21) Yabancı.

8.9K 766 1K
                                    

MEDYADAKİ ŞARKI, ZELİHA'NIN ANISINA İTHAF EDİLMİŞTİR. GERÇEK ADI ZELİHA OLMASA DA BÖYLE BİR KADIN GELDİ, GEÇTİ BU FANİ DÜNYADAN.
VE.. DAHA NİCELERİ..


Bahar mevsimi iyiden iyiye kendini gösterirken ısınan havayla birlikte konak ahalisi bahçeyi düzenleme işine girişmişti. Konakta hummalı bir çalışma almış başını gidiyordu. Kevser bebeğin kırkı çıkıyordu artık ve yarın mevlit okutulacak, yemek daveti verilecekti.

Ayşe, sabah erkenden kalkıp anasının mezarına gitmişti, yarın onun için en zor günlerden biri olmaya adaydı. Bebek doğduğundan beri konaktan uzak durmayı bir şekilde başarmıştı ancak yarın kaçabileceğini zannetmiyordu. Bekir Ağa, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" sözünü hayata geçiren bir nutuk atmış. "Herkes yerini bilsin, ele güne daha fazla rezil etmeyin beni." demiş, kendince ne olması gerektiğini özetlemişti.

İnsanlar için konuşmak, yargılamak, eleştirmek çok kolaydı. Kimse kimsenin derdini anlamak istemiyordu, "uzaktan bakınca dertsiz, tasasız bir halim mi var?" diye düşünmekten alamıyordu kendini Ayşe.

Güneş henüz doğmuştu, mezarlığın içindeki toprak yolu çevreleyen otlar, sabahın çiğ tanelerini üzerinde taşıyordu hala. Güneş ışıklarıyla parlayan damlacıklar, kristal zerrelerini andırıyordu. Kolunun altındaki Kur'an'ı göğsüne bastırarak uzaktan görebildiği mezara döndü yüzünü.

Buraya gelip gittiği yıllar boyunca, attığı her adımda "Annem yaşasaydı keşke ve ben ona koşsaydım, kollarına atılsaydım. Öpüp koklasaydım, sıkıca sarılsaydım, konuşup dertleşseydik." Diye hayıflanır dururdu, son günlerde bir şeyler değişmişti. Artık, onun bu hayatı yaşamak istemediğine kanaat getirmiş gibiydi. Yüreğindeki sızı farklı bir yöne evrilmişti, onu anlıyordu, insan yaşamaktan vazgeçebilir, ölümü kurtuluş olarak görebilirdi.

Dalmış olmalıydı, mezara yaklaştığını dahi farketmedi, kulağına dolan ağlamaklı, kısık bir erkek sesiyle duraksadı. Anasının mezarı başında çömelmiş bir adam vardı, arkası dönüktü, başı önüne eğilmişti. Onu bu şekilde tanıması imkansızdı, üstelik sesine de hiç aşina değildi.

"Zeliş... yakıştı mı sana? Bu kadar mı sevdin kara toprağı? Yetmedi mi? O toprağı kazdığın, çapaladığın, ekip diktiğin yetmedi mi? Bu kadar mı heves ettin be karagözlüm.." Adamın eli mezar taşına uzandı, parmak uçları isminin üzerinde dolandı yavaşça. Yüzünü severmiş gibi dokundu soğuk mermere. Derin bir iç çekişle başını dayadı bu kez.

"İçimi deldin Zeliha.. hayalin bile boynu bükük çıkıyor karşıma, gözümü kapasam seni görüyorum, uyusam seni. Ne olurdu beraber yaşlansaydık şu fani dünyada? Mezarına bile gizli saklı gelmek kahrediyor beni.. Bu kez tutamadım kendimi.. en sevdiğin gülleri getirdim affet beni.. bilirim kırlardaki yaban gülleri kadar güzel değiller.. bana seni hatırlatsalar da senin kadar güzel değil hiçbiri.."

Ayşe'nin adımları çakılıp kaldığı yerden ağır ağır geriledi, biraz gerisindeki selvi ağacının kalın gövdesine saklandı sessizce. Kimdi bu adam? Akraba olsa tanırdı, Aziz Ağa'dan başka kim cüret edebilirdi onu böyle ziyaret etmeye?

Adam, mezarın üzerine bıraktığı pembe, beyaz güllerin yapraklarına dokundu bu kez. "Senden güzeli yoktu.. bağışla. Gül tenin toprak oldu ya.. Gül yüzünü soldurdular ya.. oysa bir kez elim değmedi eline. Ah.. be gülüm.. ah be solan.. yitip giden gülüm.. Hala sürüklüyorum bu canı.. hala ölmedim.. kavuşamadık Zeliha, kavuşamadık sevdiğim.."

Ayşe'nin gözleri doldu apansız.. garip anasının bir sevdiği, bir seveni vardı demek. "Bunca acı.. bunca kahır boşa değildi demek." Kendi fısıltısından ürkmüştü, elini dudaklarına kapadı, nefesini tuttu.

KÜL VE KORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin