Ayşe

40.8K 689 703
                                    


Aştığım çölleri bile
Hiç küçümsemiyorum.
Yalnızca soruyorum onlara
şaşkın gözlerle:
Ne bahçeler olmaya doğmuştunuz kim bilir?
Blaga Dimitrova

Ayşe.. Berat.. Zühre..

Kimse çöl olmayı istemezdi elbette.. üçü de kendilerince bahar, bahçe, gülistan olmayı hayal ettiler masumca.
Ne ara masumiyet kayboldu? İlk taşı kim attı? Kim vuran, kim vurulan oldu?

Bu üç kişiden, en çok hangisi yandı?

Kimin kolları kırıldı?

Kime kanat hediye edildi?

Neden diyemeyiz artık, her şey yaşandı ve bitti.

Ayşe..

Ağa kızıydı Ayşe, Tüm heybetiyle yan yana dikilen iki, kardeş konaktan birisinde dünyaya geldi. Aziz ağa, babadan kalma yan konağı kardeşleri Bekir'le, Hamit'e bırakıp kendine üç katlı görkemli bir konak yaptırmıştı. Aziz Ağa'da para pul, mal mülk gani ancak sevgi, şefkat hak getire. Sert çehresi, çatık kaşları, esmer tenine tezat kırlaşmış saçı, sakalıyla herkesin çekindiği bir adamdı.

Ayşe görkemli bir konakta doğdu ama kuma Zeliha'nın kızıydı, işte bu talihsiz rastlantı onu mahzun, boynu bükük, ürkek bir kız çocuğuna çevirdi. Belki de bundan dolayı bir yanı hep mahzun ve mahçup kaldı.

Kendini bildiği ilk günden, mutsuz, gözü yaşlı, ürkek annesinin gözyaşlarını minicik elleriyle silerek, ıslak yanaklarını öpmek düşmüştü payına. Çocukluğuna iz bırakan iki kadın da hüzünlü gözlere, kahırlı yüreklere sahipti, birisinin üzerine kuma gelmiş, diğeri kuma olmuştu. Belki de bundan mütevellit hırçınlığı, inadı, bildiğini okuyan delişmen halleri.

Üç ağabeyi vardı, onlara dair anıları üç dört yaşlarından başlıyordu, öz, üvey nedir bilecek yaşta değildi ama bildiğinde de bir şey değişmedi yüreğinde. Üçünü de çok severdi, hayrandı onlara, kız olduğunu idrak edemeden hep onlar gibi olmayı hayal ederdi. Kılığı kıyafeti onlarınkine benzesin diye, içinde kaybolduğu eski pantolonlarına dadanır, paçalarını katlayıp, düşe kalka gezinirdi ortalık yerde. Öyle anlarda annesinden işittiği azarları duymazdan gelirdi. Ama işin içine Aziz Ağa'nın sert bakışları girince durum değişir, kaçacak delik arardı.

Büyük abisi Osman'dan ürkerdi, Ali'nin gözleri hep hüzünlü bakardı, Yavuz.. ah o bambaşkaydı işte.

Aralarındaki on yaşa rağmen ona sıcak davranan tek ağabeyi oydu, Yavuz, büyükleri yokken onunla oynar, saçlarını okşar, öperdi.
Ağaca çıkmayı, duvara tırmanmayı, misket oynamayı, at binmeyi, araba sürmeyi, dahası erkek çocuklarının tüm haylazlıklarını ondan öğrendi.

Sevgiye dair ilk kelimeleri de ondan duymuştu, zira çevresinde kimse sevgi sözcüklerini dillendirmezdi.

Konağın arka bahçesindeki, yaşlı elma ağacının dibini ağlama duvarına çeviren küçük kız; "kimse beni sevmiyor, babam da abilerim de istemiyor beni.." diyerek içli içli ağlamıştı. İşte o zaman Yavuz, henüz beş yaşındaki bacısına sarılıp içini dökmüştü, Ayşe o günü hiç unutmadı.

"Olur mu öyle şey gülüm? İnsan kardeşini sevmez mi? Ben seni çok seviyorum, bak şimdi sen ağladın ya benim tam şuram ağrıdı."

Ayşe, insan üzülünce neresi ağrıyor ilk o gün öğrendi.

Yavuz, elini göğsüne koyup ağrıyan yerini kardeşine göstermişti, henüz on beş yaşında bir delikanlı değil de koskoca bir adam gibi konuşuyordu. Bacısının göz yaşlarını silip, onu kolunun altına çekti.

KÜL VE KORDove le storie prendono vita. Scoprilo ora