Tanıtım

1.7K 96 24
                                    

Ben Oh Sehun, ölmeden cehennemi yaşadığımız bu günlerde yer yüzünde hayatta kalmış son insan olabilirim. Az önce abimin ölüsünü gömdüğümü düşürsek şimdilik yoluma yalnız devam ediyorum. Size bir hikaye anlatmama izin verin. Nasıl olsa benim zamanım çok.

Bu lanet virüs ilk ortaya çıktığında doktorlar bir çeşit grip virüsü olduğu söylenmişti. Gerçeği bilmiyorlar mıydı yoksa saklamayı mı tercih etmişlerdi bilmiyorum. İlk belirtiler içinde yüksek ateş ve kusma olduğu için kimse şüphelenmedi başka bir şey olmasından. Tıpkı grip gibi başlıyordu bütün vakalar. 

Her geçen gün mahallemizde bir eve daha ambulans geliyor ve insanlar birer birer yok oluyordu. Tabiki bu bir süre sonra şüphe uyandırmaya başlamıştı ama biz daha sorgulayamadan yan komşumuz Bay Hyunjoong salonumuza dalıp annemi yemeye başlamıştı. Evet yanlış duymadınız yamyamlıktan bahsediyorum tam olarak. Hatta daha fazla şiddet içerikli olanından. 

Alt kattaki gürültüyü duyup ne olduğuna bakmak için aşağıya iniyordum ki artık Bay Hyunjoong olmayan Bay Hyunjoong ile göz göze geldim. Gözleri yerine artık bembeyaz iki küre bulunuyordu. İrisleri artık olmamasına rağmen sanki ruhumu görüyormuş gibi his tüylerimi dikken dikken etti. O bana doğru koşmaya başladığında ağzından akan kan damlaları annemin en sevdiği halısına damlıyordu.

Yapabildiğim tek şey öylece orada dikilmekken sanırım babam emektar tüfeğiyle gelmeseydi ölümden sonra hayat olup olmadığını öğrenmek üzereydim. Tüfeğin gürültüsü kulaklarımda çınlarkan bana sarılan kolların babama ait olduğunu bilsem de kolların arasından kaçmak için debeleniyordum. Babam beni tutmak için çalışırken bir şeyler söylüyor ama duyduğum tek şey kulaklarımda yankılanan çınlamadan başka bir şey değildi. Derken babamın beni saran kolları gevşedi.

Korkuyla birkaç basamak kaçarken Bay Hyunjoong'un babamın boynunu arkasından ısırdığını görmüştüm. Bu sefer boğazımı yırtarcasına bir çığlık çıkarken dudaklarımdan babamın gözlerimin önünde gözlerinin ferinin gidişini izledim. 

Kaçmam gerekiyordu. Buradan hızla çıkıp gitmeliydim. Ama merdiveni iğrenç yaratık kapattığı için yukarı doğru kaçmak zorunda kalmıştım. Merdivenleri ikişer ikişer çıkarken kapana sıkıştığımı biliyordum. Her aldığım nefesin son nefesimmiş gibi derin derin çekiyordum. Odama vardığımda kapıyı kitleyerek arkasına yaslandım. Göğsüm hızla inip kalkarken kendime bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordum. 

Masanın üzerindeki telefonu cebime sıkıştırırken onu kullanamayacağımı biliyordum. Ancak henüz hatlar kesilmemişken abime ulaşabilirsem beni her zaman yaptığı gibi bu kargaşada da koruyacağını biliyordum. Daha anne ve babamın ölümünün yasını tutamadan odamın penceresinden kaçıyordum. Evimdeki canavardan milyonlarcasının olduğu sokağa...

***

Ben Kim Jongin, bütün bu cehennemin ortaya çıktığı evde yaşıyorum. Yani yaşıyordum... Babam ve ekibi kanseri tedavi ettiklerini sandıkları bir tür aşının üzerinde çalışıyorlardı. Babamın laboratuvarı evimizin alt katında olduğu için ya da babamın laboratuvarının üzerinde yaşadığımız için, ne demek istersen, hastaların gelişimine nerdeyse ilk gözden görmüştüm. 

İlk başta işe yarıyor gibi görünüyordu. Kontrolsüzce üreyen hücreler kullandıkları tedavi her neyse bir şekilde yavaş yavaş faaliyetini kaybediyordu.  Hastalar gözetim altında olduğu günler boyunca her gün aynı dozda ilacı almaya devam ettiler. Bu tıp tarihi için mükemmel bir buluş olabilirdi. Tabi babamların bilmediği şeyse kullandıkları virüsün kontrolsüzce üreyen hücreleri konak olarak kullanarak onlardan beslendiği için hücrelerin ölmesine sebep olduklarıydı. 

Deneklerin hepsi iyileşiyormuş gibi görünen iki haftanın ardından daha kötü bir hala gelmişti. Çürümüş et ve kusmuk kokusu üst kata kadar geliyordu. Babam ne kadar aşağı inmeme izin vermese de bir şeylerin yolunda olmadığının farkındaydım. Denek47 dışındaki bütün denekler ölürken o hala hayatta kalmıştı sadece. Buna hayatta kalmak denirse. Denek47 bir beyin timörüne sahip bir hastaydı. Diğer virüsler kanser hücrelerinden beslendikten sonra konağı da öldürerek kendilerini oligotrofik büyüme modu dediğimiz aktif uyku moduna alıyordu.

Şimdi bilimsel kısmını bir yana bırakırsak Denel47 bir şekilde kanserli hücrelerin ölümünden sonra aktif uykuya geçmek yerine beyne yayılarak ondan beslenmeye başlamıştı. Asıl her şeyin boka sarması ise virüslerin yeni konaklarına adapte olmak için mutasyona uğramasıyla başladı. Bütün vücuda yayılmasıyla ise artık insan olmayan o şeylere dönüştüler.

Bütün bu kargaşadan önce askeri eğitim alan bir üniversite öğrencisiydim. Haftasonu eve geldiğimde beklediğim en son şey Denek47'nin babamın gırtlağını elinde tuttuğu bir manzaraydı. Eğitimim gereği yanımda taşıdığım silahı Denek47'e doğrulttuğumda kafasından sıkıp bu virüsün yayılmasını durdurmamı beklerdiniz değil mi? Ama yapamadım. Daha önce hiçbir insana karşı silah kullanmamıştım. Karşımdaki bedenin ağzından damlayan kan damlaları ve çürümüş bedeniyle artık insana benzemese de ona ateş edemedim. 

Kalbim maraton koşuyormuş gibi atarken silahım o bedene doğrultmuş bir şekilde öylece orada duruyordum. FBI laboratuvarı basıp canavarı etkisiz hala getirirken ben kaskatı olmuş bedenimle atış pozisyonunda duruyordum. Yanımdan geçip giden ajanlar, kulaklarımda uğuldayan silah sesi ve babamın gırtlağından fışkıran kan hatırladığım son şeydi.

Bilincim yerine tekrar geldiğinde askeriyenin revirinde yatıyordum. Her şeyin bir rüya olmasını Suho'nun yine talim yaparken kafama silahın arkasıyla vurduğu için bayıldığımı düşünmek istedim. Ama hemşirenin yüzündeki ifade çoktan tam tersini söylüyordu. Annemi çok küçük yaşta kaybetmiş biri olarak artık babamda yoktu.

İyi tarafından bakarsak virüsün o bedenle birlikte kontrol altına alındığını düşünüyordum. Ancak birkaç gün içinde artan grip vakaları ve sınıftaki birkaç kişinin revirdeki halini gördüğümde tanıdım. Babamın laboratuvarındaki gönüllü denekler kabuslarımdan çıkmazken bir gün dersin ortasında acil durum sirenleri çalmaya başladığında koskoca anfide tek bir öğrenci bile kalmamıştı. 

Herkes sabah koşusunu yaptığımız sahanda sıraya girdiğinde meraklı fısıltılar ortalıkta dolaşıyordu. Bir şeyin ters gittiğini biliyordum. Sorunun ne olduğunu biliyordum ama yine kaskatı kesilmekten başka bir şey gelmemişti elimden.

Komutan sorunun ne olduğunu söylemeden herkesin saha görevine gönderildiğini ve bölüğümüzde bilgilendireleceğimizi söylerken huzursuzca kıpırdandım. Belki geride kimsem kalmamış olabilirdi ama hemen yanı başımda duran en iyi arkadaşımın bir ailesi vardı. Çok tatlı ebeveynleri ve kendinden 3 yaş küçük kardeşi Sehun vardı. Ben benimkini koruyamamıştım ama o yapabilirdi. Komutan bizi bölüklere ayırırken Suho'ya birkaç haftadır kabuslarıma giren şeyleri anlattım. 

Bu gece bölüklere teslim olmamız için askeriyeden yola çıkacaktık. Suho ailesinin yanına gidebilmesi için onu bölükten gizlice çıkardım. Bu akşama kadar döneceğini biliyordum ama bir daha ne ondan ne de ailesinden haber alabilmiştim. Dünya birden savaş alanına dönerken bölüğümdehayatta kalan insan sayısı hızla azalıyordu. Taki bir avuç asker kalana kadar. Bulunduğumuz konumda kalmak bizi açık hedef haline getiriyordu ve elinde sonunda yiyeceğimiz bitecekti. Gitme kararını alan bendim. Benimle gelmek zorunda değillerdi. Beni yalnız bıraktıkları için onları suçlamıyordum ama şimdi bir iki kelime edecek arkadaşa hayır demezdim.

Zombieland//SekaiTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon