Ana Dilim Aşk 1 ❤ 15

84.5K 3.3K 368
                                    

HAYAL

Aşk kesinlikle mide bulantısıydı. Arel'in mesajını okuduğumda hissettiğim şey tam anlamıyla buydu. Heyecandan mı yoksa stresten mi tam olarak bilemiyordum. Pazar günü sabahın köründe evden nasıl çıkacaktım? Gerçeği söyleyemezdim ama yalan da söylemek istemiyordum. Eren'le aramız yeni düzeliyordu. Eflal'den de beni idare etmesini isteyemezdim. Mert'le yaşayacakları bir sorun daha dönülmez bir yola sokabilirdi ailemizi...
Bütün gece yatakta dönüp durdum. Ne yapacağımı düşündüm. Bir ara gitmeme kararı aldım ama yazdığı son cümle saniyesinde bu karardan vazgeçmeme neden oldu.

'Gelirsen cenneti bağışlarsın. Gelmezsen, cehennem azabıyla baş başa bırakırsın.'

Acaba yaptığı plan neydi? Of Arel of. Neden beni böyle zor durumda bırakıyorsun! Saat beklediğimden de hızlı bir şekilde ilerledi. Birazdan şafak sökecekti. Ayağa kalkıp yatağımı topladım. Yeni yıkadığım bornozumu çamaşır telinden alıp banyoya gittim. Hızlı bir şekilde duş aldım. Bornozuma sarılıp odaya döndüğümde tüm gece düşünmediğim tek şey aklıma geldi. Ne giyecektim? Dolabı açtım. Kıyafetlerime göz gezdirdim. Planının ne olduğunu bilmiyordum. Nasıl giyinmeliydim? Birkaç elbise denedim. Nedense en sevdiğim kıyafetlerim şu anda içime sinmiyordu. Sanırım vicdan azabından...
Sanki bana olacakmış gibi Eflal'in kıyafetlerine de göz gezdirdim. Saati kontrol ettiğimde az zamanım kaldığını gördüm. Elime geçen yüksek belli kot pantolon ve basit bir tişörtü üzerime giydim. Saçlarımı kurutursam herkesi uyandıracağımı bildiğim için sadece taradım ve tepeden sıkı bir topuz yaptım. Çillerimden hoşlanmıyordum ama şu anda onları kapatacak vaktim yoktu. Çantamın içindeki not defterinden bir sayfa koparıp aklıma gelen en masum yalanı yazmaya başladım.

'İşaret kulübündeki arkadaşlar kahvaltıya gidiyormuş. Çok ısrar ettiler kıramadım. Geç kalmam. Öpüyorum.'

Kâğıdı Eflal'in görebileceği şekilde şifonyerin üzerine koydum. Saati kontrol ettim. Arel'in yaklaşmış olacağını düşünerek aynada son kez kendime baktım ve çantamı aldığım gibi odadan çıktım. Benim hayatımda sessizlik hakimdi ama diğerleri için en ufak bir kıpırtı bile gürültülü olabilirdi. Bu nedenle parmak uçlarımda yürüyüp, mümkün olduğunca ses çıkarmadan girişe gittim. Spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra yavaşça evden çıktım. Parmak uçlarımda apartmanın merdivenlerinden indim ve demir kapıyı açtım. Temiz ve serin hava anında dört bir yanımı sardı. Ürperdim. Giydiklerim çok ince değildi ama sanırım yeni banyo yaptığım için hava bana ekstradan serin gelmişti. Bir an eve dönüp üzerime kalın bir şey almayı düşündüm ama yakalanma riskini göze alamadım. Bu nedenle kollarımı bedenime sarıp ellerimi hareket ettirerek ısınmaya çalıştım. Arel'in beni bıraktığı yere doğru temkinli bir şekilde yürüdüm. Pazar olduğu için sokakta neredeyse in cin top oynuyordu. Buluşma noktasına geldiğimde kolumdaki saate baktım. Umarım geç kalmazdı. Yoksa hastalığa uzattığım davetiye kesinlikle bana gelmesiyle son bulacaktı. Kuytu bir yere geçip oturdum. Bir yandan ısınmaya çalışıyor, diğer yandan telefona bakıyordum. Saat dokuz olduğu an başımı kaldırdım ve bir anda bir arabanın önümde durması bir oldu. Boş bulunup irkilince geriye kaçtım. Az daha arkamdaki apartmanın bahçesine tepetaklak düşecektim. Arabanın camları filmliydi. Bu nedenle içerideki kişinin kim olduğunu göremiyordum. Arel olabilir miydi? Beni annesinin arabasıyla bırakmıştı. Onun arabasını daha önce görmemiştim ama hız yapmayı sevdiği için bakıma verdiğini biliyordum ve az önceki ani duruş kesinlikle arabayı kullanan kişinin hız yaptığını gösteriyordu.
