Ana Dilim Aşk 1 ❤ 13

86.8K 3.5K 485
                                    


EFLAL

Tepemde öten alarma sağa sola dönerken bir anda duraksadım. Yatakta mıydım ben? Gözlerimi hızla açtığımda tanıdık bir tavan beni selamladı. Odamdaydım. Nasıl? Başımı Hayal'e çevirdim. Mışıl mışıl uyuyordu. Gece bıraktığım gibi...
Herşey olağandı.
Rüya mı görmüştüm? Gece Mert'in gelmesi, arabayla gezmemiz hepsi birkaç saniyelik rüyadan mı ibaretti. Düşündüm. Rüya olması imkânsızdı. Rüzgârı hala tenimde hissedebiliyordum. Peki buraya nasıl gelmiştim? En son şarkıya eşlik ederken göz kapaklarımın ağırlaştığını hatırlıyordum. Sonrası kayıp. Allah'ım yine mi uyuyakalmıştım ve Mert'e kendimi taşıtmak zorunda bırakmıştım.
Yataktan doğruldum. Ayağıma terliklerimi giydiğim gibi soluğu Mert'in odasında aldım. İçeride yoksa hayatımın en güzel rüyasını görmüştüm ve neyse ki yine koca cüssemi taşıtmak zorunda kalmamıştım ama içerideyse...
Kapıyı tıklattım. Ses gelmeyince kapıyı güçlükle açtım. Yine penceresini açık bırakmıştı ve rüzgar benim sessizce içeri girmemem için elinden geleni yapıyordu. Ürperdim. Sabah ayazı odayı kışa çevirmişti ama Mert yine üstsüz yatıyordu. Bu çocuğun içinde kesinlikle patlamaya hazır bir volkan vardı. İşin kötüsü bu halleri beni yakıyordu.

Alev alev yandığım doğru...

Bir anda aklımda gece çalan ve garip hissettiren şarkının sözleri belirdi. Konu Mert'ken içimi sıcacık bir şey kaplıyordu. Hele bu halleri... Allah'ım hormonlarıma sahip çık. Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimden ayrıldım. Uyku sersemi iyice saçmalıyordum. Mert'in başucuna doğru yürüdüm. Rüya falan değildi işte. Neden hala buradaydım ki?
Sanki birinin varlığını hissetmiş gibi bana sırtını döndü. Gözlerim bronz teni ve kusursuz kaslarında dolaşırken daha hızlı soluk alıp verdiğimi fark ettim. Üzerimde neden böyle bir etki bıraktığını anlamıyordum ama şu anda cam açık olmasına rağmen nefes alamıyor gibi hissediyordum. Ellerimi yanaklarıma götürdüm. Olması gerekenden kat kat sıcaktılar. Gitmem gerekiyordu ama ben ayaklarımdan yere çivilenmiş gibi kıpırdayamıyordum. Bir anda telefona gelen mesajla irkildim. Mert hafif bir kıpırtı harici tepki vermedi. Gözlerim ikili yatağın diğer tarafında duran telefona kaydı. Acaba sabahın köründe mesaj atan kimdi? Parmak uçlarımda yükselip telefonun ekranını görmeye çalıştım. Tam o sırada ekranın ışığı söndü. Şansıma lanet ederken ayaklarımın üzerine bastım. Tekrar mesaj gelen telefonun ışığı yanınca gözlerim kısıldı. Bir dakika içinde ikinci kez mesaj atacak kadar sabırsız olan kişi yalnızca bir kadın olabilirdi ya da acil ve önemli bir şey olmuş olabilirdi ama öyle bir anda mesaj atmak yerine aramak daha hızlı çözüm olmaz mıydı?
Işık söndü ve tekrar yandı. Üçüncü mesaj. Kesinlikle bir kadındı. Kıskançlığın hayalet parmakları ruhumda dolanıyor, kalbimi var gücüyle sıkıyordu. Mert'i biriyle paylaşıyor olma düşüncesi bile aklımı kaçıracakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Dördüncü mesajla daha fazla dayanamayacağımı anladım. Bir dizimi yatağa dayayarak, Mert'in üzerinden telefona doğru uzandım. Başaramayınca iki dizimle yatağın üzerine çıktım ve tek elimle yataktan destek alarak tekrar denedim. Sadece Twister oyununda görebileceğimiz bir pozisyonda dururken kolum titremeye başladı. Hala telefonu alamamıştım ve biraz daha zorlarsam...
''Eflal,''
Mert'in uykulu ama bir o kadar da şaşkın sesi elimi kolumu boşalttı. Titreyen kolum beni daha fazla dengede tutamayınca dirseğimi sert bir yere çarparak Mert'in üzerine düştüm. Saniyeler içinde bir inleme sesi odayı doldurdu.
"Çok... Çok özür dilerim."
Üzerinden kalkmaya çalışırken ellerimin çarşafta kaymasıyla tekrar kendimi Mert'in üzerinde buldum. ''Eflal!'' diye kükremesiyle özür dileyerek doğrulmaya çalıştım. Tam başardım derken dengemi tutturamadım. Tekrar Mert'in üzerine düşmemek için kendimi geriye doğru atınca popomun yerle buluşması kaçınılmaz bir son oldu. Gözlerimin önünde şimşekler çaktı sanki. Acı dolu bir çığlık dudaklarımdan kaçarken kapının açıldığını duydum.
"Ne oluyor lanburada?''
Eren'in odaya girmesine mi yanayım yoksa popomun iş göremez raporu alacak bir darbe almasına mı bilmiyordum. İç çekerek popomu ovuşturmaya başladım. "Eflalsenin burada ne işin var? Mert sen niye sırtını tutuyorsun? Ne oluyor lan burada?!"
Gözlerimi araladım. Yataktan doğrulmuş olan Mert elini sırtında bir yere bastırıyordu. Yoksa düşerken ayağımın çarptığı şey yatak değildi de Mert miydi? Allah kahretsin.
Doğu kollarımdan tutup beni ayağa kaldırmaya çalıştı. Popom o kadar sert çarpmıştı ki sanki bacaklarımı hissetmiyordum. ''Çıkın dışarı.'' Sızlanmayı kesip kaşlarını çatmış olan Mert'e baktım. Sırtını ovalamayı bırakıp kapıyı işaret ederken ''Size dışarı çıkmanızı söyledim,'' dedi. Ters tarafından kalkmak sanırım buna deniyordu. Doğu'ya tutunarak yürümeye çalışırken ''Eflal tek bir adım daha atma,'' dedi. Doğu'yla birbirimize baktık. Sanırım çanlar benim için çalıyordu. ''Hakkını helal et,'' dediğimde gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran çocuk ''Helal olsun kardeşim,'' dedi ve beni bırakıp Eren'in peşinden odadan çıktı. Kapının yüzümüze kapanmasıyla ortam ölüm sessizliğine büründü. Mert benim profilimi, ben korkudan kapıyı izliyordum.
''Sabah sabah odamda ne arıyorsun?''
Ürperdim. Aramızdaki soğuk hava dalgasını hissetmemek için salak olmak gerekirdi. ''Pardon sabah sabah üzerimde ne arıyorsun diye sorsam daha iyi olur sanırım.'' İşte şimdi faka basmıştım. Ne diyecektim? Telefonuna mesaj geldi, kadın olacağını düşünüp kıskandım. Senden gizli mesajı okuyacaktım mı diyecektim?
''Bana bak!'' diye bağırdığında irkildim. İstemeye istemeye ona doğru yavaşça döndüm. Bu sırada da beni kurtaracak bir yalan düşünmeye çalıştım. Tek kaşı havada olan çocuk, kollarını sıkı bir şekilde göğsünde bağlamıştı. Gözlerimi balon gibi şişmiş kol kaslarından ayıramayınca başımı iki yana sallayarak yalanıma odaklanmaya çalıştım.
''Sabah yatağımda uyanınca... Yani akşam arabayla gezdik sonuçta ama... Rüya mı değil mi emin olamadım. Ondan odana geldim.'' Mert'in yüzünde mimik kıpırdamadı. O bana böyle bakarken nasıl yalan söyleyecektim ki...
''Neyse işte, odana geldim... Baktım uyuyorsun. Cam açık. Üşürsün diye...''
Bana inanmadığı her halinden belli olan çocukla pes edip nefesimi dışarı üfledim. Bu şartlar altında yalan söyleyemeyecektim. ''Ya of tamam. Odana geldim. Telefonuna mesaj geldi. Bir dakika içinde dört tane! Ne kadar meraklı olduğumu biliyorsun. Ben de kim aradığına bakmak için telefonu almaya çalıştım. Sonrasını biliyorsun.''
Mert ifadesini bozmadan birkaç saniye yüzüme baktı. Kızgın mı değil mi emin olamazken beklemediğim bir anda kahkaha atmaya başladı. Yüzüme patlayan kahkahayla irkilip hafifçe geriye kaçtım.
''Burnunu her şeye sokmamayı ne zaman öğreneceksin Eflal Bozan?''
Kahkahaların arasında söylediği şey suratımı asmama neden oldu. Adam keyifliyken bile bana laf sokmayı ihtimal etmiyordu. Omuz silkip trip attığımı belli edercesine arkamı döndüm. Kapıya doğru birkaç adım atmıştım ki, kolumu tutan Mert tarafından durduruldum. Beni yavaşça kendine doğru çevirdi. Onun keyifli hali daha fazla sinirimi bozmasın diye başımı öne eğip bekledim. Hareket ettiğini duyuyordum ama ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Bir anda görüş alanıma Mert'in cep telefonu girdi. Kaşlarımı çatarak başımı kaldırdım. Mert bakışlarıyla telefonu tutmamı işaret ederken ''Bak bakalım kim mesaj atmış,'' dedi. Beni mi deniyordu mu çocuk?
''Gerek yok.'' Elimin tersiyle telefonu ittim ama Mert elimi çekemeden kavrayıp avucumun içine telefonu koydu. ''Sırtımı dağıtacak kadar merak ettiğin kişiyi öğrenmeden buradan çıkamazsın.''
''İstemiyorum.''
''İstediğini ikimizde iyi biliyoruz. Hadi.''
Çatık kaşlarımla bir süre daha Mert'e baktım. Bakışlarıyla tekrar telefonu işaret edince başımı eğdim. Avucumun içinde telefonun ekranında parmaklarımı gezdirirken hala mesajı atan kişiyle yüzleşip yüzleşmeme arasında gidip geliyordum. En sonunda merakıma yenik düşüp telefonu açtım. Karşıma içeri gizlenmiş mesajlar çıktı. Tuş kilidi vardı ama en azından mesajı atan kişinin Cenk olduğunu görebilmiştim. Bir kadın olmaması rahatlamama neden oldu.
''Şifresi 1425''
Bakarsam meraklı olduğumu bir kere daha kanıtlamış olacaktım. Ayrıca arkadaşının attığı mesajların içeriğini merak etmiyordum. Bu yüzden ''İlgilenmiyorum,'' deyip onun yaptığı gibi telefonu avucunun içine koydum.
''Uykunu böldüğüm için özür dilerim.''
Mert'in şaşırdığını belli edercesine tek kaşı havalandı. Uykusuzluktan kızarmış olan gözleri kısıldı. Bugün için, akşam işe gidene kadar uyuyacağını söylediği aklıma geldi. Daha fazla onu uykusundan mahrum etmemek için ''İyi uykular,'' deyip odadan çıktım.
* *
''Jül Sezar Rubicon'ı geçtiğinde bunun ne anlama geldiğini biliyordu.''
Seçmeli derste neden mitoloji seçtiğimle ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Tarihten nefret ederdim ama nedense hiçbir dersini kaçırmazdım. Şu anda olduğu gibi...
Belki de beni cezbeden sadece hikayelerdi. Tarihle ilgisi olmayan efsaneler. ''Orduyu İtalya topraklarına geçirmek vatan hainliği olarak değerlendirildi. Roma senatosu, Sezarın gücü be popülerliğinden dolayı tedirgindi. Onu kontrol altında tutmak istiyorlardı. Gördüğünüz gibi Roma için savaş kazanmasında, Kelt ve Cermen kavimlerini fethetmesinde sorun yoktu ama onun aşırı zengin ve popüler olmasını istemiyorlardı ve olan tam anlamıyla buydu. Buna Jül Sezar'ın kendi siyası hırsını da ekleyin. İç savaş kaçınılmazdı.''
Hoca amfinin önünde volta atarken gözlerini öğrencilerinden ayırmıyordu. Sınıfı kontrol ettiğimde pür dikkat hocanın ağzından çıkanları not aldıklarını gördüm. ''Sezar'ın üst mevkilerde dostları vardı. Sağda solda dolandılar. Bazılarının kulağına su kaç-'' Beklemediğim bir anda telefonum titreyince irkildim. Hocayı kontrol ederek telefonu çantamdan çıkardım ve gelen mesaja baktım.

Gönderen: Serkan Hoca
Eflal, uygun olduğunda odama uğrar mısın?


Nedense kendimi kötü hissetmiştim. Yanlış bir şey mi yapmıştım. Aklım tüm hızıyla çalışmaya başladı. Geçen günleri düşündüm. Verdiği görevleri eksiksiz yerine getirdiğimi biliyordum. Çünkü tekrar tekrar kontrol etmiştim. Yine de bir kere daha düşünüp, hocanın beni azarlayabileceği bir yer olup olmadığını bulmaya çalıştım. Dersin bittiğini herkesin ayaklanmasıyla anlarken saate baktım. Son 15 dakikanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Hızla eşyalarımı toparlayıp ayaklandım. Elimden gelen en hızlı şekilde hocanın odasına vardım. Koşmaktan nefes nefese kalmıştım. Endişedense birazdan kusacakmışım gibi hissediyordum. Derin bir nefes alıp sesli ve sert bir şekilde verdikten sonra kapıyı tıklattım ve yavaşça açtım. Serkan Hoca'yı yerinde göremeyince içeri girmekle girmemek arasında kaldım ama tam o sırada arkamda bir ses belirdi.
''Geldin mi?''
Boş bulunup irkildim. Arkamı döndüğümde elinde kocaman bir koli olan Serkan Hoca'nın bana doğru geldiğini gördüm. Sanki kutudaki şey ağırdı. Odasına rahatça girebilmesi için kapıyı açıp yolundan çekildim. Sıcak bir gülümsemeyle teşekkür eden genç adam içeri girdi. Kucağındaki koliyi kağıtlarla dolu masanın kenarına, diğer dört kutunun yanınailiştirdi. Kapıyı kapatmak için yeltendiğimde ''Kapatma,'' diyen adam bana doğru yürüdü ve odadan çıktı. Nereye gittiğine bakmak için başımı dışarı uzattım. Üst üste koyduğu iki koliyi ustaca taşıyan birine doğru gittiğini görünce kaşlarımı çattım. Bu kutuların içinde ne vardı ki?
''Başka koli kaldı mı?''
Serkan Hoca üstteki koliyi kucaklayınca, güçlü kişinin yüzü açığa çıktı. ''İki tane daha var hocam.'' Şaşkın bir ifadeyle dudaklarım aralandı. Atakan, hocanın peşinden ilerlerken beni fark etti. Gözlerindeki ifade anında donuklaşmıştı. Bu çocuğun ne derdi olduğunu bilmiyordum. Bir anı bir anını tutmuyordu. Önce hocanın asistanlığına aday olmuştu. Birkaç saniye sonra geri çekilmişti. Şimdi hocaya yardım ediyordu ama sanki beni gördüğüne rahatsız olmuştu.
Kapının önüne çakılmış gibi hissediyordum. İkisi içeri girip kucağındaki büyük kutuları diğerlerinin yanına bıraktı. ''Ben diğerlerini de getireyim.''
''Teşekkür ederim Atakan.''
Atakan benimle göz teması kurmadan odadan çıktı. Aramızdaki soğuk hava tüylerimi diken diken yapmıştı. Koridorda gidişini izlerken ''İçeri girsene Eflal,'' diyen Serkan Hoca'ya bakışlarımı çevirdim. Kutulardan birini masanın üzerine koymuş, kapaklarını açıyordu. Ürkek adımlarla yanına ilerledim. Kutunun içindeki kağıt tomarını görünce gözlerim yuvalarından çıkacak gibi açıldı. Bu şaşkınlığımı fark eden hoca bıyık altından gülümsedi.
''Bunlar, geçen yıllarda yapılan sınav kâğıtları.'' Serkan Hoca eline aldığı bir kağıda göz gezdirdi. ''Hatta çoğu kağıdın sahibi de mezun oldu.'' Başka bir tanesini daha eline alıp inceledi. Merakla konuşmasını devam etmesini bekliyordum. ''Yani çöp,'' diyerek elindeki kağıtları diğerlerinin yanına bıraktı.
''O zaman neden çöpe atmayıp odanıza getirdiniz?''
Belli belirsiz gülümseyen adam, koliyi kucaklayıp eski yerine koydu. ''Çünkü üniversitenin kurallarına göre 10 sene boyunca bu kağıtları arşivde saklamak zorundayız.'' Toplantı masasına dönüp üzerindekileri toparlamaya başladı. ''Herhangi bir sorunda elimizde kanıtımızın olması için.'' Yardım etmek için birkaç kitabı elime aldığımda minnetle bakıp gülümsedi. ''Benden 2010-2011 yılında profesörün yaptığı bir sınav kağıdını bulmamı istediler.'' Kaşlarım çatılırken gözlerim üst üste duran kolilere kaydı. ''Ve maalesef ki kağıtların hepsi karışık bir halde.''Bu kadar kağıdın içinde yalnızca bir tanesini mi arayacaktı yani?
''Samanlıkta iğne aramak daha kolay olurdu.''
Çarpık bir şekilde gülümseyen adam bana katılırcasına başını salladı. ''Ama aramak zorundayız.'' Birinci çoğul eki mi kullanmıştı o? ''Pazartesi kurul toplanacak ve profesörün elinde belge olması gerekiyor-''
''Neden?''
Konuşmasını sorumla kesince birkaç saniye duraksadı. SalakEflal. Karşındaki arkadaşın mı da sözünü kesiyorsun?!Yaptığım terbiyesizlikten dolayı özür dilediğimde sorun olmadığını belli edercesine başını salladı. ''O dönemde okuyan biri şikayet de bulunmuş, detayları bilmene gerek yokEflal. Sadece kağıdı bul yeter.'' Sesindeki ima daha da utanmama neden olurken başımı tamam anlamında salladım. ''Buluruz hocam. Önümüzde koskoca üç gün var.''
''Yarın sabah elimde olmalı.''
Bir Serkan Hoca'ya bir arkasındaki kolilere bakarken ''Yarın mı?'' diye sordum. O sırada kucakladığı iki koliyle Atakan içeri girdi. Serkan Hoca apar topar yanına gidip üstteki koliyi aldı. Teki bile ağır duruyordu. Bu çocuk ikisini nasıl taşıyabiliyordu? Hoş bende de o kadar kas olsa bende taşırdım.
''Eflal kapıyı kapatır mısın?''
Adımı duymamla düşüncelerimden ayrıldım. Başımı tamam anlamında salladıktan sonra koşup kapıyı kapattım. Arkamı döndüğümde kolilerin diğerlerinin yanında yerini aldığını gördüm. Allah'ım işimiz gerçekten çok zordu. ''Atakan seni çok yordum ama bana bir konuda daha yardımcı olur musun?''
Yok artık. Arama timinde bu kasıntıda mı olacaktı?
''Ne konuda hocam?''
Serkan Hoca bana anlattığı gibi olanların özetini Atakan'a aktardı. Dikkatle dinleyen çocuk memnuniyetle yardım edeceğini söyledi ama unuttuğu bir şey vardı. Bunu da masanın yanına gitmemle fark etmiş gibi kaşları çatıldı. Benden neden hoşlanmıyordu ki. Tamam ilk günler biraz tersleşmiş olabiliriz ama...
''Eflal'le beraber bu işin altından kalkacağınızı düşünüyorum. Eğer dersiniz varsa girin. Ben o sırada birkaç koliyi bitiririm.''
''Benim dersim yok hocam.''
''Ben de girmesem de olur.''
Serkan Hoca minnet dolu tebessümüyle teşekkür etti. ''O zaman başlayalım ha?''
* *
Arama işlemi sandığımızdan da yavaş ilerliyordu. Bunun nedeni benim dâhiyane fikrim olabilirdi; 'Bir daha böyle bir sorun yaşamamak için, hazır hepsine bakıyoruz bari koyarken tarihlerine göre düzenleyelim.'
Bok vardı da böyle bir fikir ortaya atmıştım. Bunlarda da akıl mı yoktu, benim salak teklifimi kabul etmişlerdi. Hava kararmak üzereydi ve biz ancak ikinci koliye geçmiştik. Kafeye gidemeyeceğimi anlayınca Serkan'a mesaj atmıştım. Kafam o kadar doluydu ki, o da Serkan Hoca'ya gitmiş ve benim eziyet çektiğimi belli eden mesajımı tebessümle okumuştu. Yerin yarılmasını içine balıklama atlamayı hayal etmiştim. Hiçbir şey söylemeden telefonu bırakması daha da utanmama neden olmuştu. Bu adam neden bu kadar anlayışlıydı?
Ulaşması gereken mesajı asıl sahibine tekrar attıktan sonra çalışmaya devam ettim. Birkaç saat içinde odanın içi mayın tarlası gibi olmuştu. Kağıt tomarlarının arasından geçebilmek için ip cambazından daha usta olmak gerekiyordu. Yine de açılmayı bekleyen dört kolimiz daha vardı.
Oturarak hızlı olamadığım için saatlerdir ayaktaydım. Çok yorulmuştum. Eğilip kalkmaktan belim başta olmak üzere her yerim ağrıyordu. Hocayı şikayet eden öğrenciye bildiğim tüm küfürleri sıralamıştım. Bir an önce o lanet olasıca kağıdı bulup, odayı düzene sokup evime gitmek istiyordum. Öte yandan çok acıkmıştım. Midemden gelen sesleri bastırmak için öksürüyordum ve olmayan öksürüğüm yüzünden de boğazım ağrımaya başlamıştı. Birkaç kere ara vermeyi teklif etmek istemiştim ama o kadar seri çalışıyorlardı ki bu hızlarını kaybetmemeleri için sustum. Yakında kağıtlardan birini yersem şaşırmayacaktım.
''Kahretsin.''
Serkan Hoca'nın panikle ayağa kalktı. ''Çocuklar siz devam edin. Benim bir telefon görüşmesi yapmam lazım.'' Bize bakmadı. Cevap bile vermemizi beklemedi. Telefonu aldığı gibi yerdeki kağıtların üzerinden atlaya zıplaya odadan çıktı. Kapının kapanmasıyla derin bir nefes aldım ve kendimi sandalyelerden birine bıraktım. Yorulduğumu bir kat daha hissetmiştim. Atakan ara vermeden kağıtlara bakmaya devam etti. O da benim gibi saatlerdir ayaktaydı ama en ufak bir yorgunluk belirtisi göstermiyordu. Bir süre onun ciddi bir ifadeyle çalışmasını izledim. Ona baktığımın farkındaydı ama öylesine farkında değilmiş gibi davranıyordu ki sanki varlığımdan bile bi haberdi.
Kapının açılmasıyla irkildim ve panikle ayağa kalktım. Neyse ki hoca beni fark edemeyecek kadar telaşlıydı. ''Çocuklar,'' diyerek kağıtların arasından geçip yanımıza geldi. ''Benim acilen çıkmam gerekli.''
''Bir sorun mu var Hocam?''
Hele şükür yaptığı işe ara vermeyi akıl etmişti Atakan Bey. ''Evet ama halledilmeyecek bir şey değil. İsterseniz sizde çıkın. Ben döndüğümde kaldığımız yerden devam ederim.'' Gözlerimi odanın içindeki kargaşada ve daha açılmayı bekleyen kolilerde gezdirdim. ''Hocam daha aradığımız kağıdı bulamadık ki. Üstelik burası savaş alanı gibi. Tek başına altından kalkamazsınız.''
''Biliyorum ama etrafı toparlayacak vaktim yok.''
Sanırım gerçekten önemli bir sorun vardı. ''Serkan Hocam,'' diyen Atakan'a bakışlarımızı çevirdik. ''Siz gidin. Ben devam ederim. İşinizi hallettiğinizde de gelirsiniz.'' Şuna bak ya! Yerimde gözü mü var ne? Hocanın asistanı o mu ben mi?!
''Ne münasebet canım. Asıl sen git. Ben hallederim.''
Geldiğinden beri ilk kez benimle göz teması kurdu ama kurmasa daha iyi olurdu demeden kendimi alamadım. Neden bu kadar sinirliydi ki? ''Çocuklar gerçekten çok teşekkür ederim ama yeterince sizi yordum. Devamını kendim hallederim.'' Bakışlarını benden hocaya çeviren Atakan ''Ben yorgun değilim. Devam edebilirim,'' dedi. Meydan okurcasına gözlerimi kıstım. Aklı sıra beni saf dışı bırakacaktı ha? Serkan Hoca'ya dönüp ''Bende yorgun değilim hocam,'' dememle Atakan'ın tıslar gibi gülmesi bir oldu. Kaşlarımı çatarak kusursuz profilini izlemeye başladım.
''Tamam o zaman. Anahtar kapının üzerinde. Bir yere gitmeye kalkarsanız kapıyı mutlaka kilitleyin. Ben elimden geldiği en hızlı şekilde yanınıza döneceğim. Bir sorun çıkarsa da mutlaka arayıp haber verin.''
Hoca tembihlerini hızla sıralarken toparlandı ve ışık hızını kıskandıracak şekilde odadan ayrıldı. Kısa bir an bile olsa onu bu derece telaşlandıran şeyin ne olduğunu düşündüm. Daha sonra burnumu her şeye sokmama gerektiğini hatırlattığını anımsadım. Tekrar işime dönmek için gözlerimi kapıdan ayırdığımda Atakan'ın beni izlediğini gördüm. Gözlerini çekmedi. Sanki her hücremi inceliyormuş gibi bana dik dik bakıyordu. Ürperdim. Bu çocuğun yakışıklılığının altındaki soğuk yapısı, bana böyle baktığında daha çok ortaya çıkıyordu.
''Bir,'' Sesimin çatallı çıkmasıyla boğazımı temizledim. ''Bir sorun mu var?'' Tek kaşı hafifçe seğirdi. Sanki söylemek istediklerini yanağını dişleyerek engellemeye çalışıyordu. Bir anda engellemek için öksüremediğim gürültü sessizliği böldü. Gözlerimi kapatıp midemin kendi kendini imha etmesi için dua ettim. Yüzüm ısınmaya başladı. Kapı kapanma sesiyle irkilirken gözlerimi açtım. Atakan yoktu. Mide gurultusu yüzünden odayı mı terk etmişti yani? Açlık nedir biliyor muydu acaba o zengin budalası!
Arkamı döndüm. Kolinin içindeki kağıtları elime aldığım gibi bıraktım. Nedense çok sinirlenmiştim. Sanki benim elimde olan bir şeydi. Sabahtan beri ağzıma tek bir lokma koymamıştım ve saatlerdir midemin çıkardığı acınası sesleri duymayın diye kırk takla atıyordum. Çocuk resmen duyduğu gibi kaçmıştı ya. Bütün bu işleri de üzerime yıkmıştı. Kesin hoca gelmeden gelir, bütün işleri kendinin yaptığını söylerdi. Uyuz!
''Uyuz!'' diye bağırmamla ellerimi ağzıma bastırdım. Ne yapıyordum ben ya? İç sesimin gazına gelip bağırıp çağırmam kusur kalmıştı. Gözüm duvardaki saate takıldı. Bu işler tek başına sabaha kadar sürerdi. Sanırım evdekilere haber versem iyi olacaktı. Etrafa bakınıp telefonu nereye koyduğumu hatırlamaya çalıştım. Bir tomar kağıdın altından çıkan telefonumu elime aldım. Mert'i aramayı düşündüm ama o zaten şu anda kulüpte çalışıyordu. Boşuna aklının bende kalmasına gerek yoktu. Hayal'e mesaj atmaya karar verdim. Nasılsa o Eren'e uygun bir şekilde durumu anlatırdı.

Gönderilen: Hayal
Bebeğim, Serkan Hoca'nın verdiği görev sabaha kadar sürecek gibi. Geç geleceğim. Merak etmeyin diye haber veriyorum. Erenlere karşı beni idare et olur mu? Seni seviyorum. Öptüm kocaman.


Mesajı gönderdikten sonra telefonu masaya sesli bir şekilde bıraktım. Bir süre sınav kağıdı görmek istemiyordum. O lanet öğrenciyi gördüğüm ilk yerde bir güzel azarlayacaktım. Hayır seneler önce olan bir sınava neden şimdi müdahale etmeye çalışıyorsun? Kafan geç mi basıyor? O zaman aldığın notu hak etmişsin işte!
Bir anda kapının açılmasıyla düşünceler beynimden uçuştu. Önce içi dolu bir tepsi görüş alanıma girdi. Açlıktan halüsinasyon gördüğümü düşündüm. Daha sonra içeri Atakan ve bir başka tepsi girdi. Gözlerim fal taşı gibi açılırken hala halüsinasyon gördüğüme kendimi inandırmaya çalışıyordum. Atakan ayağıyla kapıyı kapattıktan sonra ''Yardım etsene,'' dedi. Hayır bu an kafamda uydurduğum bir şey değildi. Gerçekti. Patateslerin kokusu kadar gerçek...
Uçar gibi yanına gittim ve hamburger, patatesle dolu olan tepsiyi elime aldım. Atakan içecekleri dikkatli bir şekilde masaya taşırken ben tepside ki enfes kokuyu içime çekiyordum. ''Eflal şu masayı boşaltmama yardım edecek misin artık?''
Bakışlarımı tepsiden sitemle bana bakan çocuğa çevirdim. Sayılı kez ismimi ağzına alıyordu ve ses tonuyla adım birleştiğinde garip hissetmiştim. Dikkatli bir şekilde elimdekileri masaya taşıdım. Tepsiyi içeceklerin yanına koyup masanın üzerini boşalttım. Karşılıklı oturduk ve ben sanki yıllardır açmışım gibi hamburgerime yumuldum. Çıkardığım sesler, dışarıdan başka bir şey yapıyoruz gibi anlaşılabilirdi ama umurumda değildim. Çok açtım ve şu anda ağzımda dolanan tat yüzünden çok mutluydum.
İçeceğimden bir yudum alırken Atakan'ın gözlerinin benim üzerimde olduğunu gördüm. Yüzünde milimetrik bir tebessüm olduğuna yemin edebilirdim. Ne zamandır beni izliyordu? O kadar komik mi gözüküyordum. Yediklerim boğazıma durunca öksürmeye başladım. Peçete ararken Atakan kendininkini uzattı. Utana sıkıla gülümseyerek peçeteyi elime aldım ve ağzıma bastırıp öksürmeye devam ettim. Gözlerim yaşarmıştı. Allah'ım sanırım kola kör deliğime kaçtı.
''İyi misin?''
Başımı evet anlamında sallarken öksürmemi bastırmaya çalıştım. Yeni bir peçete daha uzattı. Teşekkür edip peçeteleri değiştirdim. Boştaki elimle yaşaran gözlerimi sildim. ''Yemek yerken nefes almayı da denemelisin.'' Dudaklarının kenarı alaycı bir ifadeyle kıvrıldı. ''Sende beni izleyeceğine yemek yemeyi denemelisin.'' Anında ifadesini sildi. Gözlerini bir yada iki kere ısırdığı hamburgerine çevirdikten sonra tekrar bana baktı.
''İlk kez senin gibi yemek yiyen birini görüyorum.''
''Beni ilk kez yemek yerken görmüyorsun.''
Verdiğim cevapla birkaç saniye yüzüme baktı. Aramızda gergin bir sessizlik oluştu. Aferin bana. Birkaç saat önce benimle konuşmuyor diye laf ediyordum. Şimdi konuşmaya başladı lafları ağzına tıktım. Bravo...
''Yemeğini ye,'' Elindeki hamburgeri tepsiye bıraktı. Çocuğun iştahını kaçırmıştım resmen. ''Sen de ye,'' dediğimde başını iki yana salladım. ''Aç değilim.'' Sorgulayıcı bir ifadeyle kaşlarım çatıldı. Aç değilim mi demişti o? O zaman neden iki menü almıştı?
''Belki tek başına yemekten hoşlanmıyorsundur diye iki menü aldım.''
Cevabı karşısında dudaklarım aralandı. Hem sesli konuştuğum için hem de bu kadar düşünceli bir çocuğa ters davrandığım için utanmıştım. Atakan tepsimdeki bir patatesi eline aldı ve beklemediğim bir anda aralık olan dudaklarımın içine soktu. Boş bulunup irkildim ve geriye kaçarken patatesi çiğnemeye başladım.
''Hadi bir an önce karnını doyur da şu kağıdı bulalım.''
Başımı tamam anlamında salladım. Ağzımdaki lokmam bittikten sonra ''Teşekkür ederim,'' dedim. İçeceğinden bir yudum alan çocuk tek gözünü 'Neden?' der gibi kırptı ve başını salladı. ''Hem yemek için, hem bana eşlik etmeyi düşünecek kadar ince olduğun için, hem de şu kağıt konusunda yardım ettiğin için.''
İçeceğini tepsiye bırakıp öne doğru eğildi. Kollarını masaya dayadığında gözlerim saniyelik de olsa kasılan pazılarına kaydı. Salak saçma hormonlarıma laf geçirebilmek için bakışlarımı anında yüzüne kaydırdım ama lanet olsun ki bu çocuk çok yakışıklıydı.
''Bir sana değil, Serkan Hoca'ya yardım ediyorum.'' Kaşlarım çatıldı. ''İki saatlerdir midenin çıkardığı senfoni orkestrasını bastırmaya çalıştığın öksürüğün yüzünden işime tam olarak konsantre olamadım ve artık şu işin bitmesini istiyorum. Üç ben her zaman karşımdakini düşünürüm. Yani inceliğim sana mahsus bir şey değil. Şimdi yemeğini bitir. Hoca gelmeden şu kağıdı bulup bir işe yaradığımızı gösterelim.''
* * * * *

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now