Ana Dilim Aşk 1 ❤ 11

75.9K 3.3K 269
                                    

ATAKAN

Onlar için pahalı bir arabayla okula gelmişlerdi ve onların yanından bile geçemeyecekleri bir adamla selamlaşmışlardı. Yetimler ve Demir Kara arasında bağlantı kurmaya çalışırken hafif bir dirsek yedim. Başımı Arel'e çevirdiğimde gözlerini benim gibi yetimlerden ayıramadığını gördüm. Kesin benimle aynı şeyi düşünüyordu.
''Abi, o çocukla Hayal'in arasında bir şey olabilir mi?''
Gözlerimi kapatıp sabır diler gibi derin bir nefes aldım. Bu çocuk dünkü konuşmayı ne kadar çabuk unutmuştu böyle. Gözlerimi açarken ''Sana ne Arel?'' dedim. Sanki ana avrat sövmüşüm gibi bana baktı. ''Ne demek sana ne? Aralarında bir şey varsa-'' Bakışlarım yüzünden cümlesini bitirmeden sustu. Geç de olsa bir şeyler kafasına dank etmişti.
''İyi be...''
Tekrar Eflallere döndüğümde bize doğru yürüdüklerini gördüm. İri gözlü kızla tekrar bakışlarımız buluştu. İçimde bir şeylerin, sanki bayır aşağı inerken havalanması gibi hareket ettiğini hissediyordum. Aşık değildim. Bir haftada aşık olacak kadar şıpsevdi değildim ama aramızdaki garip çekimi görmezden gelemezdim.
O sırada başka bir bakışı daha üzerimde hissettim. Gözlerim Mert'e kaydı. Bakışları hoşuma gitmemişti. Bu sefer de laf söylerse sakin kalamayacağımı biliyordum. Bu nedenle bizimkilere bir şey söylemeden yürümeye başladım. Ardımdan seslendiklerini duyuyordum. Durmam olası bir kavgaya neden olacağı için yürümeye devam ettim. Bir yandan da saatimi kontrol ediyordum. Dersin başlamasına az kaldığını görünce rotamı, amfilerin olduğu yere çevirdim.
Hınca hınç dolu bir sınıf ve tahammül edilemez bir gürültü.
Üniversite denildiğine akla, boş sınıflar, sürekli eğlence düşünen öğrenciler gelirdi ama burası farklıydı. Burası hala üniversite sınavındaki maratondan çıkamamış öğrencilerle doluydu. İlk hafta bile sınıflarda boş yer bulmak zorken, şu anda imkansızdı. En arkadaki iki sıra ve en ön sıradaki tek tük yerlerde gözlerimi gezdirdim. Aklıma babamın verdiği ültimatomlar geldi. Bu okulu dereceyle bitirmezsem başıma gelecekleri düşünmek bile istemiyordum. Arka sırada olursam büyük ihtimal kendimi Eflal'e bakarken bulacaktım ve bu derse olan konsantrasyonumun dağılması anlamına geliyordu. Bu nedenle onlarla aynı olduğum derslerin hepsinde en ön sıraları tercih etmeliydim.
Ağır adımlarla yürüdüm ve oturan birkaç kişiyi kaldırıp boş olan yere geçtim. Sınıfa giren Asrın ve Arel'in gözleri önce arka sıralarda dolaştı. Beni ilk fark eden Arel olmuştu. Asrın'ı dürtüp beni işaret edince ''Yohamına!'' gibi bir kelime dudaklarının arasından kaçtı. Neden ön sırada oturduğumu sorgulayan bakışlarıyla bana doğru geldiler. Asrın ellerini masanın üzerine yerleştirip bana doğru eğildi.
''Ne zamandan beri ot sever oldun?''
Oldum olası ön sıralardan hoşlanmazdım ama şu anda ön sırada oturmamın gerçek nedenini açıklayabileceğimi sanmıyordum. Sadece ''Ali Soylu,'' dedim. Anında yüz ifadeleri anlayışlı bir ifadeye büründü. Tüm arkadaşlarım babamın başarı konusunda ne kadar gaddar olduğunu biliyordu.
Kusura bakma ama arkadaşlık bir yere kadar. Ben arkaya geçiyorum. İyi not al inek.''
Asrın ukala bir gülüşle ellerini cebine soktu ve sıraların arasındaki merdivenlere doğru yöneldi. Arel hala yüzüme bakıyordu. Kafasında benimle mi kalsa, Asrın'la mı gitse onun için daha iyi olduğunu hesapladığını biliyordum.
Ellerini kotun cebine sokan çocuk ''Üzgünüm bro, daha afyonum patlamadı. Hocanın da patlatmasını istemiyorum,'' deyip omuz silkti ve Asrın'ın arkasından yürümeye başladı. Asıl derdinin Hayal'i takip etmek olduğunu bildiğim için söylediği yalana kızmadım. Bu çocuk ciddi anlamda abayı yakmak üzereydi.
O sırada kapının önünde beklenen kişiler belirdi. Parmaklarımla masanın üzerinde ritim tutarken gözlerimi beşli gruptan ayırmadım. Onlarda ilk olarak gözlerini sınıfta dolaştırmışlardı ve bu gruptan beni ilk fark eden kişi, Eflal'di. Donuk bir tebessümle bana bakarken Hayal'in koluna girmesiyle gözlerini kaçırdı. Beraber arkalara doğru ilerlemeye başladılar. Göz ucuyla onları takip ettim. Neyse ki, önlerde olsa da dikkatimi dağıtamayacakları bir yere oturmuşlardı.
Kulaklarımdaki uğultu yavaşça azaldı. Önüme döndüğümde elinde notlarla içeri giren Serkan Hoca'yı gördüm. İlk güne nazaran daha telaşlı görünüyordu. Elindekileri masasına dikkatlice bıraktı ve masanın üzerinde bir şeyleri kontrol etti. Sınıfın çoğunluğu pür dikkat onu izliyordu. Kendince, kafasındakilerin eksiksiz olduğunu başını tamam der gibi sallayarak göstermişti. Başını kaldırdı ve yüzündeki stres yerini anında sıcak bir tebessüme bıraktı.
''Günaydın arkadaşlar.''
Masanın yanından ayrılırken gelen giden var mı diyerek kapıyı kontrol etti. Daha sonra bana dönerek, ''Geçen hafta tanışmıştık ama olmayanlarınız için kendimi bir kez daha tanıtayım. Ben Serkan Demiray. Ekonomiye giriş dersinizin asistanıyım. Profesör Kamil Koç Hocamız birazdan derse gelecek ama o gelmeden size bir duyuru yapmak istiyorum,'' dedi ve sınıfta gözlerini dolaştırdı.
''Bu sene birkaç hocanın asistanlığını yapmak zorunda olduğum için fazlasıyla yoğunum. Bu nedenle yanıma bir yardımcı almak istiyorum.''
''Nasıl bir yardım hocam?''
Yanımdaki kızın sorusuyla ilgisini bize çeviren Serkan Hoca, ''Duyuruları yapmada, ödevleri toparlamada, bazı araştırma ve makaleleri inceleme-'' derken birkaç kişinin bu görevle ilgilendiğini fark ettim ama hocanın okul sonrası da çalışmak zorunda olacaklarını, bazen okulda sabahlayacaklarını söylediğinde çoğunun ilgisi yok oldu. Bu yardımcılık hem derslere olan ilgimi arttırır, hem kafamı dağıtmaya yarar, hem de babamın gözüne girmemi sağlardı.
''Evet, kimler gönüllü?''
Hiç düşünmeden elimi kaldırdım. Yanımdaki kızlar garip bir şekilde beni incelemeye başladı. Büyük ihtimal benim gibi birinin nasıl böyle bir sorumluluğun altına girdiğimi düşünüyorlardı. Serkan Hoca benimle göz göze geldikten sonra arka taraflarda gözlerini dolaştırdı.
''Sadece iki kişi mi?''
Kaşlarım hafifçe çatılırken arkamı döndüm. Eflal'in de eli havadaydı ve gözleri bana odaklanmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu görevin beni okula ve derslere bağlaması gerekiyordu. Başka şeylere değil. Mert'e doğru kaçamak bir bakış attığımda rahatsız bir ifadeyle gözlerini tahtadaki bir noktaya diktiğini gördüm. Belki Serkan Hoca, ikimizin de ona yardımcı olmasını isteyecekti. Böylece Mert'in bana kafede dediklerini tek tek yedirecek fırsatım olurdu ama bir hırs uğruna babamı karşıma almak istemiyordum. Bu yüzden hayatımda ilk kez aldığım bir kararda geri adım atmak zorunda kalacaktım.
Önüme dönüp elimi indirdim. Anında bakışlarını bana çeviren hoca ''Neden vazgeçtin?'' diye sordu. Sanki tüm sınıfın ilgisi benim üzerime toplanmıştı.
''Arkadaşın görevi layıkıyla yerine getireceğine eminim hocam. Okuldan sonra okulda kalmak bana göre değil.''

* *

AREL

''Bu çocuk aklını mı kaçırdı lan!''
Asrın'ın cümlesine katılıyordum. Atakan kesinlikle Ali amca yüzünden aklını kaçırmıştı. En ön sırada oturması yetmiyormuş gibi bir de hocanın yardımcısı olmaya gönüllüydü. Bu sürekli çalışmak demekti. Bu okuldan sonra da okulda kalmak demekti. Bu gereksiz bir sorumluluğu omuzlarına yüklemek demekti.
''Allah'ım sen bu çocuğa akıl fikir ver,'' diye dua ederken bir anda elini indirdi. Hocanın sorusuna benim düşündüğüm gibi cevap vermişti. Ulan kırk yılda bir duam tutmuştu. Onu da bu çocuğa kullanmıştım.
Birden kapı sert bir şekilde kapandı. Sesin yankısıyla, sınıfın pencereleri titredi. İrkildim. Babamdan yaşlı bir adam elinde çantasıyla sınıfa girmişti. Jilet gibi takımıyla masasına doğru yürümeye başladı. Attığı her adım istemsizce gerilmeme neden oluyordu. Profesör olmalıydı ama bu sınıfın dışında bir yerde görsem kesinlikle asker olduğunu düşünürdüm. Bakışları sert, yüzü ifadesizdi.
Serkan Hoca'yla tam anlamıyla zıttılar. Sanki onu dengelemesi için asistanı seçmişti. Çantasını masasına dikkatli bir şekilde koydu. Masasının üzerini kontrol ederken Serkan Hoca esas duruşa geçmişti. Şimdi ilk geldiğindeki gerginliğinin nedenini anlayabiliyordum.
''Günaydın.''
Ses son derece kalın, boğuk ve resmiydi. Sağ ol! diye bağırasım gelmişti ama dalga geçtiğimi düşünür diye kendimi frenlemiştim.
''Ben Kamil Koç, ekonomiye giriş dersini bu sene birlikte işleyeceğiz. Geçen hafta işlerimden dolayı derse gelemedim. Serkan Hoca'nızla tanıştığınızı var sayıyorum.'' Bir anda gözleri Serkan Hoca'ya kaydı. Başıyla yaptığı hafif bir hareketle aceleyle masanın üzerindeki kağıtları alan asistan bize doğru yürüdü. Elindeki bir tomar kağıdı dağıtmaya başlayan Serkan Hoca'yla sınıfta uğultular yükseldi. Kağıt demek sınav demekti. Daha ikinci gününden bizi sınava tabi tutacak değildi değil mi?
''Sessiz olun!''
Sınıfın uğultusu bıçak gibi kesilmişti. Havadaki gergin enerji tüylerimin diken diken olmasına neden oluyordu. Sanki derse değil de üniversite sınavına giriyormuşuz gibi hissetmiştim. Asistan kâğıtları dağıtmayı bitirdikten sonra profesörün yanına doğru ilerledi.
''Önünüzdeki kâğıtlara bakın.''
O söyleyene kadar önüme konulan şeye bakmamıştım bile. Başımı önüme eğdim ve boş a4 kâğıdının önüne arkasına baktım. ''Kâğıtlar boş, sayfada hiç şey yazmıyor. Bomboş beyaz bir sayfa.'' Bakışlarımı tekrar ürkütücü hocaya çevirdim. ''Hayatınızın geri kalanı gibi. Boş, bilinmez ve yazılmamış.'' Söylediklerinden bir şey anladıysam Arap olaydım. Asrın'a baktım. O da sorgular bir şekilde bir kapıda bir hocaya bakıyordu.
''Ama hepinizin bir geçmişi var değil mi?''
Birkaç kişi ona katıldıklarını belli edercesine başlarını salladı. ''Hepinizin bir hikayesi var. Bu güne kadar, şu son saniyeye kadar yazılmış bir hikaye. Ve ben bu hikâyeyi öğrenmek istiyorum.''
Ne yani bizden hayatımızın özetini mi yazmamızı istiyordu. ''Şimdi herkes önündeki kâğıtların bir yüzüne geçmişini özetlesin. Hayatınızdaki en önemli noktalara değinin. Sizi değiştiren olayları yazın. Diğer yüzüne ise, neden bu bölümü tercih ettiğinizi anlatacaksınız. Ders sonunda toplayacağım. Başlayın!''
Sıralar gıcırdadı. Kalem aramak için çantalar kurcalandı ve ben dik dik kağıda bakarken kendi kendime söyleniyordum. Bizim hayatımızdaki önemli noktaları öğrenmesi neden gerekliydi. Geçen hafta kendimizi tanıtmıştık ama bu şekilde değildi. Bu bizim özelimizdi ve adam bunu bilmek istiyordu. Neden?
Herkesin kafasının içinde bunu sorguladığına emindim ama kimsenin sorularını bu hocaya soracağını sanmıyordum.
Başımı sıranın üzerinde duran kağıda dayadım ve derin bir nefes alarak gözlerimi kapadım. Kağıt tertemiz kokuyordu; sadece hafif bir talaş kokusu vardı. Düşündüm. Hayatımda beni değişeme zorlayan önemli olayları gözümün önüne getirmeye çalıştım. Değişim bir gecede olmazdı. Her şeyi bir anda değiştirecek sihirli bir değnek yoktu. Değişim yavaş yavaş gerçekleşirdi.
Gün be gün.
An be an.
Değişim saatin çevresindeki turunu tamamlarken özenle hareket eden yelkovanın tik taklarıydı. Tam anlamıyla bitene kadar fark etmezsiniz. Bittiğinde de iş işten geçmiş olurdu. Herkesin yönünü değiştirdiği bir noktası vardı ama bu sadece o kişiyi ilgilendirirdi. Anlatmak istemiyordum ama daha ilk günden böyle bir adamla papaz olmanın bir anlamı yoktu. Doğruldum ve önümdeki boş sayfaya baktım. Cebimden çıkardığım kalemi parmaklarımın arasında döndürdüm ve yazmaya başladım.
''Ben Arel Tophanecioğlu...''
* *
O ders senin, bu ara benim diye koştururken Hayal'i çok fazla göz hapsine alamamıştım. Pazartesi günü sadece bir dersimizin ortak olması ve hocamızın hitlerden farklı olması tam anlamıyla haksızlıktı. Geçmişimin püf noktalarına değinirken Hayal'e bakamamıştım bile ve zil çaldığında Mert'in korkusundan peşinden gidememiştim.
Neyse ki üstün zekamla, Hayal'in hangi kulüplere üye olduğunu öğrenmiş, bende son anda aynılarına kaydımı yaptırmıştım. Beş dakika sonra işaret dili kulübünün dersi vardı ve ben o masum, çilli kızı hiçbir baskı altında kalmadan rahatça izleyebilecek ve muhabbet kurmaya çalışabilecektim.
Son dersten çıktığım gibi koşar adım kulüpleri içinde barındıran yaşam merkezine gittim. Kulübün hangi katta olduğunu öğrendikten sonra hızla merdivenleri tırmandım. Tüm gün üzerime ölü toprağı atılmışken, şu anda silkelenip kendime gelmiş gibi hissediyordum.
Sınıfın kapısının önünde durdum. Derin bir nefes aldıktan sonra üzerimi düzelttim. Ellerimle saçlarımı karıştırdım. Hayal'den başka kimsenin kulübe katılmaması için dua ederek kapıyı açtım. İçeri de kimse yoktu. Bir an 'Bugün Allah'ın sevdiği kuluyum galiba, ne dilersem oluyor,'' diye düşündüm ama daha sonra yanlış sınıfa gelmiş olabileceğim aklıma geldi. Bir adım gerileyip kapının üzerindeki tabelaya baktım. Doğru gelmiştim. O zaman kesinlikle duam kabul olmuştu.
Ağır adımlarla sınıfa girdim. Boş sınıfta her adımım yankılanırken duraksadım. Ben durmuştum ama adım sesi durmamıştı. Omzumun üzerinden arkama baktığımda Hayal'le gözlerimiz birbirine kenetlendi. Sanki vücuduma elektrik verilmiş gibi parmak uçlarıma kadar uyuşmuştum. Sanki içimde bir top vardı. Sektirilmişti ve kalbimle midem arasında mekik dokuyordu. Birazdan kusarsam şaşırmazdım.
İşaret diliyle bir şeyler anlatan Hayal'e döndüm. Ne söylediği ile ilgili zerre fikrim yoktu.
''Selam,''
Neden böyle bir şey söylediğimi bilmiyordum. Söylediği şey yarım kalan kız birkaç saniye bana baktı. Daha sonra sıcak bir gülümsemeyle elini salladı. Sanırım bu selam demekti. ''Daha kimse gelmemiş,'' dediğimde Allah'tan sesleri duymuyor diye düşündüm. Yoksa heyecandan çıkardığım cılız ses onu kahkahaya boğardı. Tam başını evet anlamında sallıyordu ki, bir grup kapının önünde belirdi.
Hay ben bu şom ağzımı...
Hayal bakışlarımın başka tarafa kaydığını görünce arkasını döndü. İçeri giren grup gülümseyerek işaret dilini kullanmaya başladı. Az önce Hayal'in hareketlerine benzer bir şeyler yaptıklarını gördüğümde ''O ne demek?'' diye sordum. Cevap alamayınca ''Hepiniz duyma engelli misiniz?'' diye sorumu yeniledim. Ne bir cevap almıştım. Ne de aralarından biri bana doğru bakmıştı.
Harika!
Boş sandalyelerden birine oturdum ve Hayalleri izlerken masanın üzerinde ritim tutmaya başladım. Duamın kabul olmamasına mı yanayım, Hayal'in bir grupla kaynaşıp beni sallamamasına mı, yoksa söylediklerinden hiçbir şey anlamama mı?
Alnımı masaya dayadım ve gözlerimi kapattım. Bir yandan kendime sövüyor, diğer yandan masanın soğukluğu ile rahatlamaya çalışıyordum. Omzumdaki çekingen dokunuşla gözlerimi araladım. Yavaşça başımı kaldırdığımda Hayal'in kendine hayran bırakacak gülümsemesiyle bana baktığını gördüm. Bir anda içimde yas tutan çiçekler tekrar açmaya başladı.
''Selam.''
Ne selamı ya. Bu faslı geçtin ya oğlum. Saçmalamasana! Hayal'in gülümsemesi biraz daha artarken elindeki kağıdı bana doğru uzattı. Kaşlarım hafifçe çatılırken kağıdı elime aldım. Güzel bir yazı beni selamladı.
''Bu kulübü öğrenciler kurmuş. Kendi gibilerle kaynaşmak için. Yani bir hocamız yok. Kimse bir şey öğretmeyecek ama hevesliysen ben elimden geldiğince sana yardımcı olmaya çalışırım.''
Son cümleyi birkaç kez okudum. Ben istedim bir göz, Allah verdi iki göz. Sadece Hayal'i görebileyim derken şimdi onunla yakın olacaktık. Mert'ten uzak saatlerce baş başa vakit geçirebilirdik. Onu daha yakından tanıyabilirdim. Onunda beni tanıması için fırsatım olurdu.
''Çok isterim,'' dediğimde gülümseyen kız elimdeki kağıdı alırken parmak uçları tenime değdi. Dokunduğu noktadan tüm vücuduma bir sıcaklık dalgası yayıldı. Kalbim gümbür gümbür atarken gözlerimi kağıda bir şeyler yazan kızdan ayırmadım. Ağzında tuttuğu kalemin kapağı olmak istedim. Dokunduğu kalemin gövdesi. Allah'ım sanırım ben aşık oldum. Yoksa içimdeki bu yoğunluğun başka bir tanımı olamazdı. Kağıdı bana döndürdü.
''İstersen şimdi başlayabiliriz.''
İstemem mi be! Başımı olur anlamında salladığımda onu takip etmemi işaret etti ama yerimden kıpırdayamıyordum. Resmen yürümeyi unutacak kadar aklım başımdan gitmişti. Hayal peşinden gitmediğimi anladığında geri döndü ve elimi tuttu. Ellerimin ter içinde olduğunu o an fark ettim. Utançla geriye çekmek istedim ama o daha sıkı tuttu ve beni kendine çekerek ayağa kalkmama yardım etti. Artık ben bende değildim. Onu da ona bırakmaya hiç niyetim yoktu. Sınıfın arka tarafına doğru yürürken Hayal'in savrulan at kuyruğunu izledim. Saçlarının kokusunu içime hapsetmek istercesine derin bir nefes aldım. Dalin mi kullanıyordu o? Allah'ım bu kızı sevmeme bir neden daha.
Camın önünde bir yerde durup elimi bıraktı. Yere oturup bağdaş kurarken onu izledim. Sıralar varken neden yere oturmayı tercih etmişti ki. Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Oturmamı işaret edince yavaşça karşısına oturdum. Yazdığı kağıdı bana çevirdi.
''Böylesi daha rahat olur.''
Başımı tamam anlamında salladığımda tekrar bir şeyler yazmaya başladı. Heyecanla onu izlemeye devam ettim. Bir insana kot tulum ancak bu kadar yakışabilirdi. Başını kaldırdığında sanki düşüncelerimi duymuş gibi hissettim. Nefesimi tuttum. Hafif bir gülümsemeyle tekrar yazmaya devam etti. En sonunda kağıdı elime tutuşturdu.
''Önce harflerden başlayalım. Önce ben, sonra sen. Anlaştık mı?''
* *

HAYAL

Ellerinin terini sürekli kot pantolonuna silmesi gülümsetmişti. En azından heyecan konusunda yalnız değildim. Meraklı bir yapısı olmasına rağmen söylediklerimi biraz geç anlıyor gibiydi. Hoş sanırım bu yaptıklarıma dikkat etmeyip sürekli gözlerimin içine bakmaya çalışmasından dolayıydı. Acaba hiç konuşmadan sadece bakışarak anlaşabilir miydik? Keşke...
Saate baktığımda gözlerime inanamamıştım. Zaman su gibi akıp geçmişti ve ben tek bir saniyesini bile hissetmemiştim. Bu çocuk neden üzerimde böyle bir etki bırakıyordu. Yanındayken kendimi hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum.
Dikkatimi çekip bir şey olup olmadığını soran Arel'e cevap vermek için kağıt ve kalemi elime aldım.
''Geç olmuş, artık gitsek iyi olur,''
Arel bana doğru yakınlaştı. Kalbim başka bir tempoda çarpmaya başladı. Başını omzuna doğru yatırıp ne yazdığıma bakarken kokusu burnuma doldu. Baharat aromalı bir parfüm kullanıyor olmalıydı ve teniyle karışmış hali fazlasıyla etkileyiciydi. Alıp verdiği nefes kalemi tuttuğum elime çarpıyor, tüm bedenime elektrik verilmiş gibi uyuşmamı sağlıyordu. Arel'in benden uzaklaşmasıyla kısa bir an gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tekrar gözlerimi açtığımda karşımdaki bacaklar kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Başımı kaldırıp Arel'in yüzüne baktım.
''O zaman gidelim.''
Elini uzatmasıyla dudaklarım hafifçe aralandı. Tam tutacakken elini çekip kot pantolonuna sildi ve tekrar uzattı. Gariptir ki onun terinden iğrenmiyordum ama tabi o bunun farkında değildi. Hafifçe gülümseyip elini tuttum.Ben hızla çekip ayağa dikti. Ben üzerimi düzeltirken o çoktan çantamı eline almıştı. Bana doğru uzatınca minnettar bir şekilde gülümsedim. Lazım olur diye kağıt ve kalemimi çantama koymadım.
''Hazır mısın?'' diye sorduğunda başımı bir kez evet anlamında salladım. Arel önde ben arkada sınıftan çıktık. Yan yana sessizce yürümeye başladık. Ömrüm boyunca sessizlik en yakın arkadaşım olmuştu ama Arel'in suskunluğundan hoşlanmamıştım. Şu anda bir şeyler anlatmaya çalışıyor olmalıydı. Göz ucuyla Arel'e baktım. Sadece gideceği noktaya odaklanmış gibi yürüyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Gidelim dediğimde hiç ısrar da etmemişti. Belki de yalnız vakit geçirince ne kadar sıkıcı biri olduğumun farkına vardı. Ya da benimle iletişim kurmanın zorluğundan pes etti.
Yaşam merkezinden çıktık. Daha fazla benimle vakit geçirmek zorunda kalmaması için kolundan tutup durmasını sağladım. Hafif kaşlarını çatarak bana baktı. Hızlı hızlı kağıda ''Ben bu taraftan gideceğim. Sonra görüşürüz,'' yazıp gösterdim. Okurken kaşları daha da çok çatıldı.
''Ben seni bırakırım.''
Bunu kibarlıktan mı söylemişti yoksa gerçekte istiyor muydu? ''Zahmet olmasın. Ben kendim gidebilirim. Teşekkür ederim.'' Arel kağıdı okuduktan sonra göz yüzüne doğru başını kaldırdı. Daha sonra kolundaki saate baktı ve bana dönüp ''Bu saatte?'' dedi. Hava henüz kararmamıştı ama ben eve gidene kadar gecenin karanlığı şehri kaplardı. Aklıma geçen haftaki olay geldiğinde ürperdim. ''Hayatta olmaz,'' diyen çocuk gamzelerini ortaya çıkaracak şekilde gülümsedi.
''Ben seni bırakırım. Ayrıca bu benim için bir onurdur.''
Kalbim kanat çırpan bir kelebek gibi atarken gülümsememi engellemeye çalıştım. Benimle vakit geçirmek istemesi birkaç dakikadır yüreğime yüklediğim yükü ortadan kaldırmıştı. ''Önden buyurun küçük hanım,'' diyerek reverans yaptı. Ufak bir kahkaha attım. Beraber otoparka doğru yürüdük. Yine sessizdik ama en azından arada sırada da olsa Arel'in bakışlarını yakalıyordum. Utangaç bir gülümsemeyle başını çevirmesi de sıcacık olmamı sağlıyordu.
Otoparka gelmemizle gözüm sabah, Mert'in yeni arabasını park ettiği yere kaydı. Daha sonra aklıma beni Arel'le gördükleri an yaşanacaklar geldi. Nefesimi tuttum. Eren'le yeni barışmışken tekrar aramızın kötü olmasını istemiyordum ama Arel'le biraz daha vakit geçirmek istediğimde gerçekti. İki arada bir derede kalmıştım. Bir arabanın önünde duran çocuk bana doğru döndü.
''Yine ne oldu?''
Düşüncelerimi söylemek ne derece doğru olurdu? Düşün Hayal düşün. Bir çıkış yolu bul. Arel endişeli bir ifadeyle bana doğru gelmeye başladı. Benim için endişelenmiş miydi yani? Çok tatlı. ''Hayal,'' dediğinde derin bir nefes aldım. Kesinlikle onunla biraz daha vakit geçirmeliydim. Eve yakın bir yerde inersem iki tarafı da idare etmiş olurdum. Şimdi Arel'e ne diyecektim. Gözüm az önce yanına gittiği arabaya kaydı ve aklıma gelen düşünceyi kağıda aktardım.
