Ana Dilim Aşk 1 ❤ 6

87K 3.8K 182
                                    


MERT

Hatalar insanlar içindi. Affetmek de gerçekten sadece Allah'a mahsus bir şeydi. Çünkü insanoğlu bir kere yaptığın hata da bile gözünün yaşına bakmıyordu. İlk kez izinsiz bir yere gitmiştim ve barın sahibi annemden başlayıp yedi sülalemi işin içine katan bir konuşma gerçekleştirmişti. O kadar küfrü hazmedecek bünyem olmadığı için istifa etmiştim ve şu anda ne yapacağımı bilmiyordum. Patronum, daha doğrusu eski patronum bu piyasa da geniş bir çevreye sahipti. Sanırım ayrılırken söylediklerimi o da hazmedememiş ve tüm arkadaşlarını arayarak bana iş vermemelerini tembihlemişti. Yoksa benim gibi işinin profesyoneli olan birinin gittiği yerlerden red cevabı almasıimkansızdı. Hem de bu kadar elemana aç barların olduğu bir şehirde...
''Mert!''
Eski çalıştığım yere yakın bir yerde oturmuş kendime, kaderime söverken içtiğim sigaranın haddi hesabı yoktu. Yine adımın seslenildiğini duydum. Başımı çevirdiğimde Cenk'in koşarak bana doğru geldiğini gördüm. Nefes nefese ''Neredesin lan sen?'' diyerek önümde durdu. ''Tüm gün senden haber bekledim. Ha geldin ha geleceksin diye tuvalete bile çıkmadım.''
Sigaramın dumanını bana sitemle bakan çocuğun yüzüne üflerken ''Sana benden haber bekle dedim mi?'' diye sordum. Tepkisiz bir şekilde beni inceleyen Cenk hala düzensiz nefes alıyordu. Başımı eğip, parmaklarımın arasında ufacık kalmış olan sigaranın, boyundan uzun külünü döktüm.
''Sizinkilerle konuşunca bana dönersin diye düşündüm.''
Bizimkiler mi? Bizimkilerle ne zaman, nerede konuşmuştu ki? Başımı kaldırdım. Sorgulayıcı bir ifadeyle Cenk'e bakarken afallamış gibi kaşları havalandı. ''Onlarla konuştuğun için gelmedin mi?'' diye sorduğunda başımı yavaşça iki yana salladım. Boyun damarları kasılan çocuk alt dudağını dişlemeye başladı.
''Ne yaptın Cenk?''
Ağzını bıçak açmadı. Hala alt dudağını dişliyordu. ''Cenk?'' dediğimde sıkıntıyla iç çekti ve mızmızlanır gibi ''Ben senin işten ayrıldığını, evdekilere söylemediğini nereden bileyim,'' dedi. Gözlerim öfkeyle açıldı. Cenk bu tepkimle birkaç adım geriledi ama aramızdaki mesafeyi daha fazla açmaması için ani bir hareketle kolunu kavradım.
''Ne anlattın onlara?''
Yüzündeki ifadeyi değiştirmese de gözlerinin kızarması canının acıdığını gösteriyordu. ''Cenk, onlara ne anlattın!'' diye bağırdığımda çevreden geçen birkaç göz üzerimize çevrildi. ''Önce kolumu bırak Mert.'' Gözlerimi arkadaşımdan ayırmadan kolunu bıraktım. Bozulduğunu ele veren ses tonuyla sabahki konuşmayı anlattı. Bir olayı da es geçmemişti şerefsiz. Allah'ım sabah ki atışmamızın üzerine bir de bu olay... Eflal kesin kendini yiyip bitirmişti. Kolumdaki saate baktım. Gece yarısını geçmişti. Evde olmalıydı. Bir an önce eve gitmeliyim diye düşünürken oturduğum yerden kalktım ve yürümeye başladım.
''Nereye?''
Ardımdan koşan adım seslerini duyuyordum. ''Mert!'' Olduğum yerde durup Cenk'e döndüm. İşleri karıştıran oydu ama tüm suçlu bendim. O yüzden sakin olmam gerekiyordu. Sakin olup kalp kırmamam...
''Eve gidiyorum Cenk.''
Oksijene aç bir şekilde nefes alan arkadaşım ''Tamam ama önce Erdal Abi'yle konuşmalısın.'' dedi. Kaşlarımı çatınca ''Saat başı seni aradı. Bir görünsen iyi olur,'' diye devam etti. Saati hatırlayarak ''Barda mı?'' diye sordum. Başıyla onaylayınca, gerisin geri yürümeye başladım. Üzerime gelen sarhoş insanlara çarpmamak için uğraşırken birazdan tükürdüğümü yalayacak olmak canımı sıkıyordu. Dün bardan ayrılırken 'Bir daha buraya adım atacağıma, ayağımı kırarım daha iyi,' demiştim ve şimdi koşar adım oraya ilerliyordum. Sanırım bu hayatta büyük konuşmamak gerekiyordu. Yaşıtım biriyle görüşecek olsam, içeri girmez hatta ayağıma çağırırdım ama o Erdal Abi'ydi. Eli öpülesi adama öyle bir saygısızlık yapamazdım. Umarım eski patronumla karşılaşmak zorunda kalmazdım.
Cenk'i beklemeden içeri daldım. Erdal Abi'nin her zamanki yerinde oturduğunu tahmin ettiğim için, kalabalığı yararak yanına doğru ilerledim. Beni fark ettiği gibi ifadesi değişen adam ''Koçum neredesin sen ya?'' diye sorarak ayağa kalktı. Babacan bir tavırla bana sarılırken gerginliğimi hissettirmemeye çalıştım. ''İş arıyordum abi.'' Erdal abi benden ayrıldıktan sonra yanındaki boş sandalyeyi gösterdi.
''Dün olanları duydum ama bir de senin ağzından dinlemek istiyorum. Otur bakalım.''
Bu ortamda olmak istemiyordum ama üzerimde emeği çok olan adamı da kıramazdım. İkilemde kalmak boktan bir şeydi. Ben gösterdiği yere otururken, o garsonlardan birine elindeki bardağı gösterip iki işareti yaptı. Daha sonra bana bakıp gülümsedi. İçkilerimizi sessizce bekledik. Bardakların önümüze konmasıyla Erdal Abi'nin ''Ee anlat bakalım Mert Efendi,'' demesi bir oldu.
Olayları kısa ve öz şekilde anlattım. Ben konuşurken sözümü kesmedi, dikkatlice dinledi. İçkimden bir yudum aldıktan sonra ''Böyle işte abi,'' diyerek konuşmamın bittiğini belli ettim. ''Tamda düşündüğüm gibi,'' deyip birasından birkaç yudum aldı. ''Doğrusunu yapmışsın ama neden telefonlara çıkmıyorsun oğlum. Herkes seni merak ediyordu.''
''Telefonum bende değil ki abi,'' dediğimde kaşları çatılan Erdal Abi bir şeyler düşündü. Daha sonra yüz ifadesiz gevşeyip ''Haa...'' dedi. ''Ben yanlış anlamışım o zaman.'' Kuşkulu bir ifadeyle neyi yanlış anladığını sordum. ''Atakan, Eflal'e arkadaşından haber getirdim deyince-''
''Kim?''
''Atakan. Tabi ya sen tanımıyorsundur ki. Dün Eflal'i zor durumda bırakmaya çalışan kızın yanındaki çocuk.'' Bir anda beynimden vurulmuşa döndüm. O çocuğun bizimkilerle ne işi olabilirdi ki? Kimden haber getirmişti? Erdal Abi çocuğu tanıtmaya devam ederken ''Ne olduğunu söyledi mi?'' diyerek sözünü kestim. Daha önce böyle bir şey yapmadığım için duraksayan adam ''Hayır,'' dedi tereddütle. ''Dediğim gibi ben senden haber getirdiğini sanmıştım.''
Felaket tellallarına taş çıkaracak fikirler beynimde dolaşırken ''Ben artık kalkayım abi,'' dedim. Benimle beraber ayaklanan adam ''Mert,'' diyerek omzumu sıktı. ''Atakan iyi çocuktur. Kimseye zarar vermez.'' Başımı anladığımı belli edercesine salladım. ''İyi akşamlar abi,'' deyip yanından ayrıldım. Tam kapıdan çıkacaktım ki Cenk yolumu kesti.
''Ne oldu? Ne konuştunuz? Bu suratının hali ne?''
Omuz atıp bardan çıktım ve arkamdan seslenmesini umursamadan yürümeye başladım. Aklıma gelen fikirle duraksayıp Cenk'e döndüm. Rahatlamış bir ifadeyle bana doğru gelen çocuğa telefonunu vermesini söyledim. Kaşları hafifçe çatılsa da sorgulamadan bana uzattı. Kendi numaramı çevirdim. Bilindik kadının sesi telefonun kapalı olduğunu söyleyince derin bir nefes aldım. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Korkuyu yüreğime sokmamaya çalışıyordum ama bu sefer de öfke beynimi ele geçiriyordu. Telefonu Cenk'in avucunun içine koyup ''Sonra görüşürüz,'' diyerek yürümeye başladım. Umarım şarjın bittiği için o telefon kapalıdır Eflal ve umarım evdesindir. Umarım...

* *

EFLAL

Vicdanım bir türlü uyumama izin vermiyordu. Yatakta dönüp durarak da ben Hayal'in uyumasına izin vermiyordum. Bu yüzden mümkün olduğunca yavaş bir şekilde yataktan kalktım. Odanın içinde volta atmaya başladım. Ne kadar geniş olursa olsun, sanki duvarlar üzerime üzerime geliyor, daralan kalbimi ufacık bir kutuya koyuyordu. Bir an nefes almak için camları açmayı düşündüm. Arkamı döndüğümde odanın bir cephesini kaplayan camların açılmayacağını fark ettim. Daha ferah olur düşüncesiyle salona gitmeye karar verdim. Kapıyı neredeyse hiç ses çıkarmadan açtım ve Hayal'i kontrol ederek kapattım.
Parmak uçlarında yürümeye başladım. Salondaki loş ışıklar duraksamama neden oldu. Acaba Atakan hala uyumamış mıydı? İçerisini dinlemeye çalıştım. Sadece mutfaktaki makinaların sesini duydum. Temkinli adımlarla salona doğru yürüdüm. Eğer Atakan uyanıksa, görünmeden odaya dönmeliydim.
Salona geldiğimde loş ışıkların açık mutfaktan geldiğini gördüm. Resmen mutfağın kendi içinde gece lambası vardı ya... Susadığımı hissedince mutfağa girdim. Dolapların birinde bulduğum büyük bardağa su doldurdum. İçerken gözüm ışıklarla kaplı İstanbul manzarasına takıldı. Evin ışıkları kapalıyken sanki daha da görkemliydi. Ağır adımlarla pencereye doğru ilerledim. Gerçekten büyüleyiciydi.
''Değermiş değil mi?''
Arkamdaki sesle boş bulunup irkildim. Arkamı dönerken elimdeki su bardağı yere düştü ve büyük bir şangırtıyla parçalara ayrılıp etrafa saçıldı. Bacaklarım su içinde kalmıştı. Korkuyla Atakan'a baktım. Bakışları yerdeki cam kırıklarından bana kayınca panikle diz çöktüm. Atakan bir şeyler söylüyordu ama hızlanan nefesim kulaklarımda uğuldarken onları duymamı engelliyordu. Her yerde sakarlığımı konuşturmak zorunda mıydım? Allah kahretsin. Büyük parçaları toplarken ''Bırak,'' dediğini duyduğum Atakan hızla yanıma geldi. ''Bir yerini kesersin. Bırak yarın temizlerler.'' Ağladığımı koluma damlayan birkaç yaşla anlarken ''Özür dilerim,'' diye fısıldadım. ''Ben gerçekten böyle olsun istemezdim.''
''Eflal beni duyuyor musun?''
''Ben camları kırmak istememiştim. Bir an seslenince... Ne bileyim işte. Bir an elimden kaydı.''
''Eflal!'' Sesini yükseltmesiyle popomun üstüne oturdum. Gözyaşlarım daha hızlı yanaklarımdan süzülmeye başladı. Atakan bu yüzden ağlamak dünyanın en saçma şeyiymiş gibi bana bakıyordu. Bilmiyordu ki bardak aslında bahane... Sanki Mert'le konuşurmuşum gibiiç çekerek özür dilemeye çalışırken birden etraf ışıl ışıl oldu.
''Ne oluyor ya?''
Arel'in gözünü ovuştururken başımı öne eğdim. Ağlarken bir kişiye daha gözükmek istemiyordum. "Yok bir şey. Bardak kırdım. Git yat." Atakan'ın emir veren cümleleriyle uzaklaşan adım sesleri duyuldu. Titrek bir nefes alarak yanaklarımdaki yaşları silmeye çalıştım. ''Bir bardak için sence de fazla gözyaşı dökmedin mi?'' Çıtırtılar eşliğinde ayağa kalkan Atakan ''Sonuçta sadece bir bardak,'' diye devam etti ve elini uzattı. Gözlerimi kısa bir an eline kaydırdıktan sonra tekrar Atakan'a çevirdim. Bakışlarıyla tutmamı işaret edince titreyen elimi uzattım. Buz gibi olan parmak uçlarıyla elimi kavradı ve beni bir seferde havaya kaldırdı. Kısa bir an dengemi sağlamak için cam kırıklarının üzerine basacağımı düşündüm ama Atakan beni bir anda kucağına aldı. Çığlık atmamak için kendimi zor tutmuştum. Can havliyle omuzlarını, daha doğrusu omuzlarının üzerindeki tişörtü kavradım. ''Ne yapıyorsun?'' Sanki kuş tüyü kadar hafifmişim gibi hiç zorlanmadan beni taşıyordu. Cam kırıklarından uzaklaştıktan sonra beni kucağından indirdi. Çıplak ayaklarım zemine değince neden böyle bir şey yaptığını anlamış oldum. Minnettar bir şekilde Atakan'a baktım. O ise en ufak bir tepki vermeden ''İyi geceler'' diye fısıldadı ve yanımdan geçip gitti. Bende arkada bıraktığım harabeye bir kere daha bakıp odanın yolunu tuttum.
* *

MERT

Eve nasıl geldiğimi bilmiyordum. Kapının önünde durmuş anahtarlarımı çıkarırken birden kapı açıldı. Hafifçe geri çekildim. ''Mert,'' diyen Eren'in sesi endişesini açığa vuruyordu. Beni kenara çekip etrafa bakınırken korktuğum şeyin başıma geldiğini anladım. ''Kızlar senle değil mi?'' Kızlar mı? Hayal'de mi ortada yoktu?
Öfke ve korku birbirlerine bıçak çekmiş, ruhuma hangisinin hakim olacağının savaşını veriyorlardı. Eren sinirle inledikten sonra ''Nerede lan bunlar?'' diye bağırdı. Doğu saatin geç olduğunu hatırlatarak bize içeri girmemizi söyledi. Öfkesini her adımında belli eden Eren'in peşinden salona ilerledim. Öfke kontrolü konusunda ben her zaman Eren'den daha iyi olmuştum. Salonda volta atan Eren kendi kendine söylenmeye başladı.
''Başlarına bir şey geldi. Saat kaç abi? Hiç bu zamana kadar dışarıda oldular mı? Hayır. Kesin başlarına bir şey geldi. Lanet olasıca İstanbul sokaklarında, başlarına bir şey geldi!''
Doğu'yla tenis maçı izler gibi, Eren'in hareketlerini takip ediyorduk. Bir anda olduğu yerde durdu ve bize doğru döndü. Onun nasıl biri olduğunu bilmesem, şu anda Doğu'yu öldüreceğine yemin edebilirdim. ''Ben dedim ama. Çıkıp arayalım dedim. Yok evde bekleyelim. Belki Mert'i bulmuşlardır. Al sana Mert! Kızlar nerede lan? Kızlar nerede?'' Doğu'nun üzerine yürürken araya girdim. Bunu diyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Eren'in gözlerinin içine bakarak sakin olmasını söyledim. Şu anda sinirlenmemiz hiçbir işe yaramayacaktı. ''Mert kızlar ortada yok. Nasıl sakin olmamı söylersin?''
''Söylerim çünkü bu halin, kızların nerede olacağını düşünmemize hiç yardımcı olmuyor.''
Eren keskin ve sert nefeslerini burnundan vermeye başladı. Doğu korkmuş görünüyordu. Çünkü en yakın arkadaşı kırmızı görmüş bir boğadan farksızdı.
''Hayal, Eflal'ladır. Eflal'de en son kafeden Atakan denen çocukla çıkmış.''
''Kim lan bu Atakan?!''
Eren'e çocuğun kim olduğunu hatırlattıktan sonra benim düşüncelerimi dile döktü. ''Daha iki gündür tanıdığı biriyle dışarıda mı sabahlıyor bu kız?'' Daha sonra Erdal Abi'nin anlattıklarını söyledim. Kaşları daha da çatılan Eren ''O zaman o arkadaş, Hayal miydi?'' dedi ve gözlerindeki öfke, endişesinin gölgesinde kayboldu. ''Bir şey yapalım. Çıkıp kızları arayalım. O çocuğu bulalım. Bir şey yapalım Mert!''
Tekrar sakin olmasını söyledikten sonra Atakan'ı nerede bulacağımızı düşündüm. Erdal Abi'nin evini bilecek kadar yakın olduğunu sanmıyordum. Telefon numarasını bilir miydi peki? Lanet olsun. Erdal Abi'nin numarası neydi ki?
''Yürü Erdal Abi'yi bulalım. Doğu sen evde kal. Kızlar gelirse de anında bize haber ver.''
* *

EFLAL

ANA DİLİM AŞKOnde histórias criam vida. Descubra agora