7) Ölmek İstedim

10.6K 705 1.2K
                                    



Ayşe, eyvandaki sedirde oturuyordu. Simsiyah saçları, ay ışığının altında, omuzlarından beline doğru dalga dalga dökülmüştü. Hafif hafif esen rüzgar, önüne dökülen buklelerle oynaşır gibi, onları arkaya savuruyor, yüzüne düşmelerine izin vermiyordu.

Omuzları kaskatı olmuş, kıpırdamadan durmaktan tüm kasları tutulmuştu, hafifçe kıpırdanarak dizlerini kendine çekti. Gözleri, gökte yanıp sönen yıldızlara takılıp kalmış gibi tek bir noktaya bakıyordu. Tepede parlayan ay koskoca bir tepsi gibi ışık saçarken; onun içindeki karanlığa, bir huzme dahi sızmıyordu.

Yakınındaki odaların birinden şen bir kahkaha yükseldi, ona işveli bir kadın sesi eşlik etti, gelinlerden biri olmalıydı. Geçmişteki güzel günlerin anıları, ince bir sızıyla yüreğini sarıp sarmaladı. Ayşe de bir zamanlar böyle neşeyle güler, söylerdi hatta Berat, onun en çok da bu hallerini severdi. İnsanların mahremi olan sesleri daha fazla duymak istemedi, yerinden kalkıp eyvanın diğer ucuna doğru yürüdü.

Çok değil, belki bir kaç ay önce hayatı rüya gibiydi, sevilmenin verdiği özgüvenle ışık saçıyordu. Her akşam, kocasının konağa gelmesini heyecanla beklerdi. Ya şimdi? Hayatı hep böyle yalnızlıkla mı geçecekti?

Adamın varlığı ayrı bir azap, yokluğu ayrı bir dertti.

Esaret.. mahkumiyet.. mecburiyet.. hangi kelime onun kaderi olmuştu?

Berat, hatırladığı tüm zamanlarda ona mükemmel bir koca olmayı başarmıştı. Sevildiğini, hissetmediği tek bir gün dahi olmamıştı, onun sert mizacından nasibini almayan tek kişiydi belki de.

Bu geceki sarhoş haliyle Ayşe'yi bir kez daha şaşırtmıştı, hoş son bir ayda olanlardan sonra bunun hiçbir önemi yoktu. Adam, kırk yılda bir içerdi, onu da hafif çakır olana kadar. Oysa bu gece zil zurna sarhoştu ve kumasının koynundaydı.

Ayşe'nin yüreğinin üstüne koca bir buz kütlesi gelip oturdu, bedeni kara kışa teslim olmuş gibi içten içe titredi. İnce kollarını bedenine dolayarak içini ısıtmak ister gibi küçüldü.

Kocası başka bir kadınla beraberdi, o kadın, onun kumasıydı. Kocasına bir bebek, belki de bebekler doğuracaktı, Berat Ağa'nın imam nikahlı karısıydı Zühre.

Ayşe, bu cümleleri içinden defalarca tekrar etti, aklının süzgecinden geçirip bir yere koymak istedi. İçine sindirmek, başına geleni kabul etmek, hayatını sürdürecek gücü bulmak istedi. İnsan, bir şeye tutunmalıydı, bir amaca, bir sevgiye, bir umuda, bir varlığa, belki de bir mücadeleye.

Bedenine doladığı kolları, yavaşça çözülüp iki yanına düştü. Avuçlarını, dizlerinin üzerinde açarak; küçücük beyaz ellerine, ince uzun parmaklarına baktı. Bu ellerin tutunabileceği, somut bir varlık yoktu; anası, babası, kocası, çocuğu.. yoktu. Uğruna savaşabileceği bir şey, tek bir şey aradı, düşündü, gözleri boşluğa uzun uzun bakarak düşündü.

Düşünceleri akıp giden dakikalarla yön değiştirmişti zira kendisine tutunacak bir dal aramaktan vazgeçmişti. Sonrasında, önünde  uzayıp giden yılları düşünerek, derin bir umutsuzluğa teslim oldu. Aklına cevapsız, deli sorular akın etti, yaşamdan vazgeçer gibi dile geldi garip sualler.

"Acaba kaç yıl yaşarım? Bu çileye kaç yıl daha katlanmam gerek? Anam kadar yaşasam bile önümde yıllar var." Kısık sesiyle mırıldandığı kelimeler, yirmi yaşında bir kadının hayattan vazgeçişini haykırıyordu. Gecenin bir yarısı kimse onu duymuyordu ama sessiz feryatları ruhunda derin yaralar açarak etrafa yayılıyor, mehtaplı gecenin koynunda göğe yükseliyordu.

Kara gözlerinden sessiz yağmurlar süzülerek, rüzgara karşı oturmaktan buz gibi olmuş beyaz teninden kaydı. Küçük çenesinden damlayarak, ardı ardına sinesine indi.

KÜL VE KORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin