Ana Dilim Aşk 1 ❤ 7

100K 3.5K 261
                                    

EFSA

Paylaşımcı biri değildim. Sanırım bu durum tek çocuk olmamdan kaynaklıydı. Paylaşmayı sevmiyordum. Eşyalarımı benden başka kimsenin kullanmasına izin vermem, aynı oda da birkaç kişi kalmam, arkadaşlarımın birbirlerini sevmelerine katlanamam, babamı paylaşma düşüncesini aklıma bile sokmazdım. Özellikle cici annemin babama olan temasları tahammül sınırlarımı bir hayli zorluyordu. Şimdi bunlara Atakan da eklemişti. Onu biriyle paylaşmam, dip boyam gelmişken dışarı çıkma ihtimalimden bile düşüktü. Ki ben orijinal sarışındım. Yani dip boyaya ihtiyacım yoktu. Yani Atakan'ı paylaşmam o kadar imkansızdı... Bu yüzden kıskançlığımın dozunu ayarlayamıyordum. Geçen gün yaşadığımız olay yüzünden Atakan benimle arasındaki duvara bir sıra tuğla daha koymuştu. Bu çocuğun duvarlarını yıkmaya çalıştıkça sanki daha da sağlamlaştırıyordum. Ama elimde değildi. O kıza olan bakışları vurgun yemiş gibi hissettirmiş, bir şeyler yapmam gerektiğini düşündürmüştü. Tamam belki ipin ucu kaçmıştı. Keşke hoşlandığımı gizleyebildiğim gibi, kıskançlığımı da dizginleyebilseydim. Of of. Dünden beri Atakan'la aramızı düzeltmek için ne yapacağımı düşünmekten kafayı yemiştim. Sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfır.
Okulun otoparkına arabamı çektim. Bir çırpıda babetlerimle topuklu ayakkabılarımı yer değiştirdim. Aklıma Atakan'ın geçen günkü uyarısı geldiğinde kısa bir an tekrar babetlerimi giymeyi düşündüm ama yeni bir imaj sahibiysem, topuklulara olabildiğince hızlı alışmam gerekiyordu. Bu yüzden vazgeçip saçlarıma yöneldim. Ellerimle şekil verdikten sonra rujumu tazeledim. Her şeyin tamam olduğuna emin olunca da arabadan indim.
Amerika'daki en yakın arkadaşım Angelina'yla mesajlaşarak kafeteryaya doğru ilerledim. Beklemediğim anda önümden bir şeyin geçmesi ve telefonumun elimden havalanması bir oldu. Bir saniye, yalnızca bir saniye aklımdan babamın bir daha telefon almayacağıyla ilgili olan sözleri geçti. Korkuyla iç çekip yakalamaya çalıştım. Telefonum gözlerimin önünde çimlerin üzerine düştü. Birkaç santim ötesi betondu ve ben gerçekten ucuz yırtmıştım. Elim, gümbür gümbür atan kalbimin üzerine giderken gözlerim önümden kaykayı ile geçen çocuğun üzerindeydi.
''Dikkat etsene ya!''
Beysbol şapkalı çocuğun ardından bağırdıktan sonra eğilip telefonumu yerden aldım. Bir şey olmuş mu diye bakarken tekerlek sesleri duydum. Omzumun üzerinden öfkeyle çocuğa ve daha sonra ayağının altındaki kaykaya baktım.
''Bu yollar kaykayla gezmen için yapılmadı.''
Öfkeli halimden fazlasıyla zevk alıyormuş gibi duran çocuk, kaykayının üzerinden indi ve ucuna basıp eline aldı. ''Telefon da yolda oynanmak için yapılmadı.'' Ses tonunda tüylerini diken diken yapan bir tını vardı. Fazla erkeksiydi.
''Bu yaptığını haklı çıkarmaz.''
Ukala bir şekilde dudaklarının kenarı kıvrılan çocuk ''Seninkini de,'' deyince kaşlarımı çattım. Hem suçlu hem güçlü buna deniyordu sanırım. Kollarımı sinirle göğsümde bağlarken ''En azından bir özür dile,'' dediğimde kaşları havalanırken ''Dilemesi gereken kişi sensin,'' diye cevap verdi. Öfke yavaş yavaş bedenimden tırmanmaya başlamıştı. Dudaklarım aralanırken ''Bana çarpacak olan sendin,'' dedim ve ''Yoluma çıkan sendin,'' diye karşılık aldım. Sinirle inlerken ayağımı yere vurdum. ''Şaka mısın ya sen?''
''Eren hadi oğlum ya. Derse geç kalacağız.''
Gözlerim arkasındaki söylenen çocuğa kaydı. Ben bu tipleri nereden hatırlıyordum ki... Tekrar bakışlarımı ukala dümbeleğine çevirdim. Gülmemek için alt dudağını ısıran çocuk başını iki yana salladı. Şu anda sinirli olmasam çok seksi gözüktüğünü düşünebilirdim ama maalesef ki gıcığın önde gideni olması tüm karizmasını yok ediyordu.
Kaykayını sesli bir şekilde yere bırakmasıyla irkilip düşüncelerimden ayrıldım. ''Senin kadar olamam,'' deyip üzerine atladığı tahtayı ustaca sürüp arkadaşına doğru ilerledi. ''Gıcık!'' diye ardından bağırdım.
''Efso!''
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Allah'ım resmen bir takma isme sahiptim ve ne gariptir ki adımla aynı uzunluktaydı. ''Ne oldu?'' diye sorarak benim baktığım yöne başını çevirdi. ''Kime bağırıyorsun?''
Sinirle en yakın arkadaşıma döndüm. Söylemek istediğim çok şey olmasına rağmen o çocuğa haddinden fazla zamanımı harcamıştım.
''Bir şey yok. Hadi gidelim.''
Kafeteryaya doğru yürürken Rüya bana yetişti. Atakan'ı hiçbir yerde göremedim. Arel'i de öyle. Bir tek Asrın okuldaydı. O da yanındaki kızla fazla haşır neşir olmuştu. ''Birazdan ders başlayacak,'' diyen Rüya'ya cevap vermeden etrafı kolaçan etmeye devam ettim.
''Girmeyecek miyiz?''
Atakan derste olabilir miydi? Sanmıyorum. Okulda olsa Asrın kesinlikle onun yanında olurdu. ''Şu anda ders havam yok. Sen istiyorsan gir.'' Boş olan bir masaya doğru ilerledim. Okulu bir gün bile ekmeyeceğini söyleyen çocuk dersi kaçırdıysa eminim ki, bir sonraki ders için bu kafede beklemeyi tercih edecekti. O zaman bende gelene kadar, burada oturur, onu beklerdim.
* *

ATAKAN

Başka bir kız olsa, eve bırakma teklifini sormama bile gerek kalmazdı. Çünkü onlar sorardı ama bu kızlar, gerçekten farklıydı. Üzerimi değiştirirken kapı kapanma sesi duymuştum. Önce yanıldığımı sanmıştım ama evin içinde en ufak bir kıpırtının olmaması duyduğum sesin doğruluğunu kanıtlamıştı. O saatte otobüs bulmaları zor, evlerinin nerede olduğunu bilmesem de, yürümelerinin imkansız olacağını düşündüğüm için aşağıdaki güvenliklere telefon açmış, bir taksi çağırtmıştım. Ücreti neyse benim ödeyeceğimin de altını çizmiştim. Kızların giriş kapısına doğru yürümesini iki karıncayı izler gibi takip etmiştim. Neyse ki taksi tam zamanında gelmiş ama tahmin ettiğim gibi kızlar binmek için tereddüt etmişti. Eflal sanki görebilecekmiş gibi arkasını dönüp başını yukarı kaldırmıştı. Bir an gerilemiş, daha sonra yaptığım salaklığı fark edip pencereye daha çok yanaşmıştım. Neyse ki bir süre sonra araca binip rezidanstan ayrılmışlardı. Bende kaldığım yerden hazırlanmama devam edip kendime bir kahve yapmıştım ve yaklaşık bir saattir sabah haberlerini izliyordum. Gözüm sürekli döşeme üzerindeki kırık cam parçalarına takılıyordu. Sanırım çıkarken evin temizlenmesi gerektiğini söylesem iyi olacaktı.
Ayak sürüme sesine eşlik eden esnemeyle salona giren Arel ''Günaydın,'' dedi. Kendini bir un çuvalıymış gibi koltuğa bıraktı. Gözünü ovuştururken ''Kızlar uyanmadı mı?'' diye sordu.
''Gittiler bile.''
Duraksadı. Sanki ana avrat sövmüşüm gibi bana bakarken ''Gittiler mi?'' diye sordu. ''Sende izin mi verdin?''
''Ne yapacaktım?'' Bitmiş olan kahve bardağımı mutfağa götürmek için ayağa kalktım. ''En azından kahvaltı yapmak için kalmaya razı edebilirdin. Ne biçim ev sahibisin sen? Tanrı misafirine böyle mi davranılır?''
Bardağı tezgaha bırakırken ''Onlar senin misafirindi,'' dedim. ''Malak gibi uyumak yerine erken kalkıp gitmelerine mani olsaydın.'' Arel gözlerini kısarken ''Kaldırsaydın o zaman,'' dediğinde derin bir nefes aldım. ''Ne biçim arkadaşsın sen?'' Önce ev sahipliğimi, şimdi de arkadaşlığımı sorgulayan çocuk anlayamadığım bir şekilde söylenmeye başladı. Aralarından cımbızla çektiğim kelimelerden, bugün kızlardanbenim kabalığım adıma özür dileyeceği ortaya çıkıyordu. ''Hadi kalk o zaman,'' Arel kendi kendine konuşmayı bir kenara bırakıp neyi kast ettiğimi anlamaya çalışırken ''Dersten önce kahvaltı edelim,'' diye devam ettim. İfadesi değişti. Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye der gibi elini salladı. Onun gibi yemek yemeye bayılan birinin bu teklifi reddetmesi sadece gıcıklığınaydı. Aklı sıra kızları kahvaltıya götürmediğim için bana vicdan yaptıracaktı.
''İyi sen bilirsin. Yürü okula gidelim o zaman.'' Vicdan yapmayacağımı anladığı için saniyesinde ifadesi değişti. Koltuğun omuz kısmından atlayıp benim tarafıma geçti.
''Kahvaltısı beş numara on yıldız olan çok güzel bir yer biliyorum. Hadi gidelim.''
* *
Arel'in yol boyunca ballandıra ballandıra anlattığı yer gerçekten de kahvaltının hakkını vermişti ama bu bize iki derse mal olmuştu. Kahvaltımız biter bitmez soluğu okulda almıştık. Daha dersin bitmesine zaman olduğu için, her zaman gittiğimiz kafeteryaya ilerledik. Gözlerimi sürekli kampüsün bahçesinde dolaştırıyordum. Eflal'i aradığımı fark ettiğimde duraksadım. Neden? İki gündür tanıdığım birine neden bu kadar ilgi duyuyordum? Etrafımda tonla kız vardı ve o aralarındaki en basit olanı oydu. Dikkat çekecek hiçbir şeyi yoktu ki. İri gözleri ve gülümsediğinde ortaya çıkan derin gamzeleri dışında hiçbir şey...
''Atakan.''
Arel'in seslenmesiyle düşüncelerimden ayrılırken ''Bir şey mi oldu?'' diye sordu. Başımı hayır anlamında sallarken ''O zaman ne çattın kaşlarını?'' dedi. Kaşlarımı çattığımı bile arkadaşım sayesinde hissediyordum. Gelir geçer bir hissi arkadaşıma anlatarak kafasını bulandırmaya gerek yoktu. Bu yüzden ''Hiç,'' diye cevap verip yürümeye devam ettim. Efsa ve Rüya'nın kafeteryada oturduğunu gördüğümde o tarafa doğru yöneldim. Kendi aralarında konuşan kızlar, bizi fark etmeleriyle sustular. Efsa ayağa kalkıp azarlar gibi ''Nerede kaldın Atakan ya?'' diye sordu. ''Hani hiçbir dersi kaçırmayacaktın.''
Beni mi düşünüyor, hesap mı soruyor karar veremedim. Belki de sadece geçen günkü olayı unutturmak için ilgiliymiş numarası yapıyordu. Emin değildim. Boş sandalyelerden birine oturdum. Arel'de yan masadan rica ettiği sandalyeyi bizim masaya taşıyıp yanıma oturdu. ''Asrın'ı gördünüz mü?''
Sorusunu karşılıksız bıraktığım Efsa, yerine otururken ''Derse gittiğini söyledi,'' dedi. Sesi bozulduğunu belli ediyordu. ''Siz neden girmediniz?''
''Sizi bekliyor-''
''Eminim yine ders olmayacaktı.''
Efsa, Rüya'nın konuşmasını kesti. Kız afallamış bir şekilde bakarken Efsa ona dikkatli bir şekilde baktı. Gözleriyle vereceği mesaj bittikten sonra bize doğru döndü. ''Tekrar tekrar kendimizi tanıtmaktan sıkıldığımız için girmeyelim dedik,'' dediğinde Arel lafa karışıp ''O zaman okula gelmeseydiniz,'' diye bir teklifte bulundu. Efsa babası yüzünden okula gelmek zorunda olduğunu anlatırken yine kendimi o iri gözlü kızı ararken bulmuştum.
''Hayalleri hiçbir yerde göremiyorum ya.''
Arel'in fısıltıyla söylediği cümleye boş bulunup ''Bende,'' diye iç geçirdim. Saniyesinde yaptığım salaklığı fark ettim. Şaşkınlığını gizleme gereği duymayan arkadaşım başını bana doğru çevirdi. Dudaklarının kenarı muzipçe kıvrılmıştı. Bir şey söylemesine izin vermeden ayağa kalktım.
''Birazdan ders başlar. Hadi gidelim.''
* *

EFLAL

Sanki yıllardır uykusuzdum ve uyku açlığımı birkaç saatin içine sığdırmaya çalışmıştım. Yavaş yavaş kendime gelirken hala yorgun olduğumu hissediyordum. Uzakta yankılanan ayak sesleri duydu; yaklaştıkça daha etkili ve sert gelmeye başladı. Kapının tıklatılmasıyla gözlerimi araladım.
Beni karşılayan tek şey karanlıktı. Dehşetle iç çekerek yataktan doğruldum. Saati dışarıdan sızan ışıkta görmeye çalıştım. Sekize geliyordu. Allah'ım uyurken akşamı etmiştim ve işin kötüsü alarmı duymayıp işe geç kalmıştım. Panikle ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarımın pikeye dolandığını fark etmem birkaç saniyemi almıştı. Dengemi kaybedip yere düşerken acıyla inledim. Kapı sert bir şekilde açıldı ve etraf bir anda ışıl ışıl oldu. Gözlerimin buna tepki olarak kısıldı. Hayal'in yatağı topluydu. Ne zaman uyanmıştı ki?
''Eflal.''
Mert'in telaşlı sesine cevaben iki yatağın arasından elimi kaldırıp ''Buradayım,'' dedim. Sesimden acı çektiğim belli oluyordu. Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Mert'te bana yardım etmeye çalıştı. Allah'ım nasıl bu kadar sakar olabilirdim. Üzerine düştüğüm kolumu ağlamaklı bir şekilde ovalarken ''Çok acıyor,'' dedim. Mert koluma bakarken ''Sıyrılmış,'' dedi. Dudağımı büzerek sürtünen yere baktım. ''Korkma yaşayacaksın.'' Kanadı kanayacak gibi duran yara buğulanmaya başladı.
''Ufak bir yara için ağlamayacaksın herhalde değil mi?''
Sulanmış gözlerimi Mert'e çevirip ''Ama acıyor,'' dedim. Sesimi çocuksu yapmamdan dolayı matrak bir kahkaha atan Mert ''Geçer,'' dedi. ''Neden adam gibi yataktan kalkmıyorsun ki?'' O an işe geç kaldığım aklıma gelirken gözlerim fal taşı gibi açıldı. ''Geç kaldım,'' diyerek dolabıma doğru koştum.
''Mert odadan çıkar mısın? Yoksa Erdal Abi beni işten çıkaracak.''
Sanki aksini söylemişim gibi yatağıma oturdu. Belli belirsiz bir tebessümle beni izlediğini fark edince ''Mert,'' dedim. ''Kovulmamı mı istiyorsun?'' Başını iki yana sallayan çocuk yatak başıma yaslandı ve telefonunu şarjdan çıkardı.
''Mert!''
''Eflal,'' Mert gözlerini telefonundan ayırmadan ''Kovulmanı isteseydim. Erdal Abi'den senin adına izin almazdım,'' dedi. Doğru mu duymuştum? ''İzin mi aldım dedin sen?'' diye sorduğumda başını evet anlamında salladı.
''Geç kalacağımı nereden biliyordun?''
Kısa bir an bana baktı. Derin bir nefes aldıktan sonra ''Biliyorum işte,'' dedi. Beni benden iyi tanımasına bazen anlam veremiyordum. Elimdeki kotu yerine koyup dolabın kapaklarını kapattım. Mert telefonuyla ilgilenmeye devam ederken Hayal'in yatağına oturdum.
''Erkencisin,'' dediğimde kaşları hafifçe çatılan Mert'e ''İş bulamadın mı?'' diye sordum. Cevap vermedi. Telefonda okuduğu şey neyse dikkati tamamen onun üzerindeydi. İfadesi birden değişmişti. Çenesi kasıldı, gözleri kısıldı. Sanki bedeninin her hücresi gerilmişti.
''Mert?''
Kıpırdamadı. Yaptığı tek şey hızla nefes alıp vermek, gözlerini kırmak istiyormuş gibi telefona dikmekti. Yavaşça ayağa kalkıp yanına oturdum. Bedenlerimizin arasında en fazla on beş santimetre olmasına rağmen sanki kilometrelerce uzağımda oturuyor gibiydi. Ürkekçe dizine dokunup tekrar seslendim. Bana hiddetle baktı. Tepki olarak nefesimi tuttum. Gözlerinde katıksız bir nefret parlıyordu. Onu bu kadar sinirlendirecek şeyin ne olduğunu düşündüm. Gözlerim kısa bir an telefona kaydı. Mert onu o kadar sıkı tutuyordu ki, biraz daha zorlarsa kırabilirdi.
''Gençler hadi yemeğe- Mert?!''
Eren olanları anlamaya çalışır gibi kaşlarını çatarken ''Ne oldu?'' diye sordu. Mert ona da cevap vermeyip sanki her hücremi inceliyormuş gibi bana dik dik bakıyordu. Korkmaya başlamıştım. Çaresizce Eren'e baktım. Bana dışarı çıkmamı işaret edince ayağa kalktım. Aniden kolumu kavrayan elle tekrar yatağıma oturmuştum.
''Oğlum ne yapıyorsun kıza?''
Acıyla yüzümü buruşturdum. Tam on ikiden vurmuş gibi sürtünen yeri kavramıştı. Mert kolumu o kadar sıkıyordu ki, eklem yerleri bembeyaz kesilmişti. ''Mert,'' diyerek kolumu çekmeye çalıştım. Koparmak istercesine daha çok sıktı. Çenesinin altında atan damarı görebiliyordum. Kalbim düzensiz bir ritimde çarpmaya başladı.
''Demek dün gece Hayal kaza geçirdi ve hastanede sabahladınız?''
Biz bu konuyu halletmemiş miydik? Yine nereden çıkmıştı. ''Atakan ve Arel denen itler, hastanede yanınızda olduğu için bize haber vermediniz öyle mi?'' İkidir hastaneyi ayrı bir şekilde vurguluyordu. Gözlerim dolmaya başlarken ''Canımı acıtıyorsun,'' dedim. Mert sanki kendinde değildi ve ben söyleyene kadar canımı acıttığını fark etmemişti. Kolumu itercesine bıraktı. Resmen parmaklarının izi koluma çıkmıştı. Öfkeyle ayağa kalktı. Ayaklarını sertçe vurarak kapıya doğru ilerledi. O sırada yataktaki telefon dikkatimi çekti. Onu bu kadar sinirlendiren şeyi görmek için telefonu elime aldım. Tuş kilidini açtığımda karşıma bir mesaj çıktı.

Gönderen: 0520 400....
Ben Arel. Bugün okulda bakındım ama yoktunuz. Aradım telefonun kapalıydı. O yüzden mesaj atıyorum. Ya sabah için Atakan'ın kusuruna bakmayın. Evi var ama sahibi olamamış öküz. Kahvaltı etmeden gitmenize izin vermiş. Misafirperverlikten nasibini alamamış varlık. Neyse. Umarım gece sizi rahat ettirebilmişizdir. Bu arada Hayal nasıl?


Allah kahretsin. Allah kahretsin. Allah kahretsin.
Lütfen bu bir rüya olsun. Bilinç altım yalan söylediğim için bana baskı kursun ve böyle bir şey görmeme neden olsun. Okuduklarım gerçek olmasın Allah'ım lütfen. Mert bu mesajı okumuş olmasın. Başımı kaldırdım. Oda boştu. İçeriden Eren'in sesi geliyordu. Kulak kabarttım. Mert'e nereye gittiğini soruyordu.
Kapı kapanma sesi evin duvarlarında yankılandı.
Hızla ayağa kalktım ve depar atarak odadan çıktım. Ufak koridoru ilk kez bu kadar hızlı geçmiştim. Salondan çıkan Doğu bana çarpmamak için geriye çekildi. Görünürde ne Eren ne de Mert vardı. Kapıyı açtım. Çıplak ayaklarımla merdivenleri indim ve kendimi apartmandan dışarı attım.
''Mert!''
Yağmur çiseliyordu. Etrafa bakınırken hızla yürüyen iki kişiyi gördüm. ''Mert!'' Hem bağırıyor hem de ıslak asfalt üzerinde koşuyordum. ''Mert!'' Bir an düşecek gibi oldum ama son anda toparladım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Her atışı acı veriyordu, sanki bu acı tüm bedenimde hissediliyordu. Ayaklarımın altı acımaya başladı. Mertlerin yoldan geçen bir dolmuşu durdurmaya çalıştığını gördüğümde hızlandım. Beni duymamaları imkansızdı. Duyuyor ve cevap vermiyordu ama pes etmeyecektim. Onu durdurana kadar seslenmeye devam edecektim.
''Mert!''
Bir anda ayağım bir yere takıldı ve havalandığımı hissettim. Çığlık attım. Başımı korumak için uğraşırken kolum boylu boyunca yere sürttü. O sırada gözlerim karardı. Sanki gökyüzündeki şimşekler benim kafamda çakmıştı ve duyduğum gök gürültüsü bunun eseriydi. Acıyla inlerken sırt üstü uzandım. Soğuğu ve ıslaklığı hissediyordum. Hala Mert'in adını sayıklıyordum. Kolumun ağrısı, kalbimin yanında bir hiçti. Ağlıyordum. Yüzüme çarpan yağmurdan bunu fark etmem birkaç saniyemi almıştı. Asfalta yapışmış gibi hissediyordum. Titreyen ellerimle yerden destek alarak kalkmaya çalıştım. Hali hazırda dibe doğru gidiyorken aldığım hiçbir soluk beni yüzeyde tutmaya yeterli değil gibiydi.
Bedenim boşaldı.
Her şey karardı.

ANA DİLİM AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin