Ana Dilim Aşk 2 ❤ 12

21K 738 332
                                    


EFSA

Kahvaltımızın geri kalanın da, ailemizin geleceğinden konuştuk. Babam, annem için buraya dönmüştü ama hiçbir şey planladığı gibi gerçekleşmemişti. İstersem tekrar Amerika'ya dönebileceğimizi ima ettiğinde havalara uçmam gerekirdi ama ben nedense bu fikirden, en azından şu an için hoşlanmamıştım. Bir kardeşim olduğunu söylemişti. Bunu bilirken her şeye sırtımı dönüp gitmemi nasıl bekliyordu ki? O nasıl yapacaktı bunu?
PekiEflal ne olacaktı?
Bu konuyu daha ileri ki zamanlara erteleyerek beni okula bırakmasını rica ettim. Babam okula girdiğinde etrafın sakinliği dikkatimden kaçmadı. "Seni nerede bırakayım?" İlk dersi kaçırdığım için rastgele bir yerde insem olurdu. Nasılsa diğer dersi bekleyeceğim yer, kafelerden biriydi.
"Burada inebilirim."
Babam yolu kontrol etti. Uygun bir yerde de durdu. Emniyet kemerimi çözerken "Kahvaltı için teşekkür ederim baba," dedim. Babam içtenlikle bana baktı. "Beni dinlediğin için asıl ben teşekkür ederim." Uzanıp saçımı sevdi. "Senin gibi bir kızım olduğu için çok şanslıyım," diyerek başımı kendine doğru çekti ve alnıma ufak bir öpücük bıraktı.
"Kaçta bitecek dersin?"
Bilmiyorum der gibi omuz silktikten sonra "Akşam dans kulübünde olabilirim," dedim. "Tekrar dansa mı başladın?"
Babam, baleyi bırakmamı hiç istememişti. Oysaki beni zorunlu kılan hocalarımdı. Onlara küstüğümden beri, hiçbir dans çeşidiyle ilgilenmemiştim. Hatta izlemeye bile tahammül edemiyordum. Babam bunu çok iyi bildiği için şu an verdiği tepki çok normaldi. Başımı onaylayan şekilde sallarken "Baleye," dedim. Babam bir anlığına kaskatı kesildi."Efsa." Nutku tutulmuştu sanki. "Kızım," diyerek gözlerimin içine baktı. "Sen ciddi misin?"
"Evet baba."
Resmen gözleri parlamıştı. "Be-beni çok mutlu ettin." Şaşkınlık dolu gülümsemesinden bile bu o kadar belliydi ki. "Fikrini değiştirmene o kadar sevindim ki. Ne zaman başladın?"
"Birkaç hafta oldu."
Atakanlarla yediğimiz yemekte halimden anladığını düşünmüştüm ama belli ki kafası o zamanlardan beri doluydu. Babam gururlu bir ifadeyle "İşte benim kızım," dedi. Gülümsedim. Sanki çok uzun zaman olmuştu benimle bu şekilde konuşmayalı. "O zaman akşam evde görüşürüz." Babamı onaylarcasına başımı sallarken "Görüşürüz baba," dedim ve arabadan indim. Tam kapıyı kapatacakkenEflal'igördüm. Havanın soğuk olmasından dolayı atkı ve beresine sıkı sıkı sarılmıştı ama yine de onu tanımak garip bir şekilde beni zorlamamıştı. Yanındaki kadınla hararetli bir şekilde konuşuyordu. Kadının yüzünü göremiyordum ama duruşundan, giyinişine kadar asillik aktığının farkındaydım. Gittikleri yön Hukuk Fakültesiydi. Belli ki bu kadın, hukuk hocalarından biriydi. Eflal'le ne işi vardı? Tanıdığı falan mıydı? Hiç akrabası olmadığı için yetimhanede büyüyen birini nereden tanıyabilirdi ki?
"Kızım bir şey mi oldu?"
Kapıyı hala açık tutmamdan dolayı meraklanan babamın yüzünü görebilmek için eğilip "Hayır baba. Akşama görüşürüz," dedim ve kapıyı dikkatli bir şekilde kapattım. Eflal'igözden kaçırmak istemiyordum. Babamın uzaklaşmasını beklemeden peşinden ilerledim. Fakülte binasına girdiklerini gördüğüm an adımlarımı hızlandırdım. Bu durum garipleşmeye başlamıştı. Dersine girmeyecek kadar hukuk fakültesin de ne işi olabilirdi ki? Bölümler arası geçiş falan mı düşünüyordu? Hayali yurt dışındaki büyük bir şirketin CEO su olmak değil miydi bu kızın?
"Efsa!"
Adımı duymamla sesin geldiği yöne baktım. Gördüğüm kişiyle adımlarım kendiliğinden yavaşladı. Kaykayının üzerinde bana doğru gelen Eren'in ne düşündüğünü anlamak güçtü. Gerçekten bu çocuğun mimiklerine beton dökülmüş gibiydi.
"Selam."
Tam önümde durup kaykayından indi. Ayağıyla ucuna basıp havalandırdı ve kaykayını eline aldı. Bu işte profesyonel gibi davranıyordu. Onun kaykay kullanabileceğini hiç düşünmemiştim.
"Selam."
Alıcı gözle beni süzerken "Farklı görünüyorsun," dedi. Gözlerindeki hoşnutluk kibar bir tebessümü beraberinde getirdi. "Olması gereken gibi desek daha doğru," dediğimde bakışlarını gözlerime çevirdi. Ne söylediğimi yine anlamıştı.
"O zaman özüne dönmen iyi olmuş."
Çok fazla konuşmama gerek kalmadan beni anlaması, iyi hissettiriyordu. Zeki insanlar her zaman dikkatimi çekiyordu. Atakan'dan bu kadar hoşlanmamın nedeni zekasıydı. Eren'in de ondan kalır yanı yok gibiydi. Hatta kıyaslarsak, kesinlikle beni anlamak konusunda sollayıp geçerdi. "Teşekkür ederim," diyerek çantamı omzumun üzerinde düzelttim.
"Neredeydin?"
Sorusunu sorduğu an haddini aştığını hissetmiş gibi "Yani, seni bir süredir okulda görmüyorum. Dans çalışmalarına da gelmedin. Bir ara yan çizdiğini düşünmedim değil, " diye ekledi gülümseyerek. Alt tarafı birkaç gündür tanıdığım insanın bile yokluğumu fark etmişti. Gerçekten varlığımın anlaşılması için ortadan kaybolmam mı gerekiyordu?
"Aşk olsun neden yan çizeyim."
Onunla zaten bu konuyu konuşmak istiyordum ama şu an odaklanmam gereken başka bir işim vardı. Başımı hukuk fakültesine doğru çevirdim. Hay aksi şeytan. Eflal'i çoktan gözden kaybetmiştim. Oraya gitsem nasıl bulacaktım ki? O an karşımda duran adamın, ona en yakınlardan biri olduğunu hatırladım. Gözlerim parlayarak Eren'e döndüm. Ağzından birkaç laf alabilir miydim? En azından deneyebilirdim.
"Seninle konuşmamız gerekiyor. Vaktin var mı?"
Hafifçe kaşları çatıldı. Sanırım bu şekilde sormamı garipsemişti. Telefonundaki saati kontrol ettikten sonra "Aslında benim de seninle konuşmam gereken bir konu var," dedi. "Derse girmesen olur mu?" İşte şimdi aynı ifadeyle ben ona bakıyordum. Benimle ne konuşacaktı ki? "Olur tabi. Neyle ilgili?"
"Oturunca konuşuruz."
Mimiksiz adamı bile ciddileştirdiğine göre, konuşacağımız konu önemliydi. Sanırım bu günkü dersleri toptan asmam gerekiyordu. "Tamam, nerede konuşalım?" Eren fark etmez der gibi omzunu silkti. "Kahvaltı ettin mi?" diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım. "Sen?"
"Kahvaltıdan hoşlanmam."
Hoşlanmadığı bir şeyi bana mı sormuştu yani? "O zaman kahve içeceğimiz ve rahatça konuşacağımız bir yere gidelim." Eren onun gibi birinden beklenmeyecek bir reverans hareketiyle "Önden buyurun küçük hanım," dedi. İlk izlenim gerçekten yanıltıcı olabiliyordu. Teşekkür edercesine bir karşılık verip yürümeye başladım. Kaykayını kolunun altına alıp yanımda yürümeye başladı. Gözlerim kaykayın üzerindeki graffitti tarzı çizimlere kaydı. Eskimiş, kimi yeri silinmiş olmasına rağmen dikkat çekiciydi. Özel yapım olduğu apaçık ortadaydı. Onu dövme yaparken izlediğim için "Sen mi çizdin?" diye sordum. Bakışları kolunun altına kaydı. "Eskiden," diyerek kaykayını ellerinin arasına aldı ve üzerindeki yazıları rahatça görebileceğim şekilde bize doğru tuttu. Karman çorman yazıları okumaya çalıştım. Sanki bir isim yazıyordu. M harfi miydi o?
"Bir ismi var mı?"
Eren bu soruyu sormama şaşırmış gibi bana baktı. "Bunu bilmen garip değil mi? Yani bir kaykaya isim verildiğini." Cevap vermek yerine hafifçe gülümsedim. Neredeyse 20 sene boyunca Amerika'da yaşamış biri olduğumu unutmuş olmalıydı. "Mellon," deyip kaykayını tekrar kolunun altına sıkıştırdı. Sanırım şaşırması sırası bana geçmişti. 'Söyle dost öyle gir' repliği kulağımda yankılanır gibi oldu. En sevdiğim seriden ufak bir alıntıyı, kaykayına isim vermişti. "Dost," diye tekrarladım. Hayret dolu bir bakış attı. "Biliyorsun." Gülümseyerek başımı onaylarcasına salladım. "Yüzüklerin efendisi izledin o zaman?"
"Hatim indirdim desek daha doğru olur sanırım."
Keyifli bir kahkaha atarken "Ciddi olamazsın," dedi. Gururla "Üç filmi de repliklerine kadar ezbere biliyorum," dediğimdeyse "Bende öyle!" diye cevap verdi coşkuyla. Onun bu heyecanı beni de gülümsetti.
"Uzun versiyonundan bahsediyoruz değil mi?"
"Aksini hakaret sayarım."
Eren gerçekten keyifli bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Mimiksiz dediğim çocuk, yaklaşık 1 dakikadır sadece sırıtıyordu. "Vay be! Yüzüklerin efendisi seveceğini düşünmezdim." Bende aynı şeyi düşüneceğimizi düşünmezdim.
"Dış görünüş yanıltabiliyor."
Bana katılan bir şekilde başını salladı. Kaykayını kolunun altında düzeltti. Bunu konuşma esnasında birkaç kez tekrarlamıştı. Sanırım onu taşımaya alışık değildi. "Yürümek zorunda değilsin." Kaşları sorgular bir şekildeçatılınca bakışlarımla kaykayını işaret ettim. "İstersen ben yürürken sen de onunla bana eşlik edebilirsin." Milimetrik bir tebessüm yüzüne yerleşirken "Hızıma yetişemezsen diye korkuyorum," dedi. Fazla iddialıydı. Gözlerimi hafifçe kıstım. Sanırım ilk izlenim konusunu bir daha düşünsem iyi olacaktı.
"Çocuk oyuncağıyla bana gözdağı mı veriyorsun?"
Benim aksime gözleri imalı bir edayla büyüdü. "Çocuk oyuncağı ha!" Başımı evet anlamında salladım. "Herkes kullanabilir yani?" Başımı tekrar onaylarcasına salladım. Kaykayının ucundan tuttu ve sesli bir şekilde yere bıraktı. Çarpmanın etkisiyle kısa bir an havalanan tahta hafifçe öne doğru süzüldü.
"Görelim o zaman."
Ciddi miydi? Gözlerimi yerdeki kaykaydan Eren'e çevirdim. Ciddi olduğunu anladığımdaysa keyifli bir şekilde gülümsedim. Beni bununla mı korkutacağını sanıyordu? "Emin misin?" diye sorduğumda elleriyle kaykayını işaret ederek "Buyur," dedi.
"Koşmayı sever misin?"
Hafifçe kaşlarını çatarken "Anlamadım?" dedi. Cevap vermek yerine sağ ayağımı kaykayın üzerine yerleştirdim. "Sevsen iyi olur," deyip kaykayı hızlandırmak için adım atmaya başladım ve omzumun üzerinden geride şaşkın bir şekilde kalakalmış çocuğa baktım.
"Yetişmek için ihtiyacın olacak."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now