1.7

2.5K 176 173
                                    

| Yusuf |

*

"Hümeyra açsana kapıyı artık!" 

O da en az benim kadar gergindi. Cihangir böyle bir anda ortadan kaybolmazdı; bir terslik olduğunun farkındaydık. Hümeyra'nın durumu daha da ciddiydi. Stresten eli ayağı birbirine dolaşmıştı, şimdi bir anahtarı yuvasına sokamıyordu bile. "Çekil, ben açarım." Elinden aldığım anahtarla kapıyı tek seferde açtım. "Cihangir?" Evde olması umuduyla sesleniyordum ancak evde benimkinin dışında hiçbir ses yoktu.

Evin her tarafına bakmıştık, ancak Cihangir yoktu. "Banyoya bakmadık Yusuf," dedi aniden. Yanındaki banyonun kapısını açmasından sonra acı dolu bir çığlık yankılandı evin içinde. Sesindeki acıyı ve ızdırabı, iliklerime kadar hissetmiştim.

Kapının girişinden Hümeyra'yı hızla çektim ve banyoya baktım. Gördüğüm görüntüden sonra kalbim durmuştu sanki. Cihangir gözlerini kapatmış, kan revan içinde küvette öylece uzanıyordu. Kalbim sıkışıyormuş, başım dönüyormuş gibi hissediyordum ancak durma lüksüm yoktu; bir an önce onu bu durumdan kurtarmalıydım. Küvetin önüne bıraktığı kıyafetlerinden iki tanesini aldım hemen. Bileklerine o kıyafetleri sıkıca bağladım, en azından kanaması dururdu. "Hümeyra çabuk ambulansı ara." Arkamı döndüğüm zaman Hümeyra'yı gördüm, donmuş bakışlarıyla bize bakıyordu. İki yaş süzüldü gözlerinden. 

Hümeyra'nın şu an nasıl hissettiğini biliyordum ancak kendine gelmesini de bekleyemezdim, onun yerine ambulansı ben aramalıydım.

*

Kaç dakikadır oturuyordum bu koltukta? Belki on, belki bin... Vakit geçmek bilmiyordu. Kalbime saplanan acı, zaman algımı yok etmişti sanki. Beyazlarla kaplı uzun koridor sanki üstüme üstüme geliyor, beni boğmaya çalışıyordu. Anlamıyordum, yaşadığı şeyler onun gibi güçlü birini bile yıkacak kadar zor muydu?

Yanımda oturan Hümeyra benden daha kötü durumdaydı. Yüz ifadesi donmuş, kumral cildinin rengi atmış, mavi gözleri ağlamaktan şişmişti. "Abim yaşıyor mu?" dedi kısık bir sesle. 

"Bilmiyorum. Umalım ki öyle olsun."

Yoğun bakım ünitesinin kapısı açıldı aniden. Beyaz önlüklü, siyah saçlı, orta yaşlı bir kadın yanımıza ilerledi. "Cihangir Okyanusdoğan'ın yakınları sizler misiniz?" dedi, elindeki kağıtlara bakarken. "Evet," dedim. İkimiz de heyecanla ayağa kalkmış, doktora bakıyorduk. "Biziz."

"Hasta yaşıyor, ancak çok kan kaybetmiş. Şu an kan veriyoruz, umuyoruz ki düzelecektir. Bileklerindeki yaraları diktik. Kendine geldikten sonra kollarına alçı takacağız. Bir ay boyunca o alçıları takacak, bir ayın sonunda ise fizik tedavi süreci başlayacak. Yaraları ciddi gözüküyor, tedavisi bittikten sonra bile bazı parmaklarında kalıcı his kaybı olabilir. Geçmiş olsun."

Bir anda kollarını bana sardı. "Abim yaşıyormuş Yusuf!"

"Duydum!" Kollarımı ben de sardım ona. "O iyi olacak. Çok daha iyi olacak." Evet, Cihangir iyi olacaktı. Tek ihtiyacı olan şey zamandı. Zaman hem bedenindeki, hem de kalbindeki yaraları iyileştirecekti.

*

Cihangir aradan geçen birkaç saatte ayılmıştı. Yanına en fazla iki kişi girebiliyordu, o yüzden Buse ve Demir içeri girmek yerine dışarıda bizi bekliyorlardı. Bizim sıramız bitince onlar geleceklerdi.

Yatağının yanındaki ikili, beyaz koltuğa oturduk Hümeyra'yla beraber. Cihangir'in elini tutup, ona yanında olduğumu hissettirmek istiyordum ama bileğindeki yaralardan ve koluna takılmış - iğnelerden korktuğum için yapamıyordum. "Cihangir," dedim sessizce. "Ağrın var mı?" İçlerindeki pırıltıyı kaybetmiş gözleriyle baktı bana. Esmer cildi hiç olmadığı kadar soluk, suratı hiç olmadığı kadar çöküktü. "Yok," diye mırıldandı, "Hiçbir şey hissetmiyorum."

okyanus ve iblis | bxbWhere stories live. Discover now