Kapı açıldığı an düşüncelerimden ayrıldım. Gördüğüm pahalı marka ayakkabı tam olarak Arel'in tarzıydı. Düzgün fiziğiyle arabadan indiğini görünce ayağa kalktım. Popomu çaktırmadan silerken Arel'in açık olunacak bir gülümsemeyle güneş gözlüğünü gözünden çıkarmasını izledim. Bana doğru geldi. Tokalaşmak için elimi uzatmaya yeltendim ama o bana sıkıca sarılmayı tercih etti. Böyle bir şey beklemediğim için kaskatı kesildim. O da yaptığının farkına vardığı an benden uzaklaştı. Yüzündeki panik ve utanma ifadesiyle ''Şey... Özür dilerim. Ben yani...,'' gibi bir şeyler ağzında geveliyordu. Tam olarak ne olduğunu anlayamıyordum çünkü sürekli bakışlarını kaçırıyor, başını eğiyor ve dudaklarını okuyamayacağım şekilde hareket ediyordu. İşaret dilini azda olsa öğrendiğini umut ederek ''Günaydın,'' dedim. Ellerimin hareketine bakarak duraksadı. Kısa bir an bir şey düşünür gibi gözleri kısıldı ve daha sonra hafif bir gülümsemeyle ''Günaydın,'' dedi. Belli ki bir şeyleri çabuk kapıyordu.
''Planımız ne?''
Sanki el hareketlerimi okumaya çalışırmış gibi dudaklarını hareket ettirdi. Gerçekten bu hali çok komik gözüküyordu. Sanırım ilk günlerden bu kadarını anlamasını beklemek haksızlık olurdu. Bir dakika işareti yaptım ve çantama koyduğum ufak defteri ve kalemi elime aldım. Sorumu yazdıktan sonra Arel'e gösterince ''Ha...'' dedi. ''Sürpriz, hadi binsene.''
Başımı tamam anlamında salladım. Arel önüme geçip arabanın etrafından dolaştı ve ben gelmeden kapıyı açtı. Onun bu halleri gerçekten önemli biriymişim gibi hissetmemi sağlıyordu. Oysa ki sadece Hayal'dim. Dört kişi haricinde kimsesi olmayan, dilsiz sağır bir yetim.
Teşekkür etmek anlamında gülümseyerek yerime oturdum. Kapıyı geçen seferin aksine dikkatlice kapattı ve koşar adım kendi yerine geçti. Kemerlerimizi takarken kısa bir an ellerimiz birbirine temas etti. Sanki elektrik çarpmış gibi ikimizde birbirimizden uzaklaştık. Oysa ki, sadece soğuk ellerimin üzerindeki sıcak teni heyecanlanmama neden olmuştu. Kaşlarını çattı. Bu dokunuştan benim kadar hoşlanmadığını düşünürken ''Üşümüşsün,'' dedi ve arabayı çalıştırıp klimayı açtı. Arabanın içi birkaç saniye içinde sıcak bir esintiyle doldu. Üşüdüğümü o ana kadar fark etmemiştim. ''Umarım kahvaltı etmemişsindir,'' dediğinde başımı hayır anlamında salladım. Yüzünde samimi ve sıcak bir gülümseme beliren çocuk ''Güzel,'' deyip önüne döndü ve yola çıktık.
* *
Yolların boşluğundan ve Arel'in hız tutkusundan dolayı varacağımız yere kısa bir zamanda ulaştık. Burası boğaz manzarasına tamamen hakim olan, yeşil bir alandı. Etrafta gözlerimi gezdirdikten sonra Arel'e döndüm. Arabayı henüz durdurmuş, anahtarı yerinden çıkarmıştı. Burada ne yapacağımızı düşünürken bana doğru döndü. Yüzündeki gülümseme hafif silindi.
''Ne oldu?''
O an kaşlarımı çattığımı fark ettim. Anında ifademi yumuşatırken deftere 'Burada ne yapacağız?,' diye yazmaya başladım. Arel başını bana benim tarafımdaki omzuna yatırıp yazdıklarımı okumaya çalıştı. Hafifçe başımı kaldırdım. Saçlarıyla burun buruna gelmiştim. Şampuanının kokusu çok güzeldi. Derin bir nefes alırken Arel başını kaldırdı. Şimdi burun buruna olduğum şey Arel'in kusursuz yüzüydü. Kalbim on kat daha hızlı çarpmaya başladı. Alıp verdiği nefes dudaklarıma çarpıyor, ruhumun titremesine neden oluyordu. Gözleri yüzümde dolaştı. Bakışları daha da derinleşmişti. Sanki bir şey söylemek istiyor, ne diyeceğini bilemiyordu. Terlemeye başladım. Onunla biraz daha bu mesafede durursam fenalaşacaktım ama gariptir ki uzaklaşmakta istemiyordum. Allah'ım konu Arelken neden sürekli bir ikilemin içindeydim.
Parmaklarımın arasındaki kalem kayınca irkildim. Panikle başımı eğmemle Arel'in burnuna çarpmam bir oldu. Canım acımıştı. Elimi alnıma götürdüm ama sanırım Arel'in canı daha çok acıyordu. Telaşla kalemi düştüğü yerden aldım ve özür dileyen bir not yazdım. Burnunu sıvazlayan çocuk ''Önemli değil,'' dedi. Aynada burnunun kanayıp kanamadığına baktı. Daha sonra bana dönüp elleriyle yüzümü kavradı. Dokunduğu yer alev alev yanmaya başladı. Alnımdaki çarptığım yeri inceledi. Bende onun ciddi ifadesini...
''Bir şey yok. İyiyiz.''
Gülümseyerek gözlerimin içine baktı. Ben hala bana dokunmasının etkisinden çıkamamıştım. Kaşları beni sorgular şekilde çatıldı. Daha sonra gözleri yanağımdaki iki eline kaydı ve neden bu şekilde ona baktığımı anlamış gibi ellerini çekti.
''Çok özür dilerim.''
Gülümsedim. Ben onun canını yaktığım için özür dilemiştim. O ise sadece bana dokunduğu için. Yazdığım diğer yazıyı tamamlayıp Arel'e gösterdim. Bakışlar kâğıda kaydı. Sanki bu sorumu unutmuşta hatırlamış gibi duruyordu.
''Ha... Piknik yapacağız.''
Dudaklarım aralandı. Böyle bir cevap beklemediğim her halimden belli oluyordu. Arel gülümseyerek arabadan indi. Onu takip ederken en son seneler önce yurt müdürünün bizi götürdüğü piknik aklıma geldi. Salıncaktan düşüp kaşımı patlatmıştım ve Eren sırf benimle aynı acıyı çekmek için başını demire vurmuştu. Sonuç, ikimizin de kaşı bir hafta sargılıydı. Kapımın açılmasıyla serin rüzgâr, klimanın sıcaklığını ortadan kaldırdı. Arel gülümseyerek ''Buyurun hanımefendi,'' dedi. Defter ve kalemi çantama tıktım. Arabadan inip çantamı çapraz astım. Arel kapıyı kapatır kapatmaz arabanın arkasına dolandı. Kollarımı bedenime dolayıp etrafı inceledim. Burası gerçekten mükemmeldi ama hava çok soğuktu. Ya da çok fazla esinti olduğu için bana öyle geliyordu. Arel'e doğru döndüm. Bagaj kapağından ne yaptığını göremeyince ağır adımlarla ona doğru ilerledim. Bir anda önüme çıkmasıyla duraksadım. Elindeki gri sweatshirtü uzattı.
''Burasının rüzgârlı olacağını bildiğim için yanımda getirdim. Hadi giy.''
Bir Arel'e bir de elindeki sıcak gibi duran üste baktım. Bu kadar düşünceli bir erkek olduğunu daha önce söyleseler büyük ihtimal hayal güçlerinin geniş olduğunu düşünürdüm. ''Temizdir,'' dediğinde hafifçe gülümsedim. Ben ne düşünüyordum o ne...
Başımı teşekkür eder gibi salladım. Ben kapüşonlu üstü giymekle uğraşırken Arel'de bagajda bir şeyler yaptı. Kapağını kapattıktan sonra elindeki piknik sepetiyle yanıma geldi.
''Hazır mısın?''
Başımı evet anlamında sallayıp yere bıraktığım çantamı elime aldım. ''Hadi,'' diyerek yürümeye başladı. Otopark kısmı ve piknik yapacağımız çimleri ayıran bir çit vardı. Arel bir çırpıda üzerinden atladı. Çitler benim boyum için fazla yüksekti. Tutunacak bir yer ararken birinin kolumu kavraması ve daha ne olduğunu anlamadan ayaklarımın havalanması bir oldu. Ufak bir çığlıkla beni kucağına alan Arel'e sarıldım. Bu kadar güçlü olabileceğini tahmin etmiyordum. Ayaklarımın tekrar yere basmasıyla Arel'den ayrıldım. Şaşkın bir tebessüm dudaklarımın kenarında takılı kalmıştı. Gözlerimin içine bakan çocuk ''Önemli değil,'' deyip yere bıraktığı piknik sepetini tekrar eline aldı.
''Şurası manzaraya daha hâkim.''
Gösterdiği yere doğru yürüdük. Sepeti elinden bıraktı ve yanında getirdiği örtüyü çimlere serdi. Yardım etmek için hamle yaptığımda beni engelledi. Sadece karşısına oturmamı söyledi. İtiraz etmeden dediğini yaptım. Rüzgâr burada daha sert esiyordu. Bunu fark eden Arel deri montunun önünü çekti. Bana baktı ve hafifçe kaşlarını çatarak öne doğru eğildi. Bana yaklaştığı için donakaldım. Uzanıp üzerimdeki kapüşonu kafama geçirdi.
''Hava durumu sıcak olacağını söylüyordu ama. Üzgünüm.''
Sorun olmadığını belli edercesine başımı salladım. Belli belirsiz gülümseyerek sepetin içinde hazırladığı şeyleri örtünün üzerine koydu. Her şeyi düşünmüştü. Çantamın içinden defter ve kalemi çıkardım. Arel bardaklara termostan çay doldururken ''Bütün bunları sen mi hazırladın?'' diye sordum. Kaçamak bir bakış atıp kâğıdı okudu. Bardağımı önüme koyarken ''Ufak bir yardım almış olabilirim,'' dedi. Dürüstlüğü karşısında gülümserken ''Her şey çok güzel gözüküyor,'' yazdım. Okudu. Dudağının yanında ufak masum bir kıvrım oluştu ve ona karşı boş olmadığımı daha iyi anlamamı sağlayan cümleyi kurdu.
''Çünkü bakan gözler güzel. Çok güzel...''
* *
Bu çocuğun yanında ikilemde kalmamın nedeni, dengesiz tavırlarıydı. Yemeğe başlayana kadar hiçbir sorun yoktu ama şu anda... Yine aynı şeyi yapmıştı. İki saat boyunca ağzını bıçak açmamış, sadece hazırladığı şeylerle oynadı. Bir karın ağrısı olduğunu hissediyordum ve konuşmadığı sürece rahatlayamayacağının farkındaydım. Onun bu halleri benimde iştahımı kaçırmıştı. Bunu fark edince suratı asıldı. Beğenip beğenmediğimi sordu. Beğendiğimi söylesem de inanmadı. Sıkılmış gibiydi ama nedense bu sıkkınlığı kendinden kaynaklanıyordu. Gidelim mi? diye sorduğunda fark etmez der gibi omzumu silktim. Bir çırpıda her şeyi sepete sokuşturdu. Ayağa kalktım. O da kalktı. Örtüyü silkeledi ve sepete tıktı. Yüzüme bakmıyordu ve bu yumruk yemişim gibi canımı yakmıştı. Yürümeye başladığında birkaç saniye ardından bakakaldım. Kıpırdayamamıştım. Tam peşinden gitmek için adım atmıştım ki durdu. Bana doğru dönmedi ama duruşunu dikleştirdi. Yanına gitmekle gitmemek arasında kaldım. Bir anda bana doğru dönünce yarım adım geriledim. Kaşları çatıktı. Gözleri benim üzerimdeydi. Bana dik dik bakıyor sanki her hücremi ayrı ayrı inceliyordu. Gerilmiştim. Başka biri olsa döveceğini düşünürdüm ama Arel yapmazdı. O öyle biri değildi. Yani sanırım...
Bana doğru yürümeye başladığında kalbim gümbür gümbür çarpmaya başladı. Geriye doğru yarım bir adım daha attım. Beklediğimden daha kısa bir sürede bana ulaştı. Elimi tuttu ve kalbinin üzerine bastırdı. Ne yaptığını sorgular gibi kaşlarım çatıldı. Avucumun içindeki ritim en az benimki kadar hızlıydı. Elimi, eliyle göğsü arasında sıkıştırdı. Çekmemi istemiyordu. Benimde çekmeye niyetim yok gibiydi.
''Dudaklarımı dikkatli oku, çünkü bir daha bunu tekrarlayacak cesaretim olmayabilir.''
Korkmuştum. Söyleyeceği her neyse beni yaralayacak gibi hissediyordum. Yine de başımı tamam anlamında salladım ve gözlerimi dudaklarına diktim.
''Sana aşığım.''
Nefesim ciğerlerimde sıkışıp kaldı. Söylediği şeyin doğruluğunu anlayabilmek için gözlerinin içine baktım. Elimi daha sıkı tuttu. ''Bunu lunaparkta söyleyecektim ama daha fazla içimde tutabileceğimi sanmıyorum. Biraz daha tutarsam kusacağım.'' Sıkıntılı bir şekilde gülümsedi. ''Neden sen bilmiyorum, ne zaman olduğumu bilmiyorum, nasıl anladığımı bilmiyorum. Tek bildiğim şey sana aşığım Hayal.'' Güç bela bir nefes aldım. Daha beni tanıyalı ne kadar olmuştu ki... Hoş o zaman benimde ona karşı bir şey hissetmem saçmaydı ama aşk değildi. Gerçi aşk neydi ki?
''Elinin altında atan kalbin hızlanmasına sadece ismin yetiyor. Nefesimi kesmeye bir gülüşün. Baktığım her yerde sen varsın Hayal. Seni düşünmediğim tek bir saniye bile yok. Uyurken bile aklımdasın. Sen... Ben... Bu hisler... Of! Karşında saçmalamadan konuşamıyorum bile. Hayal... Sana beslediğim duygular o kadar yoğun o kadar derin ki. Bu sevgi ya da hoşlanma değil. Bu aşk... Hatta aşkın alası.''
Panikledi. Kekeliyor, kekeledikçe sıkıntılı bir şekilde yüzünü kasıyordu. Demek ki saatlerdir konuşmamasının nedeni buydu. Kafasında belki de söyleyeceklerini toparlamaya çalışmıştı ve şu anda başarılı olmadığı için kendine kızar bir hali vardı. Konuştu, konuştukça stresten terledi. Anlattıkları karışıktı ama her bir kelime puzzle parçası gibi kalbimdeki yerine oturuyordu.
''Bak! Süslü sözlerle seni etkilemek çok isterdim ama şu anda heyecandan adımı sorsan söyleyemem. Aklımı düğümledin. Kalbimi mühürledin ve ben sensiz bir an bile geçiremeyeceğimi fark ettim. Biliyorum daha çok erken, beni tanımıyorsun bile-''
Parmak uçlarımı dudaklarına bastırdım. Cümlesi yarıda kaldı ama en azından nefes almayı akıl etti. Verdiği nefes parmaklarımın ucunu gıdıklayınca gülümsedim. Söylemek istediği çok şey olduğunu gözlerinde görüyordum. Belki de daha hislerinin çeyreğini bile dile getirmemişti ama devam etmesini istemiyordum. Ben gerekli olan her şeyi duymuştum.
Yavaşça ondan uzaklaştım. Çantamın içindeki defteri ve kalemi çıkartırken ellerimin titrediğini fark ettim. En az onun kadar heyecanlıydım. Ne yazacaktım ki şimdi ben? Kalemin kapağını açtım. Kolumla sabitlediğim deftere kalbimden geçen ilk şeyi yazıp Arel'e döndürdüm.
''Eğer anlattıkların aşksa, bende sana aşığım...''

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now