28) Şart

12.6K 756 1.1K
                                    


İyi akşamlar,
Öncelikle İzmir'de yaşanan deprem felaketinden dolayı hepimize geçmiş olsun. Allah bizleri tüm afet ve felaketlerden korusun.❤️❤️



O akşam konakta çıt çıkmıyordu. Berat, yanında Zühre'yle birlikte hastaneden dönmüştü. Bebeğin bir hafta sonra ancak çıkabileceğini söyleyen doktor, Zühre'nin sütünü sağıp getirmek kaydıyla eve gitmesini önermişti. Zira kadın, yenidoğan yoğun bakım ünitesinin camına yapışmıştı adeta. Sanki bu hastalıktan dolayı oğluna her an bir şey olacakmış da onu kaybedecekmiş gibi gözünü ondan ayırmıyordu.

O kadar çok ağlamıştı ki artık sadece kuru kuru hıçkırıyor, derin derin içini çekiyordu. Sürekli doktorlara yeni bir şey sormak istiyor, her seferinde farklı bir cevap bekliyor, içini rahatlatmak için çabalıyordu. Zühre'nin çocukluğundan itibaren yaşadığı hayata dayalı psikolojik sıkıntıları vardı. Üstüne kuma olarak edindiği yeni dertler; artan değersizlik hissi ve çocuklarını kaybetme korkusu eklenmişti.

Bugün hissettikleri hiç birine benzemiyordu; bu çok başka bir dertti. Sanki dünyanın tüm ışıkları sönmüş, daimi bir karanlığa gömülmüştü Zühre. Doktorun tavsiyesi üzerine, Berat'la birlikte fakülte hastanesine gittiler, bu alanda uzman bir hekim bulup ellerindeki tahlilleri gösterdiler. Sorular sorup, cevaplarını uzun uzun dinlediler.

Sonuç değişmiyordu ancak minik Bekir için onlara çok fazla iş düşüyordu. Her evlat anne babası için ciddi bir sorumluluk ve fedakarlık gerektirirdi ama böyle hastalıklarda çok daha fazlası gerekiyordu. Sözün özü; Bekir bebek pamuklara sarılarak, özen ve ihtimamla büyütülecekti. Derdininin dermanı olan tedavi dikkatle uygulanacaktı.

Berat, biraz da olsa bazı şeyleri kafasına oturtmuştu, başaracaklarına inanmak istiyordu. Zühre'de durum biraz daha farklıydı, korku ve panik iliklerine kadar işlemişti. Daha o günün akşamına üzüntüden sütü kesildi.

Konağa döndüklerinde, çoluk çocuk ayak altından çekilmişti ama büyükler hala yatmamıştı. Hatta özellikle Berat'ın dönüşünü bekleyen Bekir Ağa'nın gözü kapıdaydı. Akşamüstü onu aradığında, ses tonundan bir sorun olduğunu anlamıştı. Zühre, konağın kapısından, kocasının önünde, koşarak içeri girmiş, misafir salonunun eşiğinde duraksamıştı.

Bütün gözler ona döndüğünde, o sadece kızını sormuştu. "Kızım nerede?" Hali fenaydı, Bekir Ağa ayağa kalktı. "Ne oldu gelin?" Konuşacak halde değildi, yutkundu, geri doğru bir adım attı. Hemen arkasından gelen Berat'a çarpınca durdu, arkasına dönüp ağlamaklı gözlerle adama baktı. Kaçıp gitti Zühre, merdivenleri koşarak çıkarken saatlerdir tuttuğu ilk feryat ağzından firar etti. "Oğlum!" Birinci kata ulaştığında yere çöktü, sesli bir ağlama krizine tutuldu kaldı.

Şengül'ün odasından Ayşe ve Zehra fırladı, kucağında Kevser vardı. Küçük kız ağlayarak annesine atıldı. Diğerleri aşağıdaydı, belliki Berat anlatıyordu olanları, yukarı gelen olmadı, kadının derdi ortadaydı. Geceyarısı olduğunda herkes az çok bebeğin durumunu öğrenmiş, kendi kafasında bir sonuca varmıştı. O derin sessizlik de buna işaretti.

Ayşe, aşağıya inmişti, baştaki bir kaç cümleyi kaçırsa da Bekir Ağa'nın tekrar eden sorularıyla duruma teferruatıyla hakim olmuştu. Hiç görmediği masum bebeğe öyle çok üzüldü ki, sessizce dikildiği kapı ağzında öylece kaldı. Berat, konuşurken onun yüzüne bakamasa da orada olduğunu biliyordu. Bir ara gözleri onun solgun yüzünü buldu, içi çekilmiş gibi bakıyordu adeta.

Bekir Ağa, hala inanamıyormuş gibi söylendi. "Neden olmuş bu hastalık? Kalıtsal ne demek?" Berat yorulmuştu artık. "Doğuştan demek, anne babadan çocuğa geçen bir şey dedi doktor." Adamın aklı almıyordu bir türlü.

KÜL VE KORWhere stories live. Discover now