''Arkadaşların gibi pahalı zevklerin yok.''
Arel gözlerini sorgular bir şekilde kağıttan bana çevirdi. Bakışlarımla arabayı işaret edince arkasına baktı ve utanmış bir şekilde bana döndü. ''Annemin arabası,'' dediğinde kaşlarım havaya kalktı. ''Benim ki tamirde de.'' Neden tamirdeydi? Kaza falan mı yapmıştı? Yoksa araba kullanmasını bilmiyor muydu? Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış gibi ''Şey benim bir tutkum varda. Araba yarışlarını çok seviyorum. Sık sık da katılırım. Her yarıştan sonra da mutlaka tamire veririm. Dünde bir yarış vardı. Öyle işte.'' Başımı tamam anlamında salladım. ''Gidelim mi?'' diye sorunca gülümseyip yürümeye başladım. Kendi tarafına dolanmak yerine önüme geçip kapımı açtı. Bu kadar centilmen olması utanmama neden olurken yolcu koltuğuna geçtim. Kapımı kapattığı gibi arabanın önünden dolandı. Ben kemerimi takana kadar o çoktan yerini almıştı.
''Annenin arabası güzelmiş,''
Gösterdiğim kağıda bakıp çarpık bir şekilde gülümseyerek arabayı çalıştırdı. Gamzesi tekrar ortaya çıkmıştı ve ben gözlerimi o çukurdan ayıramıyordum. ''Adres ne?'' diye sorduğunda başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Hızla kağıda adresi yazdım. O da navigasyona girdi. Emniyet kemerini takar takmaz hiçbir şey söylemeden arabayı döndürdü ve yola koyulduk.
Gözlerini yola dikmişti. Bakışları dikiz ayna ve yan ayna arasında gidip geliyordu ama bana doğru hiç kaymıyordu. Ona baktığımın farkında olmalıydı ama o kadar farkında değilmiş gibi davranıyordu ki sanki varlığımdan bir haberdi. Araba kullanırken her zaman bu kadar ciddi mi oluyordu? Belki de sadece benimle göz göze gelmek istemiyordu.
Uzun bir yoldan sonra, tanıdık bir sokağa geldiğimizi fark ettim. ''Ben burada iniyim,'' Kaçamak birkaç bakışla kağıdı okuyan Arel başını tamam anlamında sallayarak sağa çekti. Kemerimi çözüp teşekkür etmek için kalemi elime aldım.
''Ne zahmeti canım, benim için zevkti.''
Ben kemerimi çözerken bir anda arabadan indi ve etrafından dolanıp kapımı açtı. Kendimi o kadar değerli hissediyordum ki... Rahatça inebilmem için elini uzattı ama ben biri görür diye sadece gülümsedim. Hafifte olsa gülümsemesi azaldı ama bu kadar düşünceli birinin beni anlayacağını biliyordum. Arabadan indim ve hızla notumu yazdım.
''Mahalle de yanlış anlaşılma olmasın diye... Tekrar her şey için teşekkür ederim. İyi geceler.''
Rahatlamış bir şekilde gülümseyen çocuk ''İyi geceler,'' dedi. Yanından ayrılmak istemiyordum ama bir an önce eve gitmeliydim. Keşke bir şey olsa da beni durdursa diye dua ederken bir anda kolumda bir el hissettim. Gözüm önce beni tutan ele, sonra da sahibine çevrildi. Kalbim heyecandan patlayacaktı sanki.
''Şey'' diyen çocuk saçlarını karıştırırken çekingen bir gülüş attı. ''Numaranı istemek için erken mi? Hani, bir dahaki dersin ne zaman olacağını sorarım falan...'' Hafifçe kaşlarımı çattım. Numara derken diyecektim ki aklıma cep telefonundan bahsettiği geldi. Mert bize telefon almıştı. Hayatımda hiç telefonum olmadığı için bu ayrıntıyı unutmam normaldi. Hızla çantamdan telefonumu çıkardım. Kağıda ''Numaram yeni, ezbere bilmiyorum. Sen kendini kaydet, sonra çaldır,'' yazıp telefonla beraber uzattım. Sabırsız bir ifadeyle yazdıklarımı okuyan çocuk ''Yes be!'' gibi bir şey söyleyip numarasını girdi. Kendini çaldırdıktan sonra telefonu bana uzattı.
''Teşekkür ederim.''
Konu Arel'ken neden gülümsememe engel olamıyordum. Veda eder gibi elimi salladım. Oda aynı şekilde karşılık verdi ve ben hayatımın en kısa yolunu, en uzun zamanla tamamlayıp eve girdim. Sanırım aşık olmak üzereydim...
* *

EFSA

''Hadi Efso ya. Şu üzerindeki negatif enerjiyi de atmış olursun.''
Bir haftadır üzerimde negatif enerji olduğu doğruydu. Bunu okulun başlamasına ve Atakan'ın yaptıklarına bağlıyordum. Belli ki yakın arkadaşım olma yolunda ilerleyen Rüya'nın da bu durum dikkatinden kaçmamıştı ve tüm gün olduğu gibi son derste de dans kulübüne gelmem konusunda ısrar ediyordu. Kafa dağıtmak konusunda dans işe yarayabilirdi ama onun önerileri benim tarzım değildi.
''Rüya,'' dememle hocanın dersin bittiğini söylemesi bir oldu. Sanki şalter kalkmış gibi sınıfın sessizliği bir anda bozuldu.
''Ne Rüya?''
Herkes gibi bende toparlanmaya başladım. Rüya nefesini dışarı vererek kolumu dürttü. ''Konuşsana Efso ya...''
''Dans konusunda zevklerimizin aynı olmadığı ortada. Yapamayacağımdan değil ama yapmak istemiyorum. Dans kulübüne senin zorunla yazıldığımı hatırlatırım. Ben zaten haftanın dört günü dans ediyorum.''
Sanırım başka bir şey söylememi bekliyordu. Hoşnutsuz bir şekilde ''Bale,'' diyen kız iğrenir gibi yüzünü buruşturdu. Dört yaşından beri baleye gidiyordum ve her konusu açıldığında Rüya aynı tepkiyi veriyordu. Bu kızın bu dansla ne zoru olduğunu bir türlü çözemiyordum. ''Dünyada yüzlerce dans çeşidi var Efso. Sence de senelerce bale yapman saçma değil mi?''
''Seviyorum,'' diyerek çantamı kapatıp ayağa kalktım. ''Ve bale yaparken mutluyum.'' Gözlerini abartılı bir şekilde deviren Rüya masanın üzerindeki defterlerini kucaklayıp ayağa kalktı. ''Tamam yine sev ama yeniliklere açık ol. Başka dansları da dene.'' Başımı iki yana sallayarak sınıftan çıkmak için yürümeye başladım. Rüya topuklularının üzerinde seke seke yanıma geldi. ''O zaman şöyle yapalım. Benimle gel, hiçbir şey yapma.''
Hiçbir şey söylemedim. ''Yanımda olmanı istiyorum,'' diye devam ettiğinde derin bir nefes alıp durdum. Bu kızın pes etme gibi bir özelliği yoktu.
''Sen dansına odaklanacaksın. Orada olduğumu bile fark etmeyeceksin. Bir şey yapmayacaksam orada ne işim var Rüya?''
Yanaklarını şişirerek nefesini dışarı verdi. ''Of Efso! Neden bu kadar zorsun ki?'' Çarpık bir gülümsemeyle bilmiyorum der gibi omzumu silktim. Yürümeye devam ettim. Ardımdan gelen adım seslerini duymayınca omzumun üzerinden Rüya'ya baktım. Az önce bıraktığım noktada bıraktığım pozisyondaydı. Sanırım bir şey düşünüyordu.
''Rüya,'' dediğimde irkilen kız heyecanla başını bana çevirdi. ''Aklıma şahane bir fikir geldi,'' diyerek bana doğru koşturmasıyla gözlerimi devirdim. ''Benimle gel, provalarını yap. Bildiğim kadarıyla bu gün çalışmanız yok.''
Pazartesi, Perşembe ve Pazar off günümdü. Geri kalan günlerde bir yandan turnelere hazırlanıyor diğer yandan ufak çocuklara ders veriyordum. Rüya dans kulübünün sadece pazartesi olduğunu söylediğinde bir gün daha antrenman yapmanın fena fikir olmadığını düşündüm.
''Uygun kıyafetim yok.''
Rüya'nın yüzü gülümsemesiyle aydınlandı. ''Bunu tahmin ettim ve evden senin için bir şeyler getirdim.'' Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken ''Hadi gidelim,'' deyip koluma girdi ve yaşam merkezine gidene kadar kolumdan çıkmadı. Dans kulübünün nerede olduğunu sorduğumuzda bodrum katı işaret etmeleri şimdiden ölmeden mezara girmiş gibi hissetmeme neden oldu. Dans etmek bir nevi bedenin rahatlaması, ruhun özgürleşmesi içindi. Basık bir yer buna ne kadar yardımcı olabilir diye düşünerek merdivenlerden indim. Karşıma çıkan devasa büyük yerle olduğum yere çakıldım. Düşündüğümün aksine burası bodrum katta olmasına rağmen fazla ferahtı. Neredeyse iki kat yüksekliğindeki aynalı tavanı büyüleyiciydi. Ortadaki boş alanın etrafı kapılarla çevrilmişti. Sanırım bu kapıların ardında sınıflar vardı ama dışarıya ne adım sesi ne de müzik sesi geliyordu.
''Fotoğraftakilerden daha güzelmiş,'' Rüya hayran hayran etrafı inceleyerek aşağı indi. Bende son kalan birkaç basamağı inip kapıların üzerindeki tabelaları okumaya başladım. Gerçekten bütün danslar vardı. Bale bile...
Bale sınıfının kapısını açtım. Karanlık mekana birkaç adım attım. Bir anda etraf aydınlanınca irkilip birkaç adım geriledim. O sırada sırtım birine çarptı. Hafif bir iç çekme duyuldu. Panikle arkamı döndüğümde boynunda bir kart asılı olan kızın yüzünü buruşturduğunu fark ettim. Sanırım topuklularımla ayak parmaklarını berbat etmiştim.
''Çok özür dilerim,'' dediğimde kız önemli değil gibi elini salladı ama hala acı çekiyormuş gibi duruyordu. Ben hala kendimi açıklamak için bir şeyler söylerken Rüya kızın arkasında belirdi. ''Ne oluyor?'' diye sorduğunda görevli olduğunu düşündüğüm kız ''Ufak bir kaza. Sorun yok,'' dedi. Hal ve hareketleri bir sorun olduğunu fazlasıyla belli ediyordu. Rüya ile birbirimize baktık. O da benim gibi hiçbir şey anlamamıştı.
''Bale dersimiz olmadığını söylemek için gelmiştim.''
Boş bulunup ''Ha,'' dedikten sonra kızın delici bakışlarıyla kendime geldim. ''Yani neden demek istemiştim.'' Kız ezbere bildiğim balenin, küçük yaşta başlanması gerektiğini ve sonradan öğrenilemeyeceğini anlattı. Bu sınıfın fazladan olduğunu, boş kalmaması için bale sınıfı olmasına karar verildiğini, kurallara uygun olması gerektiğinde de içinin ona göre dekore edildiğini söyledi. Onun asık suratına karşı elimden geldiğince kızı gülümseyerek dinlemeye çalıştım.
''Ben bu sınıfı kullanmak istiyorum,'' Baştan aşağı beni süzen kıza bale geçmişimi anlattığımda şaşkınlıkla alnı kırıştı. Daha sonra pot kırmış gibi yüzünü buruşturup ''Aslında duruşundan balerin olduğunu anlamam gerekirdi. Kusura bakma.'' dedi.Ortam neden bu kadar gerilmişti bilmiyorum ama bu kızın bakışlarından hoşlanmamıştım. Kibar bir gülümsemeyle sorun olmadığını söyledim. O da yapmacık bir şekilde bana karşılık verdi.
''Sınıfı tabi ki kullanabilirsiniz ama isterseniz çalışmaya başlamadan önce size kulübü gezdireyim.''
* *
"Ölüyorum!"
Klasik müziğin arasındaki böğürtüyle irkilirken başımı kapının olduğu yere çevirdim. Salsa yapmak için yanımdan ayrılan kızın salça rengine bürünmüş olduğunu görmek kıkırdamama neden oldu. ''Uzun bir süre dansın 'd'sini duymak istemiyorum,'' diyerek ayaklarını sürüye sürüye yanıma gelen Rüya bir anda kendini yere attı. Düzensiz nefesleri ve ter içindeki hali gerçekten acınasıydı.
''Ne oldu?''
Yanına oturunca başını zorla bana doğru çevirdi. ''Ham vücuda bir kere de yüklenmemek gerekiyormuş,'' dediğinde gülümsedim. ''Gülme kızım ya,'' Mızmız bir şekilde yerde yuvarlanırken ''Hiçbir yerimi hissetmiyorum,'' dedi. ''İlk bir saat iyiydi ama sonraki saat...''
Dehşetle gözlerim açılırken ''Saat kaç ki?'' diye sordum. Kendi kendine söylenmeyi bırakan Rüya, uzaylı görmüş gibi bana bakmaya başladı. ''19.30 Efso. Allah aşkına 3 saattir saate bakmak aklına gelmedi mi?'' Panikle ayağa kalkarken ''Şaka yapıyorsun,'' deyip çantama doğru koştum.
''Ne oluyor?''
Rüyaya cevap vermeden çantamın içinde cep telefonumu aramaya başladım. ''Efso?'' Telefonumu elime aldığımda 18 cevapsız arama ve 10 mesaj olduğunu gördüm. Mesajların az çok kimden geldiğini tahmin ettiğim için aramalara girdim. En son arayan kişinin Atakan olduğunu görmek ilk kez beni heyecanlandırmak yerine panikletmişti. Hızla geri aramaya tıklayıp kulağıma götürdüm.
Telefon çaldı, çaldı, çaldı.
Tam açmasından ümidi kesiyordum ki aşık olduğum ses kulaklarımı doldurdu. ''Efsa neredesin sen?''
''Atakan ben telefonu duymamışım. Oku-''
''Hala okulda mısın?'' Lafı kesmesi değil de sorduğu soru afallamama neden olmuştu. Burada olduğumu sadece babama haber vermiştim. ''E-evet,''
''On beş dakikaya oradayım,'' deyip telefonu yüzüme kapattı. Bir dakika, yalnızca bir dakika kafamı toparlamak için yerimden kıpırdamadım. Rüya karşıma geçtikten sonra endişeli bir ses tonuyla ne olduğunu sordu. Bakışlarım onun yüzüyle buluştuğunda ifadesinin de sesinden kalır bir yanı olmadığını anladım.
''Unuttum,'' dediğimde kaşlarını çatan kız ''Neyi?'' diye sordu. Telefonu kulağımdan çekip saate baktım. 13 dakika kalmıştı ve ben daha duş bile almamıştım. Koşarak çantamın yanına gittim. Sağa sola saçtığım şeyleri çantama tıkarken Rüya hala ne olduğunu sorguluyordu. Çantamı koluma takıp ayağa kalkarken ''Bu akşam Ali Amca'nın doğum günü,'' derken aklıma koşan bir yelkovan gelince ''Rüya beni lafa tutma. Yeterince geç kaldım zaten,'' dedim ve soyunma odalarına doğru koşmaya başladım. Soyunma odalarının önündeki yerden temiz havlu, şampuan falan aldım. Koşarak içeri girdim. Kıyafetlerimi dolaptan çıkartırken Rüya soyunma odasına girdi. Dehşetle beni izlediğini biliyordum ama ona laf yetiştirmeye vaktim yoktu. Dolabı boşalttıktan sonra koşarak duşa girdim. Hayatımdaki en hızlı banyoya yaptıktan sonra içeri döndüm. O anda yerde gördüğüm kıyafetlerimle ufak bir sinir krizi geçirdim.
''Kim yaptı bunu?!''
Kıyafetlerimi yerden kaldırdım. Yer yer ıslanmış ve çamurlanmış olduğunu gördüğümde ufak bir çığlık attım. Saate baktığımda beş dakikadan az zamanım kaldığını gördüm. Çıkardığım seslerle havlusuna sarılmış içeri dalan Rüya ''Ne oldu?'' diye sordu. Yarım saat içinde en az 10 kez sorduğu soru yüzünden burnumdan solurken ''Biri eşyalarımı yere atmış!'' diye bağırdım. ''Her yerleri çamur. Nasıl giyeceğim bunları ben?''
Rüya yanıma gelip elimdeki eşyaları aldı. Çamurlu kıyafetlerime bakarken onun dolabının şifresini girmeye koyuldum. Ne yaptığımı sorunca yedek kıyafeti olup olmadığına bakacağımı söyledim.
''Sana kıyafet getirdim diye her şeyi düşünecek değilim.''
Dolaba sesli bir şekilde elimi geçirdim. Teneke parçasının çıkardığı ses boş soyunma odasında yankılandı. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Bir doğum gününe davetliydim ve ne hazırlanmaya vaktim vardı. Ne de üzerime giyecek bir şeyim.
''Ne yapacağım ben?'' diyerek aradaki bankın üzerine oturdum. Gözüm saate takıldı. İki dakika sonra Atakan nerede olduğumu sormak için arayacaktı. Yanıma oturan Rüya ''Benim elbisemi giy diyeceğim ama,'' deyip sustu. Onun elbisesi benim kalçamdan geçmezdi. Yine de böyle bir şey teklif ettiği için teşekkür ettim. Elimde sadece giyebileceğim bale yaparken ki siyah tayt ve siyah bady vardı.
''Eve gidip hazırlansan olmaz mı?''
Başımı hayır anlamında salladım. Doğum günü saat sekizde başlayacaktı ve benim telefonu duymamam yüzünden zaten yeterince geç kalmış olacaktık. Allah'ım nasıl böyle bir geceyi unuturum ben ya?
Telefonum titremeye başladı. Panikle ekrana baktığımda Atakan'ın ismini gördüm. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarparken telefonu açmakla açmamak arasında kaldım. Bu araf yüzünden boşuna zaman kaybettiğimi anladığımda hızla üzerimi giyinmeye başladım. Saçlarımı taradıktan sonra ellerimle karıştırıp kurumaya bıraktım. Atakan 3. Kez beni ararken makyaj yapacak vaktimin kalmadığını anladım. Hızla ayağıma topuklu botlarımı geçirdim ve eşyalarımı Rüya'ya bırakarak çantamı alıp soyunma odasından çıktım. Koşar adım merdivenleri tırmanırken nefes nefese kaldığımı hissediyordum. Parfüm sıkmadığım aklıma geldiğinde çantamı kurcalamaya başladım. Atakan tekrar tekrar beni ararken elime geçen parfümü üzerime sıktım.Binadan dışarı çıkarken çantamın içine attığım telefonu arıyordum. Bir anda sert bir göğse çarpmam ve geriye doğru düşerken belimden bir elin kavraması bir oldu. Korkuyla gözlerimi kapattığım için beni düşmekten kurtaran kişinin kim olduğunu bilmiyordum ama birkaç saniye içinde beni saran kokuyla bu kişinin Atakan olduğunu anladım. Gözlerimi yavaşça araladım. Atakan'la burun buruna olmamız üzerimdeki gerilimi bambaşka bir duyguya dönüştürmüştü. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Gözlerimi Atakan'ın gözlerinden ayıramıyordum. O ise yüzünü inceliyor gibiydi. Şaşkın mıydı? Sanki biraz. Nefesi yüzüme çarptıkça içimdeki bir şeyler harekete geçiyordu. Hele belimdeki eli... Dokunduğu andan itibaren tüm vücuduma bir sıcaklık dalgası yayılıyordu.
''Doğal görünüyorsun?''
O ne demekti şimdi? Atakan ayaklarımın yere bastığına emin olduktan sonra benden ayrıldı. ''Bu kötü bir şey mi demek?'' diye sorduğumda hafifçe gülümseyen çocuk başını hayır anlamında salladı. ''Eski Efsa'yı görmek güzel.'' Güzel mi demişti o? Atakan Soylu, Eski Efsa'yı gördüğü için memnun mu olmuştu? Doğal olan, abartıdan uzak Efsa'yı. Yeni imajımı gördüğü ilk andaki ifadesi gözlerimin önüne geldi. Yadırgamıştı. Belki de biraz iğrenmiş... Daha sonra benden köşe bucak kaçmasını şimdi anlıyordum. Etrafındaki kızlara benzeyerek onun dikkatini çekeceğimi düşünürken, sevdiğim adamı kendimden daha çok uzaklaştırmıştım. O da bulduğu ilk doğal kıza, gönlünü kaptırmıştı işte. Her şey için geç miydi? Özüme dönsem, Atakan'la aramdaki ilişkide eskisi gibi olur muydu?
Denemekten hiçbir şey kaybetmem.
''Böyle düşündüğünü de bilmek güzel.'' dediğimde saatine bakan çocuk ''Geç kaldık. Hadi,'' diyerek arkasını dönüp yürümeye başladı. Bende az önceki iltifatın etkisiyle rüyadaymışım gibi peşinden ilerledim.
* *
Aslında uzun olması gereken yol, Atakan'ın son sürat araba kullanmasıyla yarıya düşmüştü. Atakanların gösterişli villasına geldiğimizde derin bir nefes aldım. Şu anda dünyanın en mutlu insanı olmam gerekirken gergindim. Hem geç kalınmasından nefret eden bir adamın doğum günü partisine geç kaldığım için, hem de kıyafet bakımından uygunsuz olduğum için.
Atakan her zamanki şıklığıyla arabadan indi. Bense tedirgin bir şekilde kapıyı açtım. Oğlu beni doğalken güzel buluyor olabilirdi ama kıyafetim bir doğum günü partisi için uygun sayılmazdı.
''Efsa yeterince geç kaldık.'' Atakan'ın uyarısıyla düşüncelerimden ayrıldım. Artık yapacak bir şeyim yoktu. Sonuçta olmuşla ölmüşe çare bulunmazdı. Arabadan indim ve üzerimi düzeltip Atakan'ın peşinden ilerlemeye başladım.
''Hoş geldiniz Atakan Bey''
Kapıyı açan hizmetçi beni baştan aşağı süzerken ''Hoş geldiniz Efsa Hanım,'' diye devam etti. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Üzerimdeki baskı bir tık daha arttı. Umarım partidekiler beni saygısız olarak adlandırmazdı.
Sevdiğim çocuğun peşinden büyük salona geçtik. Bu havada bile şömine keyfi yapan babamların konuşmaları bizi görmeleriyle kesildi. Herkes şaşkınlıkla bizi daha doğrusu beni inceliyordu. İşte şimdi yerin yarılmasına ihtiyacım vardı. Hayatımda hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyordum. Kimseyle göz göze gelmemek için başımı öne eğdim.
''Efsacığım,'' Bana doğru gelen kişinin Suna Teyze olduğunu anlayınca başımı kaldırdım. Kadın sanki hayatının şokunu yaşıyormuş gibi bana bakıyordu. ''Hoş geldin,'' diyerek bana sarılan kadına cılız bir sesle ''Hoş bulduk,'' diye cevap verdim. Gülümseyerek benden ayrıldı. ''Seni böyle görmek çok hoş,'' dediğinde bana cevap hakkı doğduğunu anlarken ''Imm şey,'' deyip dalgalı saçlarımı kulağımın arkasına attım.
''Ben baledeydim ve zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Telefonumda sessizdeydi. Aramaları duymadım. Hazırlanmak için vaktim kalmayınca da...'' Suna Teyze kolumu okşayarak ''Sorun değil. Sen her halinle güzelsin,'' deyince içten bir şekilde gülümsedim.
''Bence şu anda güzel değil.''
İşte bu, belaya bodozlama girmek gibiydi. ''Hasta gibi duruyor,'' diyen Pera'nın iğrendiğini belli eden suratına yapmacık bir tebessüm gönderdim.
''Pera çok ayıp.''
Omuz silken kız aynı şekilde bana bakmayı sürdürürken ''Pera haklı Suna Teyze,'' dedim. ''Bazılarımız onun kadar şanslı olamıyor maalesef.''
"Bunun şansla alakası yok ki. Genç yaşta yüzünüze sürdüğünüz fondöten ve pudraların eseri bu hastalıklı cilt. Makyaj yapacağına bakım yapsaydın bunlar başına gelmezdi."
Seni küçük çıyan demek istesem de sadece gülümsedim. ''Kızım,'' Bakışlarım babama kaydı. Elindeki şarap bardağını dikkatlice sehpaya bırakan babam tam bir centilmen edayla ayağa kalktı. Bana doğru gelirken yüzünde duyguların dans ettiğini fark ettim.
''Babacığım,'' deyip durumu kurtarmak için gülümsemeye çalıştım. ''Seni alıştığım şekilde görmek güzel ama yüzün solgun gözüyor. Hasta mısın?'' Pera alaycı bir ifadeyle gülümserken ''Aklın yolu bir,'' deyip Atakan'ın yanına gitti. Pera, Atakan için zayıf noktaydı. Atakan'ı kalbinden vurmak istiyorsam doğallığın yanında kardeşiyle de iyi geçinmeliydim. Bu cadıyla ne kadar geçinebilirsem işte...
''İyiyim babacığım. Dansa dalınca saati unutmuşum. Sizi daha fazla bekletmemek içinde olduğum gibi geldim. Bu aralar beni sürekli makyajlı gördüğün için, solgun gelmiş olabilirim.''
''Herkes geldiğine göre geç de olsa sofraya geçebiliriz ha?''
Erkeksi, kalın ve boğuk ses tüylerimi diken diken yapmıştı. Ali Amca misafirlerini büyük yemek masasına davet etti. Babam sırtımı sıvazlarken ''Hadi'' der gibi başıyla masayı işaret etti. Utana sıkıla yürüyüp masadaki yerimi aldım. Ali Amca'yla kısa bir an gözlerimiz kenetlendi. O da bu halimden memnun olduğunu belli eden bir şekilde gülümsedi. Kafam allak bullak olmuştu. Herkes bu gece için özenmişken, ben basit bir şekilde gelmiştim ama hiçbiri yadırgamamış, hatta bu halimden mutlu olmuşlardı. Sanırım yeni yarattığım imaj kimsenin hoşuna gitmemişti. Yemek servisi başladı. Kısa bir an sonra babamlar kendi aralarındaki sohbete kaldığı yerden devam etmeye başladılar. Atakan da babasının zoruyla muhabbete katılmaya çalışıyordu. Hoş kendi burada olsa da aklı başka yerde gibi duruyordu.
Beklemediğim bir anda bacağıma yediğim darbeyle iç çektim. Masadakiler bana doğru dönünce ''Ayağıma kramp girdi,'' diye yalan atıp özür diledim. Küçük cadıya öldürücü bakışlar attım. O ise şeytani bir gülümsemeyle bana karşılık verdi. Tekrar bir darbe almamak için ayağımı geriye doğru çektim. Üzerimde hissettiğim bakışlarla elverdiğince karnımı doyurdum. Ara ara gözlerimi Atakan'a çeviriyor, ruhumunda doymasını sağlıyordum. Bir anda önüme atılan peçeteyle irkilirken Pera'ya döndüm. Ne oldu der gibi başımı sallayınca işaret parmağıyla ona doğru yaklaşmamı söyledi. Nedense burnuma güzel kokular gelmiyordu. Yine de öne doğru eğildim.
''Kedinin ciğere baktığı gibi abimi izlemekten vazgeçmezsen, satanist olurum.''
Duyduğum şeyle dehşete kapılsam da kahkahama engel olamadım. Bacak kadar veletin beni tehdit etmesi kadar komik bir şey yoktu.
''Siyahlar sana çok yakışacaktır.''
''Sana da kefen beyazı.''

ANA DİLİM AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin