Ana Dilim Aşk 1 ❤ 10

86K 4K 334
                                    


MERT

Tüm gün işimin hakkını vererek çalışmıştım. Gündüz işi bana göre değildi. Yine de bu işin üstesinden de gelebilmiştim. Çok yorgundum. Hem uykusuzluk, hem de bu yoğun tempo bedenimi haşat etmişti. Bir an önce paydos edip eve gitmek ve rahatsız edilmeden uyumak istiyordum.
''Mert,''
Omzumun üzerinden arkama baktım. Serkan bana doğru gelirken ''Erdal Abi seni çağırıyor,'' dedi. Anladığımı belli edercesine başımı salladıktan sonra Erdal Abi'nin odasına doğru ilerledim. Açık olan kapıdan içeri baktım. Hararetli bir şekilde bir şeyler yazan adamın dikkatini çekmek için kapıyı çaldım. Gözlüklerinin üzerinden bana baktı ve ''Gel Mert,'' deyip tekrar önündeki kağıtlara döndü.
''Beni çağırmışsın abi.''
''Sana iş buldum.'' Kaşlarımı çattım. Doğru mu duymuştum? Bana iş mi bulduğunu söylemişti? Hiçbir tepki vermeyince başını kaldıran adam ''Bir sorun mu var?'' diye sordu. Başımı hayır anlamında sallarken ''Sadece, beklemiyordum,'' diye cevap verdim. Babacan bir şekilde gülümseyen adam elindeki kalemi kağıtların üzerine bıraktı. Gözlüğünü gözünden çıkarırken koltuğuna yaslandı. Kollarını kolçaklara koymasıyla omuzları dikleşti.
''Saydığım bir adamın, sevdiğim bir oğlu var. Onunda gösterişli bir kulübü. İRON'ubiliyor musun?''
Gözlerim fal taşı gibi açılırken ''Demir Kara'nın kulübü olan İRON mu?'' diye sordum. Ses tonum şaşkınlığımı açığa çıkarmıştı. ''Evet orası,'' diyerek eşyalarını toparlayanadam ''Babası askerlik arkadaşımdı. Demir'in çocukluğunu bilirim. Eminim beni kırmaz ve kulübünde senin için bir yer bulur,'' diye devam etti. ''Üzerini değiştir. Görüşmeye gidelim.''
''Abi,'' deyip doğru kelimeleri yan yana getirmek için sustum. İRON'a hiç gitmemiştim ama Cenk'in anlattığına göre orada eğlenenler saygın ailelerin çocuklarıydı. Cepleri para dolu insanlar... Benim çalıştığım barlardaki gibi ucuz biraya tav olan insanlara benzemezlerdi. Eminim ki orada çalışmak için bile olsa belli bir eğitiminin olması gerekiyordu.
''Çok teşekkür ederim ama o kulüp beni aşar.''
Erdal Abi kaşlarını çatarken kendimi açıklama gereği duydum. ''Benim bildiğim en iyi iş, barmenlik ama yine de o yerde çalışabilecek kadar yetenekli olduğumu sanmıyorum. Öte ki taraftan garsonluk yaparsam, oraya takılan insanlara nasıl hizmet edebileceğimi bilmiyorum. Benim gibi birini ne yapsınlar.''
Erdal Abi düşünceli bir şekilde bana bakarken ''Bir gidip konuşalım,'' dedi. ''Demir her zaman en iyisini ister ama halden de anlar. Eminim ki sana yardımcı olacaktır. İşe almasa bile, işe girmene yardım edeceğini biliyorum. Kimse Demir Kara'ya karşı gelemez.''
İtiraz etmeye kalktım. Beni bakışlarıyla susturdu. ''Hadi git üstünü değiştir. Bir an önce şu işi halledelim.''
* *
Daha ne olduğunu idrak edememişken kendimi kulübün sokağında buldum. Erdal Abi elini kolunu sallayarak girişe doğru yürümeye başladı. Tedirgin olmuştum. Bunun nedeni siyah takım elbiseli adamların gözünün bizim üzerimizde olmasından dolayıydı. İri yarı, kel bir adam bize doğru yürümeye başladı.
''Oo... Erdal Abi. Hangi rüzgar attı seni?''
Erdal Abi, kel adamın elini sıktı. ''Hayırlı bir rüzgar Vedat,'' deyip gülümsedikten sonra Demir'in içeride olup olmadığını sordu. Adının Vedat olduğunu öğrendiğim kel adam gözlerini kısa bir an bana kaydırdı. Avuç içlerimin terlediğini hissettim.
''Az önce geldi abi. Yalnız biraz sinirli.''
Başını tamam anlamında sallayan Erdal Abi yürümeye başladı. Bende adama hafif bir selam vererek peşinden ilerledim. Demir Kara ve siniri hakkında milyon tane olay dinlemiştim. Eminim ki Erdal Abi, o sinirli halini kendi gözleriyle de görmüştü. Nasıl bu kadar korkusuz olabiliyordu?
İçeri girmemizle dudaklarımın aralanması bir oldu. Burası anlatılanlardan da gösterişliydi. Daha önce hiç bu kadar büyük bir yerde çalışmamıştım. Dekoratif eşyaların bir tanesinin bile benim bir senelik maaşım olduğuna emindim. ''Beğendin mi?'' İrkildim. Erdal Abi'ye baktığımda keyifli bir şekilde gülümsediğini gördüm. ''Çok güzel.''
''Öyledir,'' diyerek bakışlarını mekana çeviren adam ''Uzun zamandır gelmiyordum. Dekorasyonunu yenilemiş,'' diye devam etti. ''Önceki hali de çok güzeldi ama bu, tam anlamıyla Demir Kara'nın kulübü olduğunu gösteriyor.''
Heyecanlanmıştım. Böyle bir yerde çalışacağımı daha önce hayal etmemiştim. Erdal Abi söylediğinde çalışamayacağımı söylemiştim ama şu anda... Burada çalışmak istiyordum. Etrafı inceleyen adam ''Görünürde yok. Çalışma odasındadır,'' deyip merdivenlerden inmeye başladı. Bende kulübü incelemeyi bırakıp peşinden aşağı indim. Büyük mekanda belli bir yol kat edip, loş ışıklı bir koridora girdik. Bir anda Erdal Abi olduğu yerde durup arkasını döndü. Allah'tan etrafa bakınmıyordum. Yoksa adama çarpmam kaçınılmaz olurdu.
''Birazdan neye şahit olacağını bilmiyorum ama içeri girmeden seni uyarmam gereken şeyler var.''
Bir anda gerilmiştim. ''Demir Kara'yı ne kadar tanıdığını bilmiyorum. Fakat isterse o seni, kuşaklar öncesine kadar bulabilir. Bu yüzden işe alın yada alınma, üç şeye dikkat etmelisin. Birincisi, yani en önemlisi, burada olan burada kalır. Eğer Demir, üçüncü kişinin ağzından olanları duyarsa, ki emin ol ondan bir şey saklamak imkansızdır. Önce bunu kimin söylediğini bulur, daha sonra o kişiyi en ağır şekilde cezalandırır. Baba olduktan sonra yumuşadığı söyleniyor ama onun damarlarında Adnan Kara'nın kanı dolaşıyor. Asla değişmeyecektir.'' Kalbim düzensiz bir ritimde atarken başımı tamam anlamında salladım. ''İkincisi, ne olursa olsun yalan söyleme. En nefret ettiği şeydir ve ortaya çıktığı an gözünün yaşına bakmaz. Üçüncüsü ise, asla ama asla Demir'in söylediklerini, yaptıklarını, emirlerini sorgulama. Yoksa sinirlenir ve bedeli ağır olur.'' Benim nasıl bir işe yarışacaktım böyle. Demir Kara'yı tanıyordum ama Erdal Abi'nin ciddi bir yüz ifadesiyle yaptığı uyarı tüylerimi diken diken yapmıştı. Kolumu pışpışlayarak ''Gerilme,'' dedi. ''Sadece uyarıyorum. Çünkü o bunlarla ilgili asla açıklama yapmaz.''
Başımı tamam anlamında salladım. Erdal Abi cesaret vermek istercesine gülümsedi ve arkasını dönüp yürümeye devam etti. Bir an peşinden gitmek ve gitmemek arasında kaldım. Daha sonra buraya kadar gelmişken, Erdal Abi'yi yarı yolda bırakamayacağımı düşündüm. Kaçmak korkakların işiydi ve ben cesur biriydim. Sonuçta Demir denen kişi, haksız yere kimsenin canını yakmazdı. Sadece konuşacaktık.
Erdal Abi'nin peşinden ilerlemeye başladım. Bir anda koridoru inleten bir ses yükseldi. Olduğum yerde durdum ve ne konuştuklarını anlamaya çalıştım. Erdal Abi başıyla yürümemi işaret etti ama sanki her adımımda karşımızda duran kapının ardındaki ses biraz daha yükseliyordu. Neden bu kadar gerildiğimi anlamıyordum. Daha önce Demir Kara'yla karşılaşmıştım. Benim yaşlarımda gözüküyordu. Eflal adama freni patlamış kamyon gibi çarpmıştı. Buna rağmen hala yaşıyordu ama piyasada dolaşan namı ve az önce duyduğum sesler ürpermeme neden olmuştu.
Kapının önüne geldik. Erdal abi ufak bir tıklatmadan sonra kapıyı açtı. Bir anda bizi karşılayan sigara dumanıyla nefesimi tuttum. Bu koku benim içtiğim dandik markalara benzemiyordu. Kesinlikle birinci sınıf bir tütünle yapılmış, sert bir sigaraydı.
İçerideki üç kişinin bakışları üzerimize çevrildi. Demir Kara gerçekten sinirli gözüküyordu. Yanında, daha önce okulda gördüğüm çocuk ve sarışın başka bir çocuk daha vardı. Hararetli bir konuşmanın ortasına dalmış gibi hissediyordum. ''Yanlış zamanda gelmemişizdir umarım.'' Demir'in bakışları saniyesinde yumuşarken ayağa kalktı.
''Erdal Amca''
Bize doğru gelirken Erdal Abi de ona doğru yürümeye başladı. Baba-oğul gibi kucaklaştıktan sonra ''Hoş geldin,'' diyen Demir ondan beklenmeyecek bir içtenlikle gülümsedi. ''Otursana,'' diyerek masasının önündeki siyah deri koltukları işaret etti. Erdal Abi bana doğru döndü ve yanına gelmemi işaret etti. Demir'in bakışları bana kayarken başımla selam verdim. Kaşlarını hafifçe çatan Demir, beni incelerken ''Seni nereden tanıyorum?'' diye sordu.
''Bir kere okulda karşılaşmıştık. Daha doğrusu arkadaşım size çarpmıştı.''
Demir bana bakmayı sürdürdü ama sanki bahsettiğim anın hangisi olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Erdal Abi tekrar yanına gitmemi işaret edince ağır adımlarla ilerledim. Elini koluma koyan adam ''Mert benim evladım gibidir,'' dedi. Onun beni böyle tanıtması onure etmişti. Demir tekrar oturmamızı işaret ederek kendi yerine geçti. Erdal Abi odadaki diğer iki kişiyle selamlaştıktan sonra koltuğa oturdu. Bende karşısındaki yerimi aldım.
''Ne içersiniz?''
''Ben bir şey almayayım,'' diyen adam bana doğru döndü. Bende Demir'e dönüp ''Bende. Teşekkürler,'' dedim.Erdal Abi iki konuda yardımını istediğini söyledi. Biri bana iş vermesiydi. Peki diğeri neydi? Bir anda Hayal'in yaşadığı olayı anlatmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Erdal Abi her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı. Demir'in öfkesi yüzünden okunuyordu. Suratı asılmıştı, bedeninin her hücresi gerilmiş, çenesi kenetlenmişti. Eline aldığı kalemi parmaklarının arasında o kadar hızlı döndürüyordu ki, bir an kafasını boşaltmak için bu taktiği kullandığını düşündüm. Neden bu kadar sinirlendiğini anlamamıştım. Tamam bu iğrenç bir durumdu ve kimse kayıtsız kalamazdı ama Demir'in verdiği tepki biraz aşırı gibiydi sanki. Sonuçta Hayal'i tanımıyordu.
''Hangi sokakta?''
Başını sertçe bana çevirdi. Bir an nefesimi tutarken ''Arkadaşına hangi sokakta saldırmışlar?'' diye sordu. Bilmediğimi ama öğrenebileceğimi söyledim. Başını tamam anlamında sallarken ''Öğren,'' deyip elindeki kalemle birini işaret etti. ''Bora'ya söyle ve gerisine karışma.'' Başımı gösterdiği yere çevirdim. Okuldaki diğer çocuğun adını şimdi hatırlamıştım. Bora'ya söyle ve gerisine karışma. Çocukların eşkâlini vermeden bulabileceklerine mi inanıyordu. Ama o Demir Kara'ydı. İstemesi yeterliydi. Eminim ki Hayal'in yüzünü hatırlayamadığı iki iti, eliyle koymuş gibi bulacaktı ve bedelini ödetecekti. Tekrar Demir'e dönerken ''Teşekkür ederim,'' dedim. Öfkesi gerçekten de anlatılanlar gibi volkana benziyordu. Patladığı an akan lavlar daha sana ulaşmadan ısısı ile yanıyordun.
''Diğer konu ne?''
Bakışlarını Erdal Abi'ye çevirdiğinde rahat bir nefes almıştım. Sadece bakışları bile üzerimde baskı yaratıyordu. Kimseden korkmayacağımı düşünürdüm ama bu adam, benimle yaşıt olmasına rağmen, saygıyla önünde eğilmeme neden olacak kadar ürkütüyordu.
Erdal Abi beni ufakta olsa tanıttıktan sonra işe ihtiyacım olduğunu söylemişti. Demir'in bakışları bana döndü.
''Demek yetimhanede büyüdün.''
Başımı evet anlamında salladım. ''Kardeşlerine bir gelecek sağlamak için, kendi geleceğini erteledin.'' Erdal Abi'nin anlattıklarını bana sorarak onaylamak istiyor gibiydi. ''Okula gitmem, sokakta kalmalarından önemli değildi.'' İfadesiz bir suratla beni izledi. Kafasından geçenleri anlamak güçtü.
''Erdal Amca'nın benim hayatımdaki yeri çok büyüktür. Senin için referans olduğuna göre belli ki onun içinde sen.''
Erdal Abi'ye bakarak gülümsedim. O da babacan bir tavırla karşılık verdi. ''O arada olduğu için seni işe alıyorum,'' dediğinde heyecanla Demir'e döndüm. ''Yarın iş başı yaparsın. Cem'le ne pozisyonda çalışacağını konuşursunuz. Diğer arkadaşlar da sana gerekli şeyleri öğretirler.''
''Teşekkür eder-''
Daha cümlem bitmeden elini kaldırıp beni susturdu. ''Başlangıç için iki bin,'' dediğinde tükürüğümü yuttum. ''Dolar,'' dediğinde öksürük krizine girdim. Demir'in tek kaşı havaya kalkarken ''Az mı?'' diye sordu. Başımı hayır anlamında sallarken ''Hayatımda o kadar parayı yan yana hiç görmedim,'' diye cevap verdim. Tepki vermedi. Onun için birine aylık iki bin dolar vermek, sanırım ekmek almak gibi bir şeydi.
''Bu kulüp benim için çok değerli Mert,'' dediğinde başımı anladığımı belli edercesine salladım. ''Ama geleceğin de senin için çok değerli. O yüzden okuluna devam etmeni istiyorum. Okuldan kalan zamanlarda buraya geleceksin ve Vedat sana çıkmanı söyleyene kadar çalışmaya devam edeceksin.''
Tam itiraz edecektim ki Erdal Abi rahatsızca boğazını temizledi. Aklıma onun yaptıklarını sorgulamamam geldiğinde sustum. ''Ehliyetin var mı?'' Sorusu afallamama neden oldu. ''Ev-evet. Bir ara taksicilik yapmıştım da neden-''
''Güzel,'' Sözümü bitirmeme bile izin vermeyen Demir bakışlarını arkamda bir yere kaydırdı. ''Cem, Mert'e bir araba tahsis edin.''
Araba mı? Nasıl yani? Bildiğimiz ayağımızı yerden kesmeye yarayan... Yok, bu çok fazla. ''Ama Demir Bey-''
Yine elini kaldırıp beni susturmuştu. Erdal Abi'yle göz göze geldik. O da bana susmamı bakışlarıyla anlatıyordu. Böyle bir durumda nasıl susulurdu ki? Adam İki bin dolar maaş, hususi bir arabadan bahsediyordu. Hem de sadece birkaç saat çalışma için. Başka biri bana bu teklifi yapsa büyük ihtimal aklını kaçırdığını düşünürdüm. Parası çok olabilirdi ama bir çalışana saçmasına gerek yoktu. Neden bu kadar iyiydi?Arada Erdal Abi olduğu için mi?
''Diğer konuda da aklın kalmasın.'' Düşüncelerim etrafa kaçışırken Demir'e döndüm.
''En yakın zamanda hesabı kesilir. Rahat ol.''
* *

EFLAL

Sirke.
Kendime gelirken keskin bir sirke kokusu tüm duyularımı sarmıştı. Sirkeden nefret eden biri için, bu durum fazlasıyla can sıkıcıydı. Ağır hareketlerle gözlerimi araladım. Kirpik diplerime kadar her yerim deli gibi sızlıyordu. Yine de gözlerim karanlığa alışana kadar açıp kapatmaya devam ettim. Ben uyurken neler olduğunu hatırlamıyordum. En son Mert'in peşinden koştuğumu, bir ara gözlerimin karardığını ve kendime geldiğinde Mert'in başımda olduğunu hatırlıyordum. Sonra beni kucaklayıp eve getirmişti ve Hayal o buz gibi suyla yıkanmama yardım etmişti. Suyun soğukluğunu hatırlayınca ürperdim ve tüylerim eş zamanda dikildi. Üzerimi giyindim ve kimseyle yüzleşemeyecek kadar yorgun hissettiğim için yatağıma uzandım. Gerisi tamamen kayıptı.
Ter içindeydim ve banyo yapmadan kendime gelemeyecekmişim gibi hissediyordum.
Yavaşça yataktan doğruldum. Kısa bir an yine gözüm kararır gibi oldu. Elimden geldiğince hareketsiz bir şekilde oturmaya çalıştım. Midemde aktif bir yanardağ vardı sanki. Lavlar fokur fokur kaynıyor, dışarı çıkmak için uğraştıkça içten içe beni yakıyorlardı. Ağzım kurumuş, boğazım yutkundukça daha çok sızlamaya başlamıştı. Saatin kaç olduğuyla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Başucumdaki saati, pencereden sızan ışıkla görmeye çalıştım.Gece yarısına geliyordu. Resmen tam tamına bir gündür uyuyordum. Ne olmuştu bana böyle...
Yavaşça ayağa kalktım. Sanki bacaklarımda tonlarca yük varmış gibi ağır adımlarla yürüdüm. Kapıyı açmamla koridorun sarı ışığının gözüme girmesi bir oldu. Tepki olarak gözlerim kısıldı. Refleksle elim havaya kalkıp gözüme siper oldu. Kirpiklerimi kırparak, ışığa alıştıktan sonra banyoya doğru ilerledim. Bir anda Hayal, Eren ve Doğu salon kapısında belirdi. Üçünün de suratında tedirgin bir ifade vardı.
''Bir şey mi oldu?''
''İyi misin?''
''Canın bir şey mi istedi?''
Onlar beni soru yağmuruna tutarken benim gözlerim tek bir kişiyi arıyordu. Mert yoktu. Ben uyurken ne yaşandı hatırlamasam da, o kararından vazgeçmemişti. Göğsüme yumruk yemiş gibi hissettim. Gözlerim saniyesinde yaşardı. Etraf, bizimkilerin telaşlı yüzleri buğulandı.
''Gitti değil mi?''
Ufak bir hıçkırık dudaklarımın arasından kayıp gitti. Hayal koşarak yanıma gelip beni kollarının arasına aldı. Onun sıcaklığı bile rahatlamamı sağlamıyordu. Mert yokken kendimi savunmasız hissediyordum. Sanki o, bunca zamandır beni tüm dünyaya karşı savunan kalın geçilmez kale duvarlarıydı ve benim dört bir yanımı sarmıştı. Bu grubun içinde en güvendiğim insan, gözüm kapalı kendimi emanet edeceğim kişi oydu ve o gitmişti. Çırılçıplaktım. Korkuyordum. Ne yapacağımla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Sadece ağlamak istiyordum. Uyumak ve Mert geri dönene kadar uyanmamak...
''Gelecek,'' dediğinde bakışlarımı Eren'e çevirdim. ''Senin yerine sabah işe gitmiş. Şu ana kadar çoktan gelmesi gerekiyordu ama kesin, mesai bittikten sonra iş aramaya koyulmuştur.'' Az da olsa rahatlamıştım. Hayal'in kollarının arasından çıkıp gözyaşlarımı sildim. Akan her bir damla başımın zonklamasına ekleniyordu sanki. ''Sen iyi misin?'' Doğu'nun sorusuna iyi olduğumu belli edercesine başımı sallayarak cevap verdim. Onlarda benim gibi az da olsa rahatlamışlardı.
''Bizi çok korkuttun,'' diyen Hayal'e ne olduğunu sormak için sabırsızlanıyordum ama önce üzerime yapışmış olan sirke kokusundan kurtulmalıydım. Hemen banyoya girdim ve sirke kokusunu tüm hücrelerimden atmak istercesine vücudumu keseledim. Her yerimin alev alev yandığını hissediyordum. O kadar bastırmıştım ki, bornozumu giyerken iç çekmekten bir hal olmuştum. Odaya dönüp üzerimi giyindim ve tekrar banyoya dönüp saçlarımı kuruttum. Daha sonra salona dönerken herkesin kendi halinde oturduğunu fark ettim. Beni görmeleriyle istifini bozmayan ekibin arasına karıştım ve ben uyurken yaşananları anlatmalarını istedim.
Duyduklarım bunca olayı boşuna yaşamışız gibi hissettirmişti. Hayal yaşanan her şeyi ben ateşler içinde baygınken anlatmıştı. Bir bakıma omuzlarımdaki yükün azalması rahatlamamı sağlamıştı ama yine de madem gerçekler ortaya çıkacaktı. Tüm bunlara ne gerek vardı?
Mert günlerdir uykusuz olmasına rağmen, sabaha kadar benimle ilgilenmiş, daha sonra da benim için işe gitmişti. Hala onun içinde bir yerlerde önemli olduğumu görmek iyi hissettirmişti. Yine de attığı yalanlar ortaya çıkmış biri olarak yüzüne nasıl bakacağımı düşünüyordum. Tıpkı Hayal gibi...
O da Eren'le papaz olmuştu. Biz Mert'le ne kadar yakınsak, Eren ve Hayal'de öyleydi. Eren'in ders vermeye çalıştığının farkındaydım. Birkaç gün sonra eskisi gibi yakın olacağını hepimiz iyi biliyorduk ama Hayal'in kendini daha fazla üzmesine sessiz kalamazdım. Allem ettim kullem ettim. Eren'in ağzından gidip burnundan çıktım ve en sonunda pes edip barışmasını sağladım. Eren kolay parlayan ama çabuk sönen biriydi. Bazı konularda çok inatçıydı ama Hayal onun hassas noktasıydı. Bu yüzden direnen ruhunu yıkmak zor olmamıştı.
Bakalım ben Mert'in gönlünü nasıl alacaktım?
* *
Saat geç olduğu için herkes yatmış ama ben Mert gelir umuduyla salonda beklemeye devam etmiştim. Midem kazınıyordu. Uyurken yaşanan olayları dinlemekten ve daha sonra Mert'le yapacağım konuşmayı tekrar tekrar aklımdan geçirmekten yemek yemeği unutmuştum ama belli ki midem bunu unutmamıştı. Kendime bir şeyler hazırlamak için ayağa kalkacaktım ki, anahtar sesi duydum. Hemen toparlandım ve Mert kapıyı açana kadar girişin önünde bittim. Sessizce içeri girmeye çalışan çocuk belli ki beni orada beklemiyordu. Çünkü görür görmez hafifte olsa irkildi ve sesli bir şekilde nefesini dışarı verdi. Yorgun gözüküyordu. Hatta göz altlarının ilk kez bu kadar morardığını görüyordum.
''Sen hala yatmadın mı?''
Fısıltıyla konuşsa bile sitemini anlamıştım. Uykusu olduğunda neden bu kadar huzursuz oluyordu ki. Ayakkabılarını çıkartırken gözleri ayaklarıma kaydı. Kaşlarını çatarak ''Terliklerin nerede?'' diye sordu. Başımı eğip çıplak ayaklarıma baktım. ''Yine ateşlenmek mi istiyorsun?'' diye sorduğunda başımı hayır anlamında salladım ve salona doğru koşup çekyatın yanında savrulmuş olan terliklerimi giydim. Tekrar Mert'in yanına giderken odasına doğru yürüdüğünü gördüm.
''Uyuyacak mısın?''
Duraksayıp sessiz bir iç çekti. Aramızda esen soğuk rüzgarlara nefesiyle eşlik etmişti. Arkasını dönerken üzerimdeki tişörtün etekleriyle oynamaya başladım. Sanki dünyanın en saçma şeyini sormuşum gibi kaşlarını kaldıran Mert ''Evet,'' dedi. ''Yarın okul var ve gidebilmem için, birkaç saatte olsa uykuya ihtiyacım var.'' Şaşkınlıkla alnım kırışırken ''Okula gelecek misin?'' diye sordum. Başını bir kez evet anlamında sallayan çocukla gülümsedim ve pişmiş kelle gibi sırıtmamak için yanağımı dişledim. Bir anda fikrini neyin değiştirdiğini düşündüm. Daha sonra aklıma gelen ihtimalle ''İş mi buldun yoksa?'' diye sordum. Heyecanla vereceği cevabı beklerken kötü bir şey olmuş gibi yüzünü buruşturdu.
''Hay aksi!'' diyerek gerisin geri yürürken kenara çekildim. Ayakkabılarını giydi. Daha sonra kapıyı açtı. ''Nereye?'' Hayal kırıklığı içinde ardından bakarken ''Arabada poşetleri unuttum,'' deyip dışarı çıktı. Bir saniye, yalnızca bir saniye neyden bahsettiğini düşündüm. Araba mı demişti o? Ayağımdaki terliklerle kendimi dışarı attım. Apartmanın merdivenlerinden komşuları düşünmeden terlikleri şaklatarak indim ve dışarı çıktığım an olduğum yere çakıldım. Mert lacivert, markasını bilmediğim ama pahalı olduğunu tahmin ettiğim bir arabanın kapısını kapatmıştı. Beni gördüğünde tekrar kaşlarını çattı ve fısıltıyla ''Bu halde dışarıda ne işin var?'' diye sordu. Eline aldığı birkaç poşetle bana doğru gelirken ''Tekrar ateşin çıkarsa, sana sirke banyosu yaptırırım,'' deyince iğrenir gibi yüzümü buruşturdum. Sanki vücudumdaki kalan koku yerini hatırlatır gibi burnumun direğini sızlatmıştı.
''Düş önüme,'' diyen Mert'le sorularımı eve saklamaya karar verdim ve apartmana girip merdivenleri tırmandım. Mert'in arkamdan geldiğini bilsem de, ara ara geriye bakıp orda olup olmadığını kontrol ediyordum. Aralık olan kapıdan içeri girdim. Terliklerimi yenileriyle değiştirirken her şeyi ağırdan alıyordum. Mert kapıyı kapatıp elindekilerle salona doğru yürümeye başladı. Peşinden ilerledim.
Merakım bir kurt gibi içimi kemirmeye başlamıştı. Sayısal da oynamamıştık ki, tutturalım. Bu arada nereden çıkmıştı o zaman? O poşetlerde ne vardı? Mert'e sorsam kızacakmış gibi hissediyordum. Çünkü kafamda patlamaya yer arayan bir bomba imajı çizmişti.
''Sor hadi.''
İrkildim. Bana bakmasa bile huysuzluğu sesinden belliydi. Her zamanki gibi bir karın ağrım olduğunu bana bakmadan anlamıştı. Poşetleri sehpanın üzerine koyduktan sonra bana döndü. Elimle poşetleri işaret ederek ''Onlar ne?'' diye sordum.''Dışarıdaki araba nereden çıktı?'' diyerek elimi pencereye kaydırdım. ''Ve iş mi buldun?''
Mert'in saniyelikte olsa dudaklarının kenarı kıvrıldı. ''İstediğin sorudan başlayabilirsin,'' diyerek bir öğretmen edasıyla kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Boğazını temizleyen çocuk ''İş buldum.''
''Gerçekten mi?'' Gözlerini belerterek susmamı işaret edince, nerede olduğumuzu ve saatin kaç olduğunu hatırlayıp ellerimi ağzıma bastırdım. Başımı sustuğumu belli edercesine salladım. ''Demir Kara'nın kulübünde çalışmaya başlıy-'' derken dehşetle iç çektim. Bu okulun ilk günü çarptığım o yakışıklı ama bir o kadar da korkutucu adam değil miydi? O günkü duruşu ve bakışları aklıma gelmiş, tüylerim diken diken olmuştu. Hani ondan uzak durmamız gerekiyordu. Mert bunun için beni azarlamamış mıydı? Şimdi nasıl olurda gidip o adamın yanında çalışabilirdi. Tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki ''Tek bir kelime dahi edersen, çeker odama giderim ve sen de sorularınla baş başa kalırsın,'' deyip tüm kelimeleri ağzıma tıktı. Neler olduğunu merak ediyordum. Bu yüzden elimle dudaklarıma fermuar çektiğimi işaret ettim. Mert daha fazla ayakta durmaya dayanamadı ve kendini koltuğa attı. Bende karşısına geçip beklentiyle onu izlemeye başladım ve o ara sıra esneyerek günün bir özetini geçti.
Garip hissediyordum. Bir yanım Mert'in iş bulmasından dolayı mutluydu. Diğer yanım ise, çalışacağı yerleri az çok tahmin ettiği için tedirgindi. Ayrıca Demir denen adamın bu kadar elinin açık olması beni bir yaşıma daha sokmuştu. Mert alacağı maaşın meblağsını söyledikten sonra bizim çalışmamıza gerek olmadığının altını çizdi. İlk anda çalışma hayatından kurtulacağımız için sevinmiştim. Ne de olsa, hayal ettiğim üniversite hayatını yaşayacaktım ama daha sonra aklıma işlerin düşündüğümüz gibi gitmeme ihtimali geldi. Daha ilk haftadan işi bırakırsam, yine bir şey olurda Mert işsiz kalırsa, tekrar Erdal Abi'nin yanında çalışmaya yüzüm olmazdı. O yüzden çalışmaya devam etmeliydim.
''Peki o poşetlerin içinde ne var?''
Mert miskin bir şekilde sehpanın üzerine baktı. ''Avans verdiler. Kirayı ve gelecek faturaları ayırdım. Üzeriyle de Hayal'le ikinize cep telefonu aldım.'' Gözlerim fal taşı gibi açılırken poşetlere kaydı. Ne yani onun içinde bizim için telefon mu vardı. Heyecanla ayağa kalkıp poşetleri kurcalamaya başladım.
''İkisi de aynı. Poşetlerin içinde hatlarda var. Hangisini istiyorsan al,''
Esneyen Mert yavaşça ayağa kalktı. Poşetleri karıştırmayı bırakıp başımı ona doğru çevirdim. ''Nereye?'' Salondan çıkmasına birkaç adım kala durup bana doğru döndü. Mızmız bir çocuk gibi yüzünü buruşturmuştu.
''Eflal, günlerdir uykusuzum. Eve uyuma hayaliyle geldim ve sen bir saattir beni konuşturuyorsun. Allah aşkına azat et artık da zıbarayım.''
Daha aramızdaki soğuk savaşı bitip bitmediğini bile bilmiyordum. Ateşkes mi imzalamıştık Neden benimle hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu. Yoksa hastalandım diye vicdan azabı çekip üzerime gelmek istemiyor muydu? Belki de sadece yorgun olduğu için erteliyordu. Aslında sevinmem gerekirken ben anlamsızca kırılmış hissediyordum. Arabayı anlatırken dışarı çıkıp gezeceğimizi düşünmüştüm ama şimdi yataklara gitmekten bahsediyorduk. Araba bizimdi. Gezecek çok zamanımız vardı.
''Ama,'' deyip sesli düşüneceğimi anladığım an sustum. Sıkıntıyla nefesini üfleyen Mert ''Söyle başımın belası,'' dedi. Gel de söyle. Bu şekilde söylendiğinde nasıl isteklerimi dile getirebilirim ki?
Mert yüzüme baktı. Bakışlarıyla konuşmam için imalarda bulundu. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve bir şey olmadığını söylemek ister gibi başımı salladım. ''Eflal, yorgunum uğraştırma güzelim. Ne karın ağrın varsa söyle gidip yatacağım.''
''O yüzden söylemiyorum ya zaten.''
Mert kaşlarını çatarken ''Hadi git yat,'' dedim. ''Ne olduğunu söylemezsen uyuyamayacağımı biliyorsun.'' O da benim gibi gibiydi. Bir şeyi kafaya takmakta üstüne yoktu. Hazır kavgamızı dillendirmiyorken benim konuyu açmam saçmalık olacağı için, ikinci yakındığım şeyden bahsettim.
''Arabayla gezeriz diye düşünmüştüm ama yorgunsun.''
Mert konuşmadan yüzüme baktı. ''O yüzden söylemek istemedim,'' dediğimde sessizce yüzüme bakmaya devam etti. Bana bu kadar dikkatli bakması rahatsız etmişti. Hoş, bana bakıyor ama başka bir şey düşünüyor gibiydi.
''Yarın gezeriz.''
Başımı tamam anlamında salladım. ''Şimdi yatalım,'' dediğinde başımı tekrar tamam anlamında salladım. Telefonlarla yarın ilgilenmeye karar verip Mert'in arkasından odama doğru ilerledim. Kapının konunu tutmuştum ki adım fısıldandı. Omzumun üzerinden Mert'e baktım. Az da olsa, bana eskisi gibi bakmış ve gülümsemişti.
''Yarın söz. İyi geceler.''
* *
Üniversitenin hayatımızı değiştireceğini söyleyip durmuştum. Gerçekten de değiştirmişti ama iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi karar veremiyordum. Bir anda en dibi görüp bir gün sonra en tepeye çıkıyorduk. Bu zamana kadar dengeli bir hayatımız olduğu için şu anda, ne hissedeceğimi bile karıştırıyordum.
Bu hızlı değişim beni korkutuyordu.
Tüm gece yatakta dönüp durdum ve bir hafta boyunca yaşadıklarımızı gözden geçirdim. Mert'in bulduğu iş sayesinde en tepeye çıkmıştık ama yere çakılmamız an meselesiydi. Nasıl olacağını bilmiyordum ama içimden bir ses bu seferkinin hepsinden daha ağır olacağını söylüyordu.
Düşünceler yüzünden bir gram uyku gözüme girmeyince erken kalkıp okul için hazırlandım. Dün gecede Mert'le konuşmaya dalıp tek bir lokma yemeğim için midem artık kendi kendini yemeğe başlamış gibi canımı yakıyordu. Bu günlük kahvaltı benden olsun diyerek mutfağa gittim ve çayı koydum. Tostları hazırlarken kapı sesi duyuldu ve ayaklarını sürüye sürüye biri yürümeye başladı. Kısa bir anlık ses kesildikten sonra adım sesleri daha yakından ve güçlü gelmeye başladı.
''Nasıl bir rüyadır lan bu. Uyandım sandım, hala devam ediyor. İnception filminde miyiz lan?''
Doğu'nun uyku sersemliğiyle saçmalamasına gülüp geçtim. Hazırladığım ekmekleri makinaya koyarken ''Eflal,'' deyip yanıma geldi. Elini alnıma koydu. Yüzümü buruşturarak elimin tersiyle ittirdim. ''Ateşinde yok ama,'' dediğinde gözlerimi kısarken ''Bayram değil seyran değil, Eflal bizi neden öptü?'' diye devam etmesiyle ''Doğu!'' diye uyardım.
''Seni bir öperim sonra yer öper!''
Doğu kahkaha atınca üzerine doğru yürüdüm. O da geriledi. O sırada başka bir kapı kapanma sesi geldi. Doğu başını koridora doğru uzattıktan sonra ''Eren!'' diye bağırıp koşmaya başladı. ''Önce ben gireceğim!'' Başımı iki yana sallayarak tostlarla ilgilenmeye devam ettim. Boynu bükük bir şekilde yanıma dönen Doğu ''Senin yüzünden şimdi bir saat kendini beğenmiş birinin aynayla konuşmasını bitirmesini bekleyeceğim,'' deyince gülümsememe engel olamadım.
''Ben sana yanıma gel demedim.''
''Yaptıklarınla alttan subliminal mesaj verdin ama.''
Derin bir nefes alırken gözlerimi devirdim. ''Size de yaranılmıyor ya,'' diyerek tostları kontrol ettikten sonra çayı demlemek için Doğu'yu ocağın önünden ittirdim. Doğu kapının pervazına yaslanmış hayretle beni izliyordu.
''Gidip Hayal'i uyandırayım,'' deyip çaydanlığı tekrar ocağa koydum. ''Sende tostları kontrol et.''
''Hah... Ne zaman işleri benim üzerime yıkarsın diye düşünüyordum bende.''
Gözlerimi kısarak Doğu'ya baktıktan sonra mutfaktan çıktım. O sırada Hayal'in odadan çıktığını gördüm. O da hazırlamıştı. ''Günaydın,'' dediğimde gülümseyerek aynı şekilde karşılık verdi. Geri dönerken gözüm Mert'in kapısına takıldı. Evde uyuyan tek kişi oydu. Okula geleceğini söylemişti. Kolumdaki saate baktım. Şimdi kalksa anca kendine gelir, karnını doyurur ve okul için hazırlanırdı. Kapısına doğru iki adım attım. İstemsizce gerildim. Daha önce Mert içerdeyken odasına bir kere girmiştim ama onda uyanıktı. Şimdi ise ne halde olduğunu bilmiyordum. Yanlış bir manzarayla karşılaşmamak için kapıyı tıklattım. ''Mert'' İçeriden ses gelmeyince tekrar tıklattım. En sonunda gözlerimi kapatıp yavaşça kapıyı açtım.
''Mert uyuyor musun?''
Kapımı içeri sokmama rağmen gözümü açmamıştım. Birkaç kere daha seslendikten sonra tek gözümü araladım. Mert'in üstsüz yattığını gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Tam kapıyı kapatıp gerisin geri çıkacaktım ki, arkamda banyo kapısının açıldığını duydum. Eren'in banyodan çıktığını ve beni Mert'i gözetlerken bulduğunda düşüneceklerini aklıma getirdiğimde hızla kendimi odanın içine attım ve kapıyı kapattım. Birkaç saniyelik gerilim beni nefes nefese bırakmıştı. Elimi göğsüme bastırıp derin bir nefes aldım. O sırada gözüm ölü gibi yatan Mert'e takıldı ve tabiki kaslı, bronz, çıplak göğsüne...
İçimde başımın tepe noktasından ayak ucuma kadar sürekli kıpırdayan bir şey vardı. Nefes alışveriş farklılaşmıştı. Kalbim sanki olmaması gereken bir yerde atıyordu. Kendimi alt dudağımı ısırırken bulunca başımı iki yana salladım. Ne yapıyordum ben ya? Neden benim sabahları hormonlarım kafayı yiyordu ya!
Madem buraya kadar geldim. Mert'i uyandırmadan çıkmayayım diye düşünürken tekrar seslendim. Garip bir homurtu çıkartıp yatakta yüz üstü yattı. Yastığını kollarının arasına alınca pazıları kafam kadar oldu. Sırt kasları gerildi. Gözlerimi pürüzsüz gibi duran sırtından ayıramazken soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum.
''Me-'' derken boğazımdan çıkan iniltiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Allah'ım ne oluyordu bana? Boğazımı temizleyip ''Mert uyan artık,'' dedim. Ona doğru yürürken mümkün olduğunca gözlerimi yüzüne odaklamaya çalıştım. Hem ondan önce uyuyakalıyordum. Bu yüzden onu uyurken hiç görmemiştim. Ne kadar da ilk tanıştığımız zamanlara benziyor şu anda. Masum, savunmasız, çocuk...
Bir anda alarmın çalmasıyla irkilip geriledim. O sırada ayaklarım yerdeki yolluğa dolandı ve Mert alarmı durdurana kadar olan sürede ben çoktan dengemi kaybedip popomu zeminle buluşturmuştum.
Acıyla inlerken Mert'in bana panikle seslendiğini duydum. ''Çanak çömlek patladı,'' diyerek popomu ovuştururken kollarımın kavrandığını hissettim. Sıkı sıkıya yumduğum gözleri araladığımda az önce hayran hayran baktığım vücutla burun buruna olduğumu fark ettim. ''Eh be kızım?'' diyerek beni ayağa kaldıran Mert sitemle söylenirken ben baharatımsı bir kokuya sahip olan tenden gözlerimi ayıramıyordum. Kısa bir an gözlerim boxerının lastiğini ortaya çıkaracak şekilde aşağı kaymış şortuna kaydı. Allah'tan uyurken altına bir şey giymeyi akıl ediyordu. Yoksa şu anda buraya bayılıp kalırdım.
''Ne arıyorsun sen burada?''
Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimden ayrıldım. ''Ee,'' diyerek zaman kazanmaya çalışırken ''Şey, okula geleceğini söyleyince, düşündüm ki, kendine gelmek uzun sürer, karnın falan da açtır,'' dedim. Kısa ve sert bir nefes vermeyle ''Aklımı başımdan aldın,'' dedi. Ağzım hafif aralık, Mert'e bakarken yanaklarımın kızardığını hissettim. Aynı şey onun içinde geçerli diye düşünüyordum ki, ''Hoş, senle tanıştığımdan beri akıl mı bırakıyorsun insanda. Sürekli bir sakarlık,'' dedi. Kötü bir şey söylemişti ve ben Mert'in o kadar etkisindeydim ki, salak gibi iltifat ettiğini düşünmüştüm. Kollarımı tutan ellerinden kurtuldum ve birkaç adım gerileyerek aramıza mesafe koydum. Onun çekim alanından çıkmamla daha mantıklı düşünmeye başlamıştım.
''Şu lanet olasıca alarmın çalmasaydı, ya da şu salak yolluk ayağımın altında olmasaydı...'' deyip söylemek istediklerimi dilimin ucuna gelmişken, Mert'in yüz ifadesi yüzünden sustum. Neden bu kadar şaşırmıştı ki. Salak saçma eşyalara sinirlenemez miydim yani? ''Neyse,'' deyip üzerimi düzelttikten sonra ''Günaydın,'' dedim ve arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim. Mert'in şaşkın bakışlarını hala sırtımda hissediyordum. Ben ise, az önceki saçmalığım yüzünden biran önce bu odadan çıkmak istiyordum.
* *
Kahvaltımızı ederken Mert dün yaşadıklarını anlatmıştı. Doğu alacağı maaşı ve dışarıdaki arabayı duyunca çılgına dönmüştü. O kadar heyecanlıydı ki, yerinde duramıyor bir an önce arabaya binmek için okula bile gitmeye razı gibi duruyordu. Eren de benim gibi tedirgin olmuştu. O, Demir Kara'yı tanıyordu. Ben ise sadece bir kere gördüğüm adamın hissettirdikleri yüzünden böyleydim. Hayal, Mert'in aldığı cep telefonunu kurcalamaktan konuyla ilgilenmemişti.
Tostlarımız bittiğinde okula gitmek için hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Ufak bir ön koltuk krizinden sonra, Eren ve elindeki kaykayına söverek arka koltuktaki yerimi almıştım. Oldum olası yolculukları severdim ama ilk kez kendi arabam diyebileceğim bir şeyle bir yere gidiyordum. Garipti. Sanki tüm gözler bizim üzerimizdeymiş gibi hissediyordum. Oysaki alt tarafı bir arabaydı. Okuldakilerin yanından bile geçemezdi ama bizimdi işte...
Okulun otoparkına girerken müzik sesi arabanın içinden bile duyulacak seviyeye gelmişti. Konser falan mı vardı? Etrafa bakınırken Hayal ne olduğunu sordu. Müziğin nasıl bir şey olduğunu merak ettiğini her fırsatta söylüyordu. Yarasını deşmemek için etrafta duyduğum sesleri söylemeyip ''Hiç,'' diye geçiştirdim. Mert arabayı park ettiğinde yavaşça kapıyı açtım. Müzik sesi daha da yükseldi. Bu okulun her günü ilk gün gibi mi olacaktı böyle?
Etrafa bakınmaya devam ederken Atakanların arabalarının önünde bize baktığını gördüm. Büyük ihtimalle arabayı nasıl aldığımızı düşünüyorlardı.
''Demir Abi,''
Mert'in fısıltısıyla bakışlarımı otoparka giren araca çevirdim. Daha önce görmediğim, hatta adını bile bilmediğim ama çok pahalı olduğu belli olan araba tam karşımıza park etti.Nefes kesici yakışıklılığıyla arabasından inen adamı göz hapsine alırken yan taraftaki kapı açıldı. Fönlü gibi duran siyah saçları ve parıl parıl parlayan mavi gözleriyle etrafı süzen bir kadın aşağı indi. Tepeden tırnağa bir prensesi andırıyordu. Tek kelimeyle kusursuz...
''Karısı mı?''
Mert başını evet anlamında salladı. Hayal'de benim gibi kadını baştan aşağı süzdükten sonra ''Hiç de iki çocuk annesi gibi durmuyor,'' dedi. Eren susmamızı işaret ederken Mert hazır ola geçti ve Demir denen adamı ''Günaydın abi,'' diyerek selamladı. Gözlerini kısa bir an bizim üzerimizde dolaştıran adam en sonunda Mert'e bakarak başıyla selam verdi ve karısının beline elini yerleştirerek yürümeye başladı. Onları takip ederken bakışlarım tekrar Atakan'ınkiyle buluştu. Sorgulayıcı ifadesine bir yenisi daha eklenmişti.
''Günaydınlar sizin olsun güzel üniversitemin şahane insanları,'' Bir anda okulun hoparlöründe yükselen sesle hepimiz başımızı kaldırdık. ''Ben Emir Kara. Bu sene okulunuza Ankara'dan dikey geçiş yaparak gelen nadide DJ'iniz.'' Hayal'in dürtmesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Ne olduğunu sorunca bir dakika işareti yapıp konuşan kişiyi dinlemeye devam ettim.
''Evet. Şaşırdığınızı biliyorum. Bende bu okulun radyosunun faaliyette olmadığını öğrendiğim de çok şaşırmıştım. Radyo televizyon bölümü var ve okulda yayın yapan bir radyo yok. Ne kadar yazık..tı. Yazıktı.Ta ki ben gelene kadar.Bu haberi size bir hafta geç veriyorum çünkü radyoyu anca adam edebildim. Cebren ve hile ile radyoyu ele geçirip her gün imkanım olduğu sürece size müzik yayını yapacağım. Yardım etmek isteyen bizim bölümden veya herhangi bölümden bütün arkadaşlara kapımız açıktır.Veeee... Biraz uyanmaya ne dersiniz?''
Etraf müzik sesiyle doldu. Dudaklarım bir karış açık bizimkilere baktım. Her gün müzik yayını mı? Bu hayal ettiğimden bile güzeldi. Hayal'in tekrar dürtmesiyle hızla olanları anlattım. Burukça gülümseyen kız ''Şu anda da bir şeyler çalıyor o zaman,'' dedi. İnkar etmem hiçbir işe yaramazdı. Çünkü Rihanna'nınWork şarkısıyla etraftaki herkes dans ediyordu.
Başımı evet anlamında salladım. Buruk bir tebessüm dudaklarının kenarında kalınca onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Müziksiz bir yaşam düşünemiyordum. Sanki o notalar, o sözler damarlarımın içinden tüm vücudumda dolanıyordu. Müzik dinlemek kadar şarkı söylemeyi de seviyordum. Özetle müzik benim için yemek yemek gibi bir ihtiyaçtı. Ama Hayal... Müziğin ne olduğunu bile bizim anlatımlarımızla öğrenmişti.Şarkılarınsözlerini dudaklarımızı okuyarak anlıyordu ama ezgileri anlatabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Sadece hızlı ya da yavaş olduğunu belli etmek için saçma sapan hareketler yapardık. Artık müziği ne kadar anlayabilirse...
''Ne oluyor?''
Sarmaş dolaş halimize garipsemiş gibi bakan Mert'e dudaklarımı oynatıp ''Müzik konusu'' dedim. Anında dudakları ince bir çizgi halini aldı. Hayal benden ayrılırken yanağından akan iki kristal parçası süzüldü. Kimseye belli etmemek için hızla sildi ama Eren için geç kalmıştı. Beni itekleyen çocuk, Hayal'in ufak çilli yüzünü ellerinin arasına aldı. Gözyaşlarının bıraktığı izi parmak uçlarıyla silerken ''Neyin var?'' diye sordu. Başını iki yana sallayan kızı kendine çekip sıkıca sarılan Eren ''Sırf bu yüzden o Emir Kara denen itin gözlerini oyacağım,'' dedi. Mert elini omzuna koydu ve sakin olmasını belli edercesine sıktı.
''Hadi derse gidelim. Sonra beraber oyarız.''

ANA DİLİM AŞKOnde histórias criam vida. Descubra agora