Ana Dilim Aşk 2 ❤ 10

41.8K 1.9K 308
                                    

EFLAL
İkinci kez.
Mert'i bu mekânda ikinci kez bu kadar sinirli gördüm.İkisinin nedeni de bendim. Bunu adamın davranışlarından, Mert'in tepkisinden ve etraftaki meraklı gözlerin üzerimizde dolaşmasından anladım.
"Benim. Defol!"
Mert'in cümlesi iliklerime kadar sarsılmama neden oldu. Mert'in adamı iterek bırakması, adamın yere kapaklanmadan önce etrafı dağıtması, insanların çığlık atarak sağa sola kaçışması, korumaların üzerimize doğru koşması zerre kadar umurumda değildi. Benim şu andaki tek odağım, Mert'in kullandığı aitlik kelimesindeydi. Benim demişti. Bana.
"Hayırdır Mert?"
Kulağındaki siyah kulaklığa dokunarak bir şeyler söyleyen, siyah giyimli kas yığını önümüzde dikildi. Arkadaşlarından biri yerdeki adamı kaldırıyordu ama pek nazik olduğu söylenemezdi. "Sapkın konuşmaları ve uygunsuz hareketleri vardı abi. İnsanları rahatsız ediyordu." Adam anladığını belli edercesine başını salladıktan sonra, sorgulama gereği bile duymadan adamı karga tulumba arka tarafa doğru sürüklemeye başladı. Afalladım. Mert'e bu kadar mı güveniyorlardı?
Mert bakışlarını giden gruba kilitledi. Ta ki gözden kaybolana kadar.
"Bitti!"
Bana doğru bir hışımla döndü. Birkaç saniyeliğine müziği bile bastırmıştı. Hiddeti gözlerinden belliydi. Sanki dışarıdaki soğuk hava aramızda esiyormuş gibi ürperdim. "Şimdi Doğu'yu alıp eve gidiyorsun."
"Ama yar-"
"Tek bir kelime daha duymak istemiyorum Eflal. Doğu'yu bul ve buradan git!"
Kelimeleri ağzıma tıkması neyse de, kovar gibi konuşması canımı sıktı. Bunca insanın önünde çocuk gibi azarlamıştı. Ona yardım etmekten başka ne suçum vardı ki, tüm sinirini benden çıkarıyordu. "Tamam!" diyerek belimdeki önlüğü çözdüm. Bar tezgâhına tepkimi belli edecek şekilde atarken "Giderim!" dedim ve omuz çakarak yanından geçtim. Tezgâhın diğer kısmından dans eden insanların arasına karıştım. Doğu'yu en son gördüğüm yere doğru yürüdüm. O kadar kızgındım ki, çarpışan oto kullanıyormuşum gibi önüme çıkanların hepsine itinayla çarpıyordum. Bazılarının ayaklarını ezdiğime de emindim. Birinin bana laf söylemesi için yanıp tutuşuyordum.
"Doğu gidiyoruz."
Kulübün köşe noktasına oturmuş, milleti kesen arkadaşım "Mert'i beklemeyecek miyiz?" diye sordu. Omzumun üzerinden geriye, barın olduğu kısma baktım. Mert'in gözlerinin bizim üzerimizde olduğunu gördüğümde hızla önüme döndüm. "Hayır. İşi uzun sürecekmiş. Gidelim." Doğu'nun ikiletmeden peşimden geldiğini umut ederek, yürümeye başladım. İnsanları ite kaka arka tarafa doğru ilerledim. Birkaç kapıdan geçmemle, müzik tahammül edebileceğim bir seviyeye indi.
"Eflal beklesene!"
Nefes nefese bana yetişmeye çalışan Doğu, kolumu tuttu. İster istemez durmak zorunda kaldım. "Ne oluyor Allah aşkına?" Önüme geçerek yolumu kesti. Eli kalbinde nefeslerini kontrol altına almaya çalışıyordu. Hırıltı sesleri bir an için astımının tetiklediğini düşündürdü. Panikledim. "İyi misin?" Başını evet anlamında sallarken bir dakika işareti yaptı. Derin derin nefesler aldı. Hatta en son aldığı nefesi, çevredeki birkaç gözü üzerimize çevirecek kadar sesli bir şekilde geri verdi.
"Ne oluyor?"
Dili damağı kurumuş gibiydi. Mutfak kısmından kulübün içine giden tepsilerin birinden aldığım suyu Doğu'ya uzattım. Garson kızgın bir ifadeyle durup bize baktı. Bir şeyler söyleyecekmiş gibi hissedince "Arkadaşımın astımı var da," dedim. Gözleri Doğu'ya kaydı.Yaptığım açıklama onun için yeterliymiş gibi ifadesi yumuşadı ve yoluna devam etti. Tekrar Doğu'ya döndüm.
"Biraz daha iyi misin?"
Su bardağında bir damla bile bırakmayan arkadaşım "İyiyim," dedi. "Şimdi ne olduğunu anlatacak mısın?" Omuz silkip "Bir şey olduğu yok. Mert'in işi uzun sürece-" diyordum ki Doğu bakışlarıyla kelimeleri ağzıma tıktı.
"Hadi ama Eflal. Saat kaça kadar sürerse sürsün, Mert'i yalnız bırakmayacağını ikimizde iyi biliyoruz."
Birbirimizi bu kadar iyi tanımamız bazen rahatsız edici oluyordu. Pes eder gibi nefes alırken omuzlarım düştü. "Bir adamla tartıştılar. Benim yüzümden olduğunu düşünüyorum. Mert'te gitmemi istedi."
"Sarkıntılık mı yaptı?"
Erkekler birbirlerini bu kadar iyi nasıl tanıyabiliyorlardı. "Sanırım," dediğimde kaşları çatıldı. "Neyse gidelim mi? Eren ve Hayal'de sorunlarını çözmüşlerdir diye düşünüyorum." Doğu elleriyle kolumu sıvazlarken "Sen iyi misin?" diye sordu. Mert'e kızgınlığım garip bir burukluğa dönüşse de "İyiyim," dedim. "Buradan gidebilir miyiz artık?"
* *
Saatin geç olması ve dolmuşların çalışmamasından dolayı taksiye binmek zorunda kaldık. Bu bize biraz pahalıya patlayacaktı ama eve güvenli şekilde gidebilmenin başka yolu yoktu. Doğu'nun gözü sürekli taksimetrenin üzerinde olduğu için beni pek sallamıyordu. Yol boyunca aramızda bir sessizlik oluşmuştu. Açıkçası bende o boşluğu doldurma ihtiyacı duymadım. Çünkü düşünecek daha önemli konularım vardı. Mert'in son tepkisinden daha çok aklımı kurcalayan şey, beni onun olarak görmesiydi. Nedense bu kardeşvari bir tepki gibi gelmemişti ya da ben öyle düşünmek istemiyordum. Peki neden?
'Benim, defol!'
Bu iki kelime yan yana geldiğinde neden beni bu derece heyecanlandırmıştı. Mert her zaman beni sahipleniyordu. Bu seferki neden diğerlerinden farklı hissettirmişti?Saklanbaç oynayan acemi çocuk heyecanı sardı dört bir yanımı. İlk kez bu düşünceler beni esir ediyordu, ben ne olduğuyla ilgili hiçbir şey bilmiyordum ve biraz daha düşüncelerden saklanmazsam sobeleneceğimin farkındaydım.
Neyse ki taksi beni bu zor durumdan kurtarıp yavaşladı. Gözlerimi mahallemizin ıssızlığında dolaştırdım. Evin ışığı yanıyordu. Belli ki bizimkiler daha yatmamıştı. Taksinin durmasıyla Doğu'nun koluma dirsek geçirmesi bir oldu. Acı dolu bir iç çekişin ardından kaşlarımı çatarak ona döndüm. Beti benzi atmış, hala gözüne far tutulan tavşan edasıyla bana bakıyordu. Onun bu haliyle kaşlarım gevşerken ne olduğunu sordum. Başıyla hafifçe gösterdiği yöne çevirdim. Taksimetrede yazan 298 yazısı ufak çaplı bir kalp krizi geçirmeme neden oldu.
"Yuh!"
Yanındaki koltuktan destek alarak arkaya dönen adam "Bir şey mi dedin kardeşim?" diye sordu. Şu şoför ağzı denilen şeyin insan üzerinde gerçekten etkileyici bir havası vardı. Sesimi normal bir seviyeye çekerken "Abi sen ne yaptın?" diye sordum. 'Ne yapmışım?' der gibi bakınca "Çevre yolunu kullanacağım derken keşke bunun İstanbul'un çevresi olduğunu söyleseydin, en azından Zeytinburnu taraflarında iner yürüyerek devam ederdik," diye ekledim. Adamın kaşları korkutucu bir şekilde çatılırken "Verdiğiniz adres burası değil mi ablacığım?" diye sordu. Bir dakikada kaç sene atlamıştım ben?
"Tamam abi, sen al bu parayı."
Doğu cüzdanından çıkardığı 300 TL yi adama uzatırken "Üstü kalsın," dedi. Boş cüdanı yine cebine sokuşturdu. Sinir olmuş bir kahkaha atarken bakışlarımı taksiciye çevirdim. Tam laf söylemek için ağzımı açıyordum ki Doğu kendi tarafından inmek yerine beni iteklemeye başladı. "Yürü Eflal." Ona ayak uydurmak zorunda kaldım. Yine de "Hayrını gör," diyerek lafımı esirgemedim. Taksiden indiğimizde adam Doğu'nun kapıyı kapatmasını bile beklemedi. Gaza öyle bastı ki, kapı rüzgârdan kendi kendine kapandı.
"Ee ama yuh. Yavaş ol be birader."
Doğu'ya bilmiş bir edayla bakarken gözlerimi kıstım. "Neden yavaş olsun?" diye sorduğumda bakışlarını tozu dumana katan taksiden bana çevirdi. "Adam kazıkladı bizi. Tabi ki yangından mal kaçırır gibi gidecek."
"Hadi içeri girelim."
Doğu cebinden anahtarları çıkarırken eve doğru yürüdü. "Sende fark ettin kazıklandığımızı, neden sustun ki?" Bana omzunun üzerinden attığı kaçamak bakışlar "Bu gece için yeterli aksiyon yaşadın diye düşünüyorum," dedi. "Hala içinde bir enerji varsa, bunu evdeki ikiliye sakla." Bana Mert'in yanındaki olayı hatırlatırken Eren ve Hayal'in arasındaki gerginliğinde altını çizdi. Sanırım haklı olabilirdi. Hala barışmadılarsa, 298 TL'nin huyu suyu hürmetine benden çekecekleri vardı.
Kapıyı açarken her zamanki gibi "Biz geldik," diye bağırdı. İçeri girip ayakkabılarımızı çıkardık. Montlarımızı çıkarırken koridorda yankılanan adam seslerinin sahibi, karşımıza dikildi. Gözleri hızlıca bizi taradı.
"Mert nerede?"
Hayal kırıklığına uğraşmıştı. Bizi değil de onu görmeye ihtiyacı var gibiydi. "İşi uzun sürecekmiş, bizi önden gönderdi." Doğu yanımdan ayrılıp Eren'e doğru yürüdü. "Sen iyi misin?" Montumu portmantoya asarken Eren'e baktım. Birkaç saat önceye kıyasla rahatlamış görünüyordu ama sanki kafası daha çok yarışmıştı.
"İyi olacağım. Olacağız."
Terliklerimi giyerken "Hayal nerede?" diye sordum. Odasında olduğunu öğrenir öğrenmez de çantamı aldım ve yatak odamıza doğru yürüdüm. Hala uyanık olduğunu, kapalı kapının altındaki ufacık aralıktan hole yayılan loş ışıktan anladım. Kapıyı açtığımda ise yatağın üzerinde ders çalışan bir Hayal görmeyi beklemiyordum. Başını bana doğru çevirdiği an, yorgun gözleri parladı.
"Eflal."
Elindeki kalemi bıraktı. Beni gördüğü için heyecanlanmıştı. "Hayal saatin kaç olduğunun farkında mısın?" Odaya girip kapıyı ardımdan kapattım. "Uyku tutmadı," dedikten sonra gözlerini önündeki açık defter ve kitaplarda dolaştırdı. "Ayrıca finaller de yaklaştı. Vize notlarım iyi değil, dersten geçebilmem için çalışmam gerekiyor." Bu hepimiz için geçerliydi. İlk senenin heyecanı ve yaşama telaşı, bizi hayallerimizden bambaşka bir noktaya sürüklemişti. Okula gidip derslere girmek dışında, vakit bulup da adam akıllı çalışamıyorduk. Vizeler öyle ya da böyle geçmişti. Finallere de çalışmazsak, büte kalmak kaçınılmaz olacaktı.Ders tekrarının yaşatacağı stresi düşünmek bile istemiyordum. Yine de şu andaki saat, bilgilerin kafaya girmesi için çok geçti.
"Verim alabiliyor musun bari?"
Başını olumsuz anlamda salladı. "En azından verilen ödevleri tamamlıyorum." Yatağının ucuna iliştim ve hangi dersin ödevi vardı ona baktım. Serkan Hoca hangi ara böyle bir ödev vermişti ya?
"Tamam yarın devam edersin. Eren'le konuştunuz mu?"
Başını evet anlamında sallayan kızın yüz ifadesi de aynı Eren'inki gibiydi. Rahatlamış ama karışmış. "Sen mi başlattın konuşmayı?" diye sorduğumda bu sefer de başını iki yana salladı. "Arel'i sordu bana. Nasıl biri olduğunu, nasıl tanıştığımızı, bana nasıl hissettirdiğini. Yani ilk vermesi gereken tepkiyi sonda vermişti. Geç olsun güç olmasın ama biraz garipti."
"Ne gibi garip?"
"Yani Eren'i tanıyorsun. Bu konulara olan bakış açısını biliyorsun. Bu gece karşımda duran adam, kelimenin tam anlamıyla sakindi. Sanki damarlarında dolaşan o sinir, biri yada bir şey vasıtasıyla çekip alınmıştı. Kafamı karıştırdı."
Bu duruma normal biri sevinebilirdi ama konu Eren'se, onu tanıyan biri için bu biraz endişe vericiydi. "Hiçbir detayı atlamamı istemedi. Olgunlukla dinledi. Konuşmamı hiç bölmedi. Hatta bazı yerlerde ilişkilerle ilgili fikir bile vermiş olabilir."
"Eren?"
Başını onaylarcasına hızlı hızlı salladı. "Garip işte değil mi? Sence bu bir taktik mi? Yani bilmiyorum. Neden böyle davranıyor?" Bilmiyorum der gibi omuz silkerken "Rol yapmaktan aciz olan, her şeyi hödöhödö diye söyleyen adamın, taktik geliştireceğini sanmıyorum," dedim. "Belki kendi payına düşen hataları telafi etmeye çalışıyordur."
"Belki de."
Hayal ellerini bağdaş kurduğu kucağının üzerinde birleştirdi. Gözleri yatağın üzerindeki notlardaydı ama aklı yaşadıkları konuşmanın üzerinden tekrar geçiyordu. Bundan emindim. Bir süre aramıza giren sessizliği elimi şıklatır gibi dikkatini çekerek böldüm. Bakışları bana çevrilince de "Peki şu anne meselesine ne söyledi?" diye sordum. Dertli dertli iç çekti.
"Eren, Nagehan Hanım'la görüşmemi istemiyor."
Bu zaten beklediğim bir tepkiydi. "En azından yalnız görüşmemi istemiyor." Aksini düşünmek saçmalık olurdu. "Kadının anlattığı detaylarda tutarsızlık olduğunu söyledi. Araştıracağını ama bu süre zarfından ondan habersiz adım atmamam gerektiğini tekrar, tekrar ve tekrar tembihledi." Konuşmanın detayları kafamda canlanır gibi oldu. Eren'in baskısını görür gibi derin bir nefes aldım.
"Yine de bu iyi bir şey sanki. Yanında olduğunu göstermiş."
Hayal kırgın bir ifadeyle başını iki yana salladı. Sanki gardı düşmüştü. "Yalan söylediğini düşünüyor. Tamam düşünebilir ama konuşma boyunca buna o kadar odaklandı ki, mutluluğumu fark etmedi bile." Titrek bir nefes alarak ellerini hareket ettirmeyi kesti. Yatağın üzerindeki kitaplarını kenara itekleyerek kendime yer açtım ve yanına doğru kaydım. Kucağında hareketsiz duran elini tuttum. Kırgın gözlerini bana doğru çevirdi. Balıksırtı örgüsünden firar eden birkaç tutam saçını yüzünden çekip kulağının arkasına doğru ittim.
"Mutluluğunu fark etmez olur mu? Hepimiz bunun farkındayız. Sadece ortak olmadan önce bir şeylerin netleşmesini istiyoruz."
Elinin avucumdan kurtarıp "Bir umudumun olması bile güzel değil mi?" diye sordu. "Güzel olmaz olur mu?" diye cevap verdim. "En azından onun mutluluğuna ortak olamaz mısınız?" diye sorarken gözlerinin buğulanması, yüreğindeki yangının eseriydi. Hayal'i kendime doğru çekip sıkıca sarıldım. Kollarını anında bana dolayarak karşılık verdi. Yavaşça saçlarını okşadım.
Olurduk tabi. Yeter ki o mutlu olsun.

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now