3) Yalancı Bahar..

10.2K 600 1.4K
                                    


Ben geldim, gene uzun bir bölüm, belki de dönüp dönüp okuyacağınız bir bölüm olmaya aday. Seviliyorsunuz ve üzülmemeye bakın.
❤️❤️❤️🥰🥰🥰

"Hayırlı olsun Berat Ağa, Allah mesut etsin."

Berat, Ayşe'nin sözleriyle olduğu yerde donakalmıştı, nasıl bir dilek, nasıl bir temenniydi bu böyle. Bir kadına, kocasına bu sözleri söylemek nasip olmuştu ya daha ne olsun! Karısı ona mutluluk dilemişti, kiminle mesut olacaktı? Kuma gelmişti! Berat, o kadınla mı mesut olacaktı? Ayşe'yi severken başkasıyla mesut olmak! İşte buna gülmek istiyordu, belki de oturup ağlamak. Ayşe'nin sözleri sitemden öte, bir ağıt, bir feryat gibiydi.

Genç adam, çocukluğundan beri ağlamamıştı ama şimdi, sevdiği kadının sözleriyle, gözlerine dolan yaşlara engel olamıyordu. Erkeklere verilen özgürlüğün ve gücün sınırsız olduğu bir dünyaya doğmuş, öyle yetişmişti. Eline verilen güç, ölümcül bir silaha dönüşmüş, bu kez en sevdiğini vurmuştu. Ayşe onun en zayıf noktasıydı, bir yıl önce çocuk sahibi olmak uğruna neredeyse canından olacaktı. Berat, o günden sonra çocuk mevzusunu tamamen kapatmıştı ama bu kez karısının canına kuma kurşunuyla kastetmişlerdi.

Ayşe, avlunun ortasında kalakalmıştı, şimdi nereye gidecekti? Ona kol kanat germeyen, Bekir Ağa'nın torun hırsına, kızını yem eden babasının evine mi? Yoksa onu bu cehennemden çekip çıkarmayan, elinden tutup götürmeyen, sözünü tutamayan kocasının evine mi? O anda yaşadığı ikilem falan değildi, Ayşe evsiz kalmıştı, yuvası yoktu, gidecek yeri yoktu.

Ayakları, yere çakılmıştı, ne ileri ne geri tek bir adım atmadı, başını önüne eğdi, omuzları düştü. Avuçlarına hunharca batarak, derisini delip geçen tırnakları, avuç içlerini kanatırken dahi kılı kıpırdamadı.

Melek, kızının ne düşündüğünü, an be an yıkılışını, düştüğü çıkmazı halinden anlamıştı, bu çaresizliği yakından tanırdı. Berat'ın, Ayşe'ye yönelen adımlarını görünce elini kaldırıp onu durdurdu. "Uzak durun kızımdan, rahat bırakın onu! Yapacağınızı yaptınız, bırakın da nefes alsın." demiş, kızını kolunun altına çekip konağa doğru adeta sürüklemişti. Zira Ayşe, bacaklarında derman kalmamış gibi ayaklarını sürüyordu.

Ayşe, geceyi hissiz bir umutsuzluğun kollarında geçirirken, kafası hiçbir şeye odaklanamayacak kadar karışıktı. Azgın bir nehrin, köpüklü sularına kapılmış bir dal parçası gibi sürüklendiğini hissediyordu. Kendisini kurtaracak bir el, tutunacak bir dal yada nehrin kavuştuğu bir deniz ufukta görünmüyordu. Bu belirsiz, çılgın akıntıda kaybolmuştu. Ayşe, çok kereler, yüksek tepelerden aşağı hızla akacak sularda, deli akan çağlayanlarda, alabora olacak nefessiz kalacaktı.

Ertesi sabah, avluda kopan kızılca kıyamete açtı gözlerini. Abileri gelmişti, belliki yazdıklarını dikkate almamışlardı. Aziz Ağa ile oğulları arasındaki zayıf bağları da koparıp atacak büyük kavga iki konağı bir araya getirdi. Silahlar çekildi, ağza alınmayacak laflar edildi, babalarının son icraatıyla çileden çıkan üç evlat ortalığı yakıp yıktı.

Aziz Ağa, geri adım atmadı, "kadının yeri, kocasının yanıdır, Ayşe, hiçbir yere gidemez" söyleminden dönmedi. Kuma gelmesini önemsiz gösteren sözleriyle oğullarının damarına bastı, üstelik lafı "size ne oluyor?" demeye getirmekten de çekinmedi.

Yavuz, çileden çıkmıştı, silahını çekip hedef aradı. Kimi vuracağına karar veremiyormuş gibiydi, yada kimden başlayacağına. Hızla araya girenlerle, namludan çıkan serseri kurşunların sesi havada yankılandı. Çıkan arbedede kimsenin yaralanmamış olması mucizeydi, korkuyla kopan çığlıklar yerini garip bir sükunete bıraktı. Yavuz'u üç kişi zor zaptetmiş, avlunun bir köşesine oturtmaya çabalıyordu. Genç adamın derin kuyulara dönmüş kara gözleri konağın oymalı, ahşap çerçevelerini tarıyordu.

KÜL VE KORWhere stories live. Discover now