32) Ben Yoruldum Hayat

12.8K 785 1.5K
                                    


Merhaba,
Ben geldim, saati tutturamadım gene, affedin. Düzenleme bitmek bilmedi. İyi okumalar hepinize, bölüm sonunda görüşürüz. ❤️

Hayat, bizim kanlı canlı hatıralarımızla yazılmış, kimi acı kimi tatlı, hüzünlü, sevinçli, heyecanlı bazen de durağan seyirli bir kitap gibidir.

İnsan pek çok kere, kitabın kapağını kapatıp, görmeyeceği bir yere saklamak; ateşe atıp yakmak ya da bazı sayfaları silmek, yeniden yazmak ister. Bazen de o sayfaları koparıp, avucumuzda buruşturarak, küçük bir top haline getirmek, olabildiğince uzağa fırlatmak gelir içimizden.

Kitap gibi, kağıt gibi maddesel bir şey olsaydı yürek, belki daha kolay olurdu her şeyi unutmak. Öyle naif bir yerdir ki yürek; katı, duygusuz hatta daha da ileri giderek kalpsiz dediğimiz insanların bile en çok yaralandığı yerdir. Yaşayan bir canlının yüreğini de söküp atması mümkün olmadığına göre; o yaraları iyileştirmek, anıları silmek, yenilerini yazmak kalır geriye.

Silinen sayfalara yeniden yazmak kolay değildir zira ne kadar silinse de izi kalır eskinin. Hele bazı yerleri silmek için o kadar çabalar ki insan; kağıt incelir, delinir; üzerine yeni bir şeyler yazmak imkansız hale gelir.

Üstelik bu yaralar görünmezdir, kırıkların parçaları etrafa saçıldığında bile kimse görmez onları. Ayaklar altında ezilen parçaların çıtırtısını sadece o kırıklığı yaşayan duyabilir.

Ayşe, amansız bir savaştan çıkmış gibi bitkin düşmüştü bu sabah. Adliyenin dar, kirli beyaz boyalı duvarlarla çevrilmiş bir labirenti andıran, koridorlarında yürürken, Yavuz'a tutunmuyor olsaydı çoktan yere yığılmış olurdu. Genç adam, onun beline doladığı koluyla, ayakta kalmasını sağlarken, hafif bedenini sıkıca kendisine yaslamıştı.

Nihayet koridor bitip binanın dışına adımını attığında; gün ışığının ani hücumuyla, gözlerini kıstı. Göğsünde hafif bir ağrı vardı, garip bir iç burukluğu, burnunun direğinde ince bir sızı, gözlerine hücum eden yaşların yangını.

Sanki ne yöne gideceğini bilemezmiş gibi duraksadı, başını kaldırıp Yavuz'a baktı, göz göze geldiler. Onu anlıyor olmalıydı ki;

"Seni çok güzel bir yere götüreceğim, hadi kaçalım buradan." kulağına fısıldadığı sözler, gözlerinin hafifçe açılmasına neden olurken, biraz da olsa aklını çelmişti.

"Nereye?"

"Sürpriz.. ama herkesi atlatmak zorundayız, hadi acele edelim."

Adliyenin bahçesindeki kalabalıkta kaybolmaları zor olmadı, biraz koştukları yalan değildi. Arabaya ulaştıkları anda Yavuz'un telefonu çalmaya başladı, Osman arıyordu.

"Oğlum nerdesiniz siz?"

"Biz kaçtık abi. Bir kaç saat sonra hastaneye geliriz."

"Kaçtık ne demek Yavuz? Ayşe iyi mi?"

"İyi.. daha da iyi olacak. Ufak bir gezinti, sonra geliriz, diğerlerine de söyle tek tek aramayın."

Araba, otoparktan çıktığı anda gaza bastı.

"Hadi derin bir nefes al artık."

Ayşe, hızla başını çevirdi, "Neden böyle hissediyorum ben? Daha iyi olmam gerekirdi." dedi kırık sesiyle.

"Olacaksın! İnan bana çok iyi olacaksın, biraz zaman ver kendine. Hadi etrafa bak; gökyüzüne, ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, denize bak. Geriye bakma Ayşe.. ileriye bak!"

Ayşe, önünde hızla akan yola dikti gözlerini; yol boyunca sıralanmış ağaçlara, yemyeşil yapraklarına, bahar havasıyla yeni çatlayan tomurcuklara baktı. Kuşlar, kah dallara kah ağaçların dibindeki çimenlere konuyor, sekerek yürüyor, buldukları ufak yiyecekleri gagalamaya çalışıyordu.

KÜL VE KORWhere stories live. Discover now