Ana Dilim Aşk 2 ❤ 15

8.3K 309 33
                                    

EFLAL
Fotokopi makinasının beyin uyuşturucu sesini boğmak niyetiyle kulaklıklarımı takmış olsam da henüz oynata basamamıştım. Ne tür bir müzik bu gürültüyü bastırabilirdi, hala bulamıyordum.
Kulaklarımda patlayan davetsiz ve güçlü sesle irkilirken neredeyse telefonu düşürecektim. Şaşkın bir kayıtsızlıkla arayan kişiye baktım. Duymayan ve konuşamayan birinin aradığını görecek kadar mı dünyadan kopmuştum? Yoksa Hayal'e onun mesaj atamayacağı bir şey mi olmuştu?
"Alo!"
Merakın cezp edici çağrısını cevaplarken duyduğum ses derin bir nefes almama neden oldu. Hala kendimdeydim ama ikinci seçeneğin olası ihtimali rahatlamama izin vermiyordu. Endişeli bir tonda "Arel, Hayal iyi mi?" diye sordum. Beni onaylayan bir ses çıkarmasına rağmen rahatlayamamıştım. Telefonunun Arel'de ne işi olduğunu öğrenmeden de bu mümkün olmayacak gibi hissediyordum.
"Seninle konuşmamız gereken bir konu var. C kapısının oradaki kahve dükkânına gelir misin?"
Zihnimdeki tüm düşünceleri kışkırtırcasına sorulan soruya "Orada ne işiniz var?" diye sorarak cevap verdim. Hiçbir bağlantımız olmayan kapının oradaki yerlerden bi haberken, onlar kahve içmeye mi gitmişti yani? Arel'in ağzında gevelediği şeyler beni tatmin etmese de şu an için yerimden kıpırdamam mümkün değildi."Acil mi? Serkan Hoca'nın final notlarını dağıtmam gerekiyor ve biliyorsun ki görev beklemez." Kısa bir an telefonun ucunda sessizlik oldu. Büyük ihtimal söylediklerimi Hayal'e iletiyordu. "Ne kadar çabuk gelirsen o kadar iyiymiş," cevabını almak hali hazırdaki merakımı daha da kamçıladı. Yine ne işler karıştırıyordu bu kız?
Fotokopinin ne kadar işi kaldığına baktım. Daha yarısının bile basılmadığını görünce ufak bir hesaplamaya giriştim. Bulunduğum noktanın tersi istikametindeki kafeye gidip, ne olduğunu öğrenip dönmem, buradaki işin bitmesiyle kafa kafaya denk gelirdi. Sonra da notları alır sınıfa dağıtırdım. Böylece bir taşla iki kuş vurup ödül olarak da başımdaki bu ağrıdan kurtulurdum.
"Birazdan oradayım."
Oyalanmadan telefonu kapattım. Kulaklıkları çıkarmamla gürültü dayanılmaz bir noktaya ulaştı. Bu küçücük iki parça ne çok şeye paravan oluyordu böyle... Telefonumu çantaya tıkıştırırken "Süleyman Abi," diye seslendim. Duymadı. Bir daha seslendim. Ardından bir daha... Makinaların başında duran, orta yaşların son demlerini yaşayan adam, bana doğru baygın baygın baktı. Onu o kadar iyi anlıyordum ki... Tüm gün bende bu kadar sesin arasında kalsam, em bole olan beynimle adıma tepki veremeyecek duruma gelirdim. "Benim az işim var. Notlar bitince gelip alacağım. Hesap Serkan Hoca'nın hesabınaymış," diye bağırdım tek seferde sesimi duyurabilmek için. 'Tamam. Git' der gibi elini salladı.
Montumu üzerime geçirdiğim gibi dışarı çıktım. Henüz tam olarak ısınmamış bedenim, soğuk havayla tekrar kucaklaştı. Sıcak soğuk arası gidiş gelişlerinden rahatsız bir şekilde ürperdi. Atkımı ve beremi, sadece gideceğim yolu görebileceğim kadar aralık bırakarak taktım.Bu saatte ring bulabilir miydim? Bulsam bile dolaşa dolaşa gideceği için planlarıma geç kalırdım. En iyisi yürümekti.
'Tabana kuvvet Eflal'
Kestirme olduğunu düşündüğüm yollara girerek yürüdüm. Hatta beni görenler, koştuğumu bile iddia edebilirdi. C kapısının tabelasını gördüğümde, bahsettikleri kafeye ait bir işaret aradım ama hiçbir yönlendirme bulamadım.Utanmasalar her öğrenciye ayrı bir tabela takacak olan bu kampüs için, bu durum fazlasıyla garipti. Yeni bir yer miydi acaba? Belki yönlendirmeye gerek duyulmayacak kadar küçüktü. Neyse ne. Sonuçta orayı bulmam gerekiyordu.
Biraz etrafa bakındıktan sonra bana doğru gelen bir grup öğrencinin yolunu kestim ve kahve dükkânının nerede olduğunu sordum. Beni geldikleri tarafa doğru yönlendirdiler. Kısa bir süre sonra da kendimi içerisinin sıcaklığını vurgulayan, buğulanmış camlara sahip bir kafenin önünde buldum. Ne küçük, ne büyüktü. Yeni değildi, eski olduğu da söylenemezdi ama sanki geçici bir şeydi. Farklı renklerdeki birkaç konteynırın birleşmesinden oluşmuştu. Böyle bir şeye ilk kez şahit oluyordum. Değişik görünüyordu. Bir o kadar da havalı...
Buraya ilk gelişimdi ama kahveleri güzelse kesinlikle son olmayacaktı.
Küçük terasından geçip içeri girdim. Ortamın sıcaklığından önce beni selamlayan şey gürültüydü. Yine! Küçük bir mekânda çok fazla insan olduğunda çıkan ses alevlerin kükremesine benziyordu ve kesinlikle beyin yakıcıydı. Seslerin tizleşip kalınlaşması, yakınlaştıkça yükselen o tanıdık, dur durak bilmeyen uğultu...
Allahım! Yağmurdan kaçarken doluya mı tutulmuştum ben?!
Kalabalığın arasında gözlerimi dolaştırırken Hayal'in bana doğru el salladığını fark ettim. Tam ona doğru yürüyordum ki, gözlerim başka bir detaya takıldı. Eren miydi o? Daha doğrusu Eren ve Efsa mıydı? Kız giyim tarzı olarak Efsa'ya benzemiyordu. Hatta tam olarak zıttı bile denebilirdi ama o yüz... Unutmamın imkânı yoktu.
Hayal beni bu yüzden mi buraya acil çağırmıştı?
Peki bu kız ne yapmaya çalışıyordu? Mert'i öptüğü yetmiyor, şimdide kancasını Eren'e mi geçirmeye çalışıyordu. Tarzını değiştirmesinin nedeni bu muydu? Sonra sırada kim vardı? Doğu mu?! Onun içinde astıma yakalanmayacaktı herhalde?!
Yoğun bir öfke demetini sunan kişilere doğru yönümü değiştirdim.Sandalyelerin arasından kıvrıla kıvrıla yürüdüm ve ikisinin de yüzünü net olarak görebileceğim bir yerde durdum. İlk anda beni fark etmeyen ikiliden, göz göze geldiğim ilk isim Efsa'ydı. Yüzünde gram makyaj yoktu ya da doğal makyaj da tam bir profesyoneldi. Alışılmışın dışında da bir görüntüsü vardı ve bu hali kesinlikle onda sırıtmamıştı. Sanki gerçek olan bu haliydi ve özüne dönmüştü. Bakışından, duruşuna kadar bambaşka bir kız karşımdaydı. "Eflal." Efsa'nın dudaklarından dökülen tek ses, şaşkınlık nidasını andıran ismimdi. Onun bu tepkisine karşılık Eren'de bakışlarını bana çevirdi ama kardeşim dediğim adamın üzerine her zamanki rahat tavrı yapışmıştı. Basıldığının farkında değil miydi bu çocuk?
"Eflal."
Aynı onun ses tonuyla "Eren," dedikten sonra "Hayırdır, derse girmemişsin," diye sordum. Deli gibi neden burada olduğunu merak etsem de sesimin ilgisiz çıkması için büyük çaba harcıyordum.
"Sende öyle."
Meydan okumasına karşılık gözlerim hafifçe kısıldı.En azından benim geçerli bir nedenim vardı. Peki ya onun? "Ben Serkan Hoca'nın göreviyle uğraştığım için girmedim." Efsa'ya doğru kısa, iğneleyici bir bakış attım ama aldığım karşılık kafamı karıştırıcıydı. Dış görünüşünü değiştirmesi kolaydı ama o sanki tamamen yenilenmişti.Bir insanın mimikleri bu kadar kısa sürede farklılaşabilir miydi? Bana öyle bir bakıyordu ki, içimdeki kesikleri görmeye çalışır gibi, aynı anda da kendi kesikleri görülmesin diye set çekerek. Sanki yıllardır beni görmemiş gibi özlemle, ilk kez karşılaşmışız gibi merakla.
Ne yapmaya çalışıyordu bu kız?
Bakışlarımız aramızdaki bağı kopmak istercesine Eren'e döndüm ama hala onun beni, her hücremi görmek istercesine incelediğini hissediyordum. Bu fazlasıyla rahatsız ediciydi. "Peki ya sen?"Ses tonum, bu sorumun cevabını bilmesi gerekiyormuşçasına kuşkuluydu.
"Emin ol ilgilenmemiz gereken final notlarından daha önemlikonular var."
İlgilenmemiz... Biz... Ne zamandan beri çoğul eki kullanacak kadar yakınlaşmışlardı?
Ucu açıktaki bir kabloya dokunmuşum gibi gerildim ve bunu gizlemek benim gibi biri için zordu. Çok zor. Yalancı bir düşünme sesi çıkarırken "Final notlarından daha önemli," dedim."Madem beyin fırtınası yapıyorsunuz, benimde aranıza katılmam sorun olmaz herhalde." Ayrı ayrı vurguladığım imalı kelimelerime cevap vermelerini beklemedim ve boş bir sandalye bulabilmek için arkamı döndüm. Yan masaların birinden aldığım sandalyeyle geri döndüğümdeyse, dile dökülmeyenin tenhalığından kaçırılan bakışların birbirine kenetlendiğini fark ettim. Efsa'nın uzun kirpikleri, kardeşimi hapishane parmaklıkları gibi içeri hapsetmişti. Hoş Eren'de firar edecek gibi durmuyordu. Bakışlarla anlaşacak hale geldilerse, durum düşündüğümüzden de vahimdi. Kaşla göz arasında çocuğu okuyup üflüyor muydu bu?
"Eflal!"
Eren, yabancılara karşı kullandığı soğuk sesiyle ilk kez bana seslenmişti. Sandalyeyi yanlarına sürüklerken duraksadım. Fazla ileri gittiğimi ima eden bakışlarıyla "Özel bir şey konuşuyoruz. Önemli ve özel. Seninle evde görüşelim mi?" diye sordu. Hem sinirlenmeme hem de savunmaya geçmeme neden olan şey, ağzından çıkan kelimeler silsilesiydi.Özel bir şey... Hiç tanımadığı birinin karşısında beni alçaltacak kadar önemli bir şey... Ayaküstü beni kovmuştu ya... Bunun bedelini fena ödeyecekti.
"Görüşmeyelim Eren."
Sandalyenin ayaklarını sert bir şekilde yere vurarak bıraktım. "Mümkünse evde de görüşmeyelim."
Sert ve keskin bir dönüşün ardından, masaların arasından insanları ite kaka, dış kapıya doğru yürüdüm. Daha fazla bu ortamda durmak, bu ikili ile aynı havayı solumak istemiyordum. O kız için nasıl beni kovardı? O kimdi ki? Kim?!
Öfkenin başlattığı kıvılcım, damarlarımda dolaşırken azgın bir yangına dönüştü. Ateşi öyle güçlüydü ki dışarı çıktığım an, tanıdık bir dost gibi beni sarmalayan soğuğu bile hissetmeyecek kadar uyuşturuyordu. Buna minnettar olacağıma donarak ölmeyi tercih ederdim. Nereye gittiğimi bilmeden yürürken, ardımdan koşan adım sesleri hissettim. Eren'in olduğunu düşünerek durmadım. Arkama bakmadım. Sadece yürümeye devam ettim. Bir süre sonra kolumun can havliyle kavranması ve nefessizlikten kireç gibi bir yüze sahip Hayal'in önüme geçmesi bir oldu.
"Nereye gidiyorsun?"
O kadar hızlı soluk alıp veriyordu ki elleri güçsüz bir şekilde kıpırdıyordu. Kızgınlığım buraya kimin için geldiğimi unutturacak kadar büyüktü. "Beni bu manzara için mi çağırdın?!" Sitemli sesimi duymasa da bakışlarımdan hissettiğini biliyordum. "Sana bir şey oldu sandım Hayal!" Göz bebeklerini kaplamış özrün ardından başını hayır anlamında salladı.
"İnan bana da sürpriz oldu ama sanırım nedenini biliyorum."
Ardından elini göğsüne bastırıp, derin bir nefes aldı.Sanki söyleyecekleri için güç topluyordu. "Her şeyi Arel'e anlattım ama onun aklına yatmayan şeyler oldu. Sanırım Eren'in de var.O kızla ilk gördüğümde beynimden vurulmuşa döndüm ama Arel'le konuşunca... Yani Eren'in şu anda orada, Nagehan Hanım'la ilgili bir şeyler öğrenmek istediğine adım kadar eminim. Bizde seni bu yüzden çağırdık."
Bir kargaşa ellerinden aktı gitti. "Beni mi?" diye sorduğumda başını evet anlamında salladı. "Atakan'la konuşmamız gerekiyor?" Gözlerim hayretle açılırken kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Konunun benimle nasıl bir alakası olduğunu düşünmeden edemiyordum. "Sonuçta Nagehan Hanım'ı,Efsa'dan sonra en iyi tanıyabilecek kişi o."
"Anladım da... Benden ne istiyorsun?"
Çaresiz bir bakışla "Eflal, yalnız gidemem. Biliyorsun," dedi. Yanındaki yalı kazığı mıydı? "Arel yanında ve Atakan onun arkadaşı," diye cevap verdiğimde'senin gelmenle aynı şey mi?' der gibi baktı."Sende benim kardeşimsin." Gerçekleşmeyecek sandığı bir dileğin acısını gözlerinde taşıyordu. Sanırım duyacaklarının içine ekeceği hislere ihtiyacı vardı ve her zamanki gibi benimde yanında olmama...
Sıkıntılı bir nefes alırken ne zaman konuşacağımızı sordum.Bir anda parıldayan ifadesiyle "Şimdi.Bir an önce gerçeği öğrenmek istiyorum," dedi. Gerçekten hevesli görünüyordu ama kursağında kalacağını "Şu an olmaz. Serkan Hoca'nın final notlarını dağıtmam lazım," diyerek vurguladım. En ufak bir mimiği değişmezken "Tamam beraber dağıtalım. Sonra da gideriz," dedi. Gideriz mi? Nereye diye düşünürken Atakan birkaç gündür olur olmadık yerlerde karşıma çıkmadığını hatırladım.Toptan okula mı gelmemişti bu çocuk? Hem de final haftası gelip çatmışken...
"Tamam ama önce kantin fotokopileri almamız gerekiyor."
* *
EFSA
Eflal yanımızdayken odaklanabildiğim tek konu; anneme benzediğini öğrenmemdi.Babamın söylediğine göre, duruşuyla, bakışıyla, konuşmasıyla hatta gülüşüyle tam olarak annemin gençliğiydi. Ona öyle bir açlıkla bakıyordum ki içimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyordum.
"Görüşmeyelim Eren."
Bakışları kadar sert bir biçimde sandalyeyi bıraktı.Dış görünüşü anneme benziyordu. Peki karakteri? O da birebir aynı mıydı? Konu sevdikleri olduğunda canını ortaya koyan, sevmediği bir durumdaysa canını çıkaran biri miydi annem? İstediğini elde edemediğinde o da mı karşısındakini düşünmeden kırıp dökerdi?
"Mümkünse evde de görüşmeyelim."
Eflal ile göz göze geldiğim anda yüreğimin ortasına anlam veremediğim bir ağırlık çöktü. Zihnimin en derinlerindeki anılar huzursuzlanıyordu. Sanki oyalandığım her dakika ondan, bizden bir şey çalıyordu. Hayatta her zaman ikinci bir şansın olurdu. Onun adı yarındı.Değiştiremeyeceğimiz bir geçmiş geride dururken biçimlendirip sahip olabileceğimiz bir gelecek bizi bekliyordu.Geçmişimi yarmış, şimdimi açmış olabilirlerdi ama yarın hala bizimdi ve onu almalarına asla izin vermeyecektim.
Tam kalmasını söyleyecekken bir hışımla arkasını döndü ve hiddetle yürümeye başladı. Bunu kafeden çıkana kadar sürdürdü. Arkasından söyleyeceğim kelimelerle bakakaldım.
"Eflal'in kusuruna bakma. Tepkilerini verirken bazen aşırıya kaçabiliyor. Aslında kötü biri değildir."
Kötü biri olduğunu düşünmüyordum ama kişilik olarak eksiklerini telafi edecek beceriye sahip olmadığının da farkındaydım. Bunun nedeni belki de bir rol modelinin olmamasıydı. Sonuçta babasını hiç tanımamış, annesini daha kendini bilmezken kaybetmiş bir kız çocuğundan bahsediyorduk. Büyüyememişti ki nerede nasıl tepki vereceğini bilsin...
"Peki nasıl biridir?"
Eren parmakları arasında döndürdüğü boş karton bardakla oynamayı bıraktı. Bakışları kuşkuyla doldu. Sormamam gereken bir soruymuş ya da yersiz olmuş gibi bakıyordu. "Eflal mi?" Oysaki bana göre yerinde bir zamandı. Konuya bir yerden girmem gerekiyordu. Hazır ailelerden, karakterlerden, özellikle de anne – kız ilişkilerinden bahsederken yönümüzü bize çevirmenin sırası gelmişti.Başımı onaylarcasına salladım. Arkasına yaslandı. Gözlerimin içine ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine baktı. Bir yandan da düşünüyor gibiydi.
"Sakar."
Kahkahasını son anda yakalamış gibi dudaklarını birbirine bastırdı. Okulun ilk günü de bu konuya takılmıştı. Sanırım kardeşim düşündüğümden de dikkatsizdi. Merak dolu bir ifadeyle gülümserken ilgili oluşumu gizlemeye çalıştım. "Deli dolu, aslında fazla deli ve dolu diyebiliriz," dediğinde garipseyerek "O ne demek?" diye sordum.
"Delilik konusunda gözü karadır. Sevdikleri için gözünü kırpmadan kendini tehlikeye atar, sonunda başına bela açacağını bilse bile... Bu da sevgiyle dolu olan yüreğinden geliyor bence."
Babamın anlattıklarını hatırlayınca, kardeşimin anneme her anlamda benzediğine emin oldum. Anladım demekle yetindim. Eren hafifçe kaşlarını çatarak "Neden merak ettin?" diye sordu. Önemli bir şey değil dercesine omuz silkerken "Tanıdığım birine çok benziyor," dedim. "Karakterinin de benzeyip benzemediğini merak ettim." Eren benzeyip benzemediğini sorunca burukça gülümsedim. "Benziyormuş."
"Öyle mi? Kim?"
Eren'in ilgisine hazırlıksız kalamamıştım. Bu konuşmanın bu kadar kolay istediğim yere geleceğini hesaba katmadığım için kısa bir an düşündüm. Cevap vermeli miydi? Gerçekten zamanı mıydı? O an kaybedecek hiçbir şeyim olmadığını hatırladım. Eflal'in ise kazanacak çok şeyi vardı. Kaderin haksızlığını devam ettiremezdim.
"Anneme."
Bu isim dilimden dökülür dökülmez, yokluğunu daha fazla hissettim. Terk edilmişlik kor bir ateş gibiydi. Her daim biraz daha yakarken eksilmeye başlardınız. Yerini sadece acı ile doldururdunuz. Annemin yokluğunu kendimi bildim bileli kalbimde bir aksesuar gibi taşıdım. Buna alışmıştım alışmasına ama şu an iğnesi batıyordu. Gözlerimin ister istemez buğulanmasına, sesimin titremesine neden oluyordu. Eren yanlış bir şey sorduğunu düşünerek özür diledi. Başımı iki yana sorun olmadığını belli edercesine salladım. "Sorduğun iyi oldu. Bende senden bu konu hakkında yardım isteyecektim." Afallamış bir şekilde "Annenhakkında mı?" diye sordu.Ondan başka tutunacağım bir dal yoktu ki... Cesaret bulmak istercesine derin bir nefes aldım. İşte geliyordu.
"Az önce giden kardeşim hakkında."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now