XXXIII. Kovaladım Sevdiğimi Yanıbaşımdan

8.7K 746 289
                                    

Medyadaki şarkıyla ve aşağı bıraktığım şarkıyla dinleyebilirsiniz.


***

Zamanın içinde sıkışıp kalmak ve âna hapsolmak sadece bilim kurgu ve fantastik filmlerde olurdu. Gerçekte ise bu imkansızdı. Bu hayatta her şeye hükmedebilirdiniz belki, ancak zamana hükmetmek ise bir hayaldi ve ötesine geçemezdiniz. Öyle bir şey yoktu. Tıpkı avucunuza aldığınız kum tanelerini düşmesine engel olmak gibi... Ya da bir okyanusu avucunuza alıp tutmaya çalışmak ve sığdırmak gibi...

Tek bir güne, hatta tek bir âna seni hapsedeceğiz deseler o fırtınanın gelmediği geceye gitmek ister ve o âna hapsolmak isterdi. Ali'nin tüm huzurlu haliyle göğsüne sığınıp ona sıkıca sarılması ve bir yere gidebilirmiş gibi elini tutarak uyuduğu geceye... Burnunu yeniden o sevdiği saçlara daldırıp uyumak istiyordu. Sırf annesi seviyor diye yıllardır aynı uzunlukta bıraktığı saçlara... Cemal Süreya'nın dediği gibi her telinde ayrı bir kalp çarpan saçlarına... Tüm her şeyin üzerine yemin bile edebilirdi ve bunun farkındalığı ile ne ara bu hale geldiğini anlamaya çalıştı. Ama cevabını bulamadı. Sanki o var olduğundan beri o da yüreğinin kuytu köşesine saklanmış da zamanı geldiğinde çıkmıştı karşısına.

Ona yürek yangınım derken ne kadar doğru dediğini fark etti. Cidden yüreği yanıyordu ve yürek yangını evini ateşe verip gitmişti. Evi, yüreği kül olup kalmıştı.

Yatağında yan dönmüş halde camdan dışarıyı izlerken gözleri karanlık odaya giren sokak lambasının ışığındaydı. O günden sonra kaç gece geçti saymadı. Kaç gecedir Ali'nin uykusuz kaldığını ve kabuslarına esir düştüğünü bilmek demekti, bunu bilmek istemedi. Şafak sökmeden evden çıkarken Ali'nin uyuduğundan emin bir şekilde çıkmıştı, çıkmadan önce de son kez yarasına dudaklarını bastırmıştı. Bir şeyin son olduğunu bilmenin acısı, onu bilmemekten daha fazlaymış. O zaman anlamıştı...

Odasının kapısı açılırken sırtı kapıya dönük olduğu için kimin geldiğini göremedi. Ya ablasıydı ya da annesi, başka bir ihtimal yoktu zaten. Birkçaç saniye sonra annesi görüş alanına elindeki takım elbise ile girerken pencerenin tam altındaki çift kişilik koltuğa koydu. Gözleri takım elbisede takılı kalırken suratının nasıl bir ifadeye büründüğünü bilmiyordu. Ama tahmin ediyordu. Dümdüz bir surat ifadesi ve bomboş bakan gözlerdi kaç gündür olduğu gibi. Yarın giyeceği takım elbiseydi büyük ihtimalle.

Annesinin ne ara yanına gelip yatağına oturduğunu fark edemedi. Şefkatle sakalları uzamış yanağını okşamaya başlayan kadınla mavi gözlerini yeniden pencereye çevirdi ve sokak lambasının ışığına bakmaya devam etti.

"Korhan'ım... Annesinin kuzusu... Hadi gel bir şeyler ye bari bu sefer." diyen Yağmur hanımın sesi titriyordu. Kaç gece olduğu gibi oğlunun bu hali karşısında kendine yeniden lanet etti. Annelik bu değildi ve o anne olmayı beceremiyordu demek ki...

Sessiz olan oğlu karşısında saçlarını okşadı. "En sevdiğin yemeği yaptım bak. Bu sefer geçen sefer ki gibi tuzlu da olmadı kuzum."

Hiçbir şey barındırmayan ve mavi gözlerinin etrafını çevreleyen ateş çemberiyle annesine çevirdi kadının bu hali karşısında. Onunla beraber hem annesi hem ablası perişan olmuştu. Hatta annesi, babası ile öyle bir kavga etmişti ki daha bu sabah, kaç yıllık evli olan anne ve babasının bu kavgasına ilk defa şahit oldu. Ne babası ne annesi şu ana dek seslerini bile yükseltmemişti birbirlerine.

VECAWhere stories live. Discover now