere stories live. Discover now