2.9

1.9K 171 117
                                    

| Demir |

*

Sonunda başarmıştık, otele gelmiştik. Bu odaya hiç varamayacağımızı düşünmüştüm bir an. Hava alanları ve şehir merkezleri arası ulaşım, yolculuğun bizi en çok yoran kısmı olmuştu. 

Oda oldukça sadeydi. Odanın ortasında çift kişilik bir yatak, etrafında krem rengi mobilyalar ve karşısında bir televizyon vardı.

Odaya girdiğimiz gibi Cihangir çantasını yere fırlattı ve kendini yüz üstü yatağın üstüne bıraktı. "Çok yoruldum Demir." Yatakta ben de yanına yattım, bunu fark edince sırt üstü döndü ve bakışlarını bana çevirdi. "Ben de çok yoruldum. Ne yapsak, konsere gitmesek mi acaba?" 

Ben şaka yapmıştım ama Cihangir beni ciddiye almıştı, çatılan kaşlarından belli oluyordu. "Beni ciddiye almamışsındır umarım?" Ciddi olmadığımı anlayınca bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Bir an ciddisin sandım."

"Şu odada beraber, baş başa kalmamızı her şeye tercih ederim gerçi." Yüzü domatese dönmüştü yine. Yatağın üstünde uzandığımızı da düşünürsek, böyle olması çok normaldi. Sonuçta Cihangir'den bahsediyorduk. "Açım. Suzan Ablanın yaptığı mercimek köfteleri bitti mi?"

"Evet." Gerçekten de bitmişti, hepsini yemişti minik bebeğim. "Hepsini yedin." Küçük bir kıkırtı kaçtı ağızlarından. "Sen bana ayı mı diyorsun?" Kıkırtısına eşlik ettim. "Yani onu kast etmemiştim ama istersen ayı da olabilirsin." Yaramaz bakışlarıyla gözlerime birkaç saniye baktı, sonra hızla doğruldu ve eline aldığı yastıkla bana vurmaya başladı. "Demek yastık savaşı istiyorsunuz Cihangir Bey? Bunu siz istediniz."

Elime gelen ilk yastığı aldım ve ona karşılık verdim. Kahkaha seslerimiz odada yankılanıyordu. Götüne başına ekmek bandığım, o kadar güzeldi ki... Yeni doğmuş bir çocuk kadar saf ve tertemizdi. 

Birbirimize yastıklarla vurmaya devam ettiğimiz sırada odanın kapısı çalındı. Elimdeki yastığı yatağa bırakıp, kapıyı açtım. Oda servisi gelmişti. "Yemeğinizi getirdim efendim." Kapının önünden çekilip, içeri geçmesi için ona yol verdim. Yemeklerimizi baş uçlarımızdaki komodinlere bıraktıktan sonra odadan çıktı. "Allah'tan başka bir şey dileseymişsin oluyormuş Cihangir. Açım dedin, yemek geldi. Bir dahakine para sıçmayı falan dilesene."

Küçük bir kahkaha atıp, komodindeki yemeğe yöneldi hemen. Tabaktaki patlıcan yemeğini iştahla yemeye başladı. Dikkat ettim, cidden Ugandalılar gibi yiyordu yemeğini. "Yavaş yesene güzelim, boğazında kalacak." Güzelim dememden hemen sonra şiddetle öksürmeye başladı. Hay amına koyayım, suç bende... Sanki bilmiyorum çocuğun böyle olacağını.

Yatakta yanına oturup, sırtına vurmaya başladım. Daha sonra beni durdurdu ve derin nefesler almaya başladı. "Ya ben yemek yerken neden öyle söylüyorsun? Ölüyordum az daha." Gerçekten, kelimelerle anlatamayacağım kadar güzeldi bu çocuk. Kollarımla onu sarıp, hızla kendime çektim. Kafasını göğsüme yasladım, belki öyle normale dönerdi. "Kurban olduğum, ben sana bir şey olsun ister miyim? Tahmin edemedim boğazına kaçacağını."

Kollarını tereddütle sardı belime. "Biraz daha devam edersen kalp krizi geçireceğim." Güldüm, saçlarına bir öpücük bıraktım. "Şimdi sakin misin biraz daha?" Kafasını sallamakla yetindi. "Ama hala açım, karnımı doyurmak istiyorum." Kollarımı çözüp, onu serbest bıraktım. "Tamam, yemeğini ye, sonra konser salonuna gideceğiz haberin olsun. Çok vaktimiz yok." Serbest bıraktığım gibi yemeğine geri döndü. Çok tatlıydı, onu kendi ellerimle beslemek istiyordum.

Onu çok seviyordum. Dışarıdayken taktığı güçlü adam maskesini benim yanımda çıkarıyor ve içindeki çocuğun eğlenmesine izin veriyordu. Bu çok güzeldi, benim yanımdayken kendi olması bana çok güzel hissettiriyordu.

okyanus ve iblis | bxbWhere stories live. Discover now