24) Kader.

12.2K 795 2.4K
                                    




Berat, neye güvenmişti bilinmez ama sonraları o da çok sorgulayacaktı kendini. Ayşe'nin masum sevgisi mi, kocasına kayıtsız şartsız sunduğu güven miydi onu böyle cüretkar davranmaya iten? Neye dayanarak, kuma gelse bile Ayşe'nin yanında kalacağına, onu sevmeye devam edeceğine inanabilmişti?

Yılların geleneklerine, bu toprakların kadınları hiçe sayan törelerine bağlılığı mıydı onu yönlendiren? Yoksa bir evlada olan hasreti miydi, sevdiği kadına yaşattıklarının altında yatan neden?

Neye güvenmişti Berat Ağa? Kendini hangi tesellilerle avutmuş, hangi mazeretlere sığınmıştı? Neden işler bir türlü istediği gibi gitmiyordu?

Konağa dönüş yolunda, hemen yanıbaşında oturan kıza kaçamak bakışlar atıyordu Berat. Önlerindeki karanlık yola dikmişti gözlerini Ayşe, ikisi de tek kelime etmiyordu. Berat, içini kemiren kuşkularla, ucu bucağı olmayan fikirlere kapılıyordu. Konağın önünde duran arabadan önce Ayşe indi.

İkisi ardı ardına girmişti kapıdan içeri; aile bahar aylarında avluya çıkardıkları büyük yemek masasının başındaydı. Masanın bir tarafı uzun sedire yaklaştırılmıştı. Bekir Ağa, hemen yanında kardeşi Hamit ve Sultan Hanım'la birlikte sedirde oturuyordu. Kevser Hanım, Bekir Ağa'nın diğer yanında, sedirin başında elindeki tesbihe dalmış ağır ağır çekiyordu.

Evin kızları ve Sultan'ın küçük gelini Aysel; masanın biraz ötesinde yere attıkları büyük halıya beyaz bir çarşaf serip üzerine oturmuşlardı. Etraflarına dağılan iğne ve mekik oyalarını, yazmaları, ipek başörtülerini eşleştirmek için kendi aralarında konuşuyorlardı.

Sultan'ın iki oğlu da masanın diğer yanındaydı; Sibel, iki çocuğuyla uğraşırken Ömer de ona yardım ediyordu. Masanın diğer ucunda kucağında küçük kızıyla Zühre vardı.

Bekir Ağa, oğlunun Ayşe'yle birlikte avluya girmesiyle yayıldığı sedirde toparlanarak doğruldu. Bir hayli keyifli görünüyordu, belli ki bebek haberini duymuştu. Ayşe hiçbir şey demeden kızların yanına geçip oturdu. Eline aldığı pembe, beyaz desenli, ipekli kumaşa; gene beyaz, epeyce geniş bir iğne oyası seçti.

"Bence beyaza, beyaz yapalım bunu; çok zarif durdu zaten başka renk de olmaz." Zeynep başka bir iğne oyasını koydu kumaşın üstüne. "Pembe de olur bence." Ayşe inatla beyaz olanı göstererek güldü. "Sana kalsa her şey ya pembe ya kırmızı olacak. Seninkileri öyle yaparız artık."

"Benimkileri de yaparız böyle değil mi?" Zeynep hevesle atılmıştı. Şengül gülerek kolunu çimdikledi kızın, "edepsiz, sıra bana geliyor diye seviniyor." Hepsi birden gülüştü bu kez.

Berat'ın gözleri karısını takip etmiş, henüz masadakilere selam dahi vermemişti. Adam bir hayli dalgındı, kendisine dönen bakışları farketmedi. Ayşe'nin kızlarla gülüşerek fısıldaşmasını hayretle izliyordu. Elbette onun yüzünün gülmesini istemişti ama bu haline bir anlam veremiyordu. En başından beri asla kabullenmediği şeyleri bir anda kabullenmiş gibi görünmesi olacak şey değildi.

Bu kayıtsız hallerinin altında ağır bir depresyonun yattığını tahmin ediyor, kendine zarar vermesinden korkuyordu. Aslında Berat tamamen haksız değildi; Ayşe aylar önce ilaçlarını kendi kendine bırakmıştı. Yaşadığı ruhsal bunalım günden güne derinleşmiş, had safhaya ulaşmıştı.

Kendince ne yaparsa yapsın hiçbir şeyin düzelmeyeceği fikrine saplanmış, ipin ucunu bırakmıştı. Hayata olan ilgisini, yaşama sevincini, mücadele isteğini kaybetmişti. Sürekli hayatın anlamsızlığını, varlığının gereksizliğini, kolayca vazgeçilebilen, değersiz bir insan olduğunu düşünüp duruyordu.

KÜL VE KORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin