Ana Dilim Aşk 2 ❤ 17

5.8K 287 45
                                    


MERT
Günlerdir, 'Benim' dediğim andan itibaren gittikçe içine daha çok çekildiğim bir girdapta debeleniyordum. Dönüp dolaşıyor, gittikçe yüzeyden daha da uzaklaşıyordum.Kendimi cevap bulmayı bekleyen konuların derinliğine öyle kaptırmıştım ki kurtulmaya çalışmak çok çaresiz gözüküyordu.Akışa bırakmak daha kolay gelmişti. Bir süre sonra boğulacağımın farkındaydım. Yine de yakalanacağıma emin olduğum tüm sorulardan kaçmaya çalışırcasına beynime set çekmiştim. Eflal'i ve onunla ilgili olan hiçbir şeyi düşünmüyordum. Ta ki İRON'a girdiğim anda aldığım mesaja kadar...
Neden her arkamı döndüğümde bu adamın yanında buluyordum onu? Ya da bu adam benim yokluğumu fark edip bunu nasıl fırsata çevirebiliyordu? Aralarında bilmediğim ne dönüyordu? Neden ikisi de bu yakınlıktan rahatsız değildi? Peki bu beni neden aklımı kaçıracağım kadar delirtiyordu?
"Seninle görüşemiyor olmamız, ne yaptığınla ilgilenmediğim anlamına gelmez."
Asansöre binene kadar Eflal'inyüzüne bakmadım ama her hareketini göz ucuyla izliyordum. Aynı benim tavrımla kapalı olan kapıya doğru başını çevirdi. "Neyin ne anlama geldiğini ben çözemiyorum," dediğinde 'Bu ne demek şimdi?'diye sorgulayan bakışlarım kendiliğinden Eflal'e döndü. O ise bana bakma gereği duymadan "Seni tanıyamıyorum artık," diye devam etti. "Günlerdir köşe yapmaca oynadığım adama ulaşabilmem aslında ne kadar kolaymış. Keşke buraya gelmeyi kendim akıl etseydim."
Buraya gerçekten Hayal'in zoruyla mı gelmişti? "Saçmalıyorsun," dediğimde ukala bir tebessüm dudaklarına yerleşti. "Saçmalayan biri olduğu kesin ama bu ben miyim, işte orası tartışılır." Boyundan büyük laflar etmeye başlaması korkutucuydu. O sadece gerçekten haklı olduğunu düşündüğü konularda bu kadar dik başlı olurdu. Peki haklı mıydı? "Neden benden kaçıyormuşsun gibi hissediyorum? Üstüne üstlük kaçmanı gerektirecek bir şey yapıp yapmadığımı bile bilmiyorum," derken hala son hızla inen asansörün kapılarına bakıyordu. Sanki bu konuşmada eksik bir şey vardı. "Konuşurken yüzüme bakar mısın?" Bu bir soru değil, daha çok uyarıydı.Eflalsitemkar bir ifadeyle kollarını göğsünün üzerinde bağladı. "Yüzünü görmemi istemiyorsun ya. Bende sana bakmıyorum işte." Hala içinde bir yerlerde o tanıdık, kaprisli kızın olması iyi bir şey gibi gözükse de benimle birkaç dakikadan uzun bir süre göz teması kurmamıştı. Bu kötüydü.
Asansörün yavaşlamasıyla kollarını serbest bıraktı. Çantasını omzunun üzerinde düzeltip durmasını bekledi. Kapıların tam olarak açılmasına izin vermeden kendini dışarı attı.Büyük büyük adımlar atıyordu. Sanki benim arkada olup olmamam umurunda değildi ama ben buna o kadar emindim ki...
İnatçı keçi!
Onun aksine daha yavaş adımlar atarak peşinden ilerledim. Rezidanstan çıkışını, soğuktan kendine sarılışını ve adımlarını küçülttüğünü görecek kadar yakındım. Gülümsememi saklama gereği duymadan arabaya doğru yönelmesini izledim.Günlerdir içinde olduğum karmaşanın, saatlerdir hissettiğim sinirin o an yok olmaya başlaması aslında kaçtığım tüm soruların cevabıydı. Eflal bana iyi gelen nadir şeylerden biriydi. Belki de en değerlisi. Nasıl beceriyordu bilmiyordum ama uzaklığıyla bile içimdeki eksikliği tamamlıyordu. Sadece varlığı yetiyordu uçurumdan farksız boşluklarıma...
Bakmadığında gözleri zihnimde, konuşmadığında sesi kulaklarımda, yokluğunda tüm benliği hafızamda belirse de, yanımda olması bir başkaydı. Kokusunu duymak dünyadaki en özel insan olduğumu hissettiriyordu. Beni düşündüğünü bilmek en şanslısı... Çelimsizliğine, inadına, sakarlığına, çocuksu kaprislerine, hatta birçok yalanını yakalamama rağmen ona karşı duyduğum güven yerinden bir gram kıpırdamamıştı. Sarsılmış olabilirdi ama hala oradaydı. Çünkü beni saf bir şekilde sevdiğini kelimelere dökmese dahi hissettiriyordu. Kıyamayışlarını o eşek gözleri o kadar açık ediyordu ki... Peki bu sevginin anlamı neydi? Kardeşlikten öte gelen bir dürtü müydü? Yoksa daha ötesi miydi?
"Soğukla ne alıp veremediğin var bilmiyorum ama aranıza girmek istemiyorum. Kapıyı açar mısın lütfen?"
Olduğum yerde mıhlandığımı ve soğuğun içime işlemeye başladığını o söyleyene kadar fark etmemiştim. Ağzından beyaz dumanlar çıkara çıkara konuşması değil de beni düşündüğünü fark ettiğim gözleri harekete geçmemi sağladı. Kapıları açıp arabaya doğru yürüdüm. Ben kendi tarafıma dolanırken Eflalyolcu koltuğundaki yerini aldı. Şoför koltuğuna oturur oturmaz arabayı çalıştırdım ve ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalışan kırmızı buruna destek olurcasına kaloriferi açtım.
"Haklıydın."
Ellerinin hareketini yavaşlatan Eflal'in bana bakmıyor olsa da tüm dikkatinin üzerimde gezindiğini hissediyordum. "Seni tanıyamıyorum artık derken haklıydın," dememle hareket etmeyi kesti ve derin bir nefes aldı. Haklı olmak istemediğini belli eden bir sitemdi bu. "Çünkü ben seni tanıdıktan sonra kendime hiç rastlayamadım." Keskin gözleri çatık kaşlarıyla birleşerek bana döndü. Ne söylediğimi sorgulamak yerine çemkirmeye hazırlanıyor gibiydi. "Hep seninleydim. Yardıma ihtiyacın olduğunda oradaydım. Güldüğünde, ağladığında, korktuğunda, mutlu olduğunda... Her anım seni düşünerek geçti. Daha fazla yanında nasıl olabileceğimi planlayarak... Gün geçtikçe kendi benliğim silindi sanki, daha çok sen oldum."
Eflal'in kaşları yavaşça gevşerken sorgulamak yeni aklına gelmiş gibiydi. Cesaretim kırılmadan konuyu toparlamak istiyordum. "Kaçtığımı düşünüyordun ya. Kaçtığım sen değilsin, sensizlik."
"Bensizlik mi?"
Başımı onaylarcasına salladım. "Bu zamana kadar abilik olarak düşündüğüm tüm bu sen olma kavramı, son zamanlarda beni farklı duyguların içine hapsetmeye başladı. Özellikle de yanında benden başka birilerini gördüğümde... Kıskançlıklarım eskisi gibi masum değil sanki. Korumacılığım benden bir parçaymış gibi... Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ve öğrenmeden de eskisi gibi davranmamın bize zarar verebileceğini hissediyorum." Eflal şaşkınlığını gözlerine taşırken bana bakmayı sürdürdü. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını bilmiyor gibiydi. Ama sanki benimkine benzer bir şeyler hissediyordu ya da ben öyle düşünmek istiyordum.
Derin, içimdeki buhranı azaltmak istediğim bir nefes aldım. "Seni okula mı bırakayım?" diye sorarak önüme döndüm. Elimi vitese koymamla üzerinde sıcacık bir dokunuş hissetmem bir oldu. Üst üste olan ellerimize kısa bir bakış attıktan sonra başımı minik bir tebessümle bana bakan kıza çevirdim.
"Öğrendiğinde nasıl bulduğunu bana da söyler misin?"
Sorusu karşısında kaşlarım hafifçe çatıldı. "Çünkü benimde ihtiyacım olacak."
* *
ATAKAN
"Artık konumuza dönebilir miyiz?"
Eflal apar topar yanımızdan ayrılmıştı ama etkisi onun kadar hızlı değildi. Evin içine hala gergin bir hava hâkimdi.Hayal hop oturup hop kalkarken tırnaklarını yemeği ihmal etmiyordu. Ben her zamanki sorgulamalarıma sıfırdan başlamış gibi beynimi meşgul ediyordum.Bu durumdan etkilenmeyen tek kişi ise hala konusunu çözme çabasındaydı.
"Merak etme bro, onlar abi kardeş."
Arel zihnimden geçenleri okumuştu okumasına ama zamanlaması berbattı. Düşüncelerini dillendirmek yerine başımdan aşağı buz gibi bir su dökmesini yeğlerdim. Kahretsin. Dudaklarını okuyup okumadığını anlamak için Hayal'e kaçamak bir bakış attım. Neyse ki kendi sıkıntılarıyla meşgul olduğu için sevgilisinin patavatsızlığını görmemişti. Belki de görmezden geliyordu. Sonuç olarak ikiside işime gelirdi. Arel'e gözlerimi dikip "Kapa çeneni" diye fısıldadıktan sonra telefonuma uzandım. Annemi arayıp konuyla ilgili bir giriş yapmadan arkadaşımın rahatlamayacağına artık emindim. Annemin numarasını tuşlarken bir yandan da Arel'e az önceki patavatsızlığı yüzünden öldürücü bakışlar atmayı ihmal etmedim.
Telefon çaldı, çaldı, çaldı.
Tez canlı olan annem için ardı ardına üç çalış çok fazlaydı. Klinikte olsa bile... Tam kapatmak için telefonu kulağımdan çekerken annemin açtığını fark ettim ve hemen eski pozisyonumu aldım.
"Alo? Aloo? Atakan?"
Nefes nefese gelen sesi endişesini daha da vurguluyordu. Arkadaki gürültülere bakılırsa hastanedeydi ama bu annemin kısmı için abartılı bir ses kalabalığıydı. "Alo anne. Buradayım." Derin bir nefes alan kadın "İyi misin oğlum? Neden konuşmuyorsun?" diye sordu. Uğultulardan sesini algılamak o kadar zordu ki...
"İyiyim iyiyim. Müsait değilsin sanırım."
"Vizitedeydim ama acile zincirleme bir kaza bilgisi geldi. Arabaların birinde hamile bir kadın varmış. Onun gelmesini bekliyorum."
"Tamam, daha sonra konuşalım."
Arel'in kaş göz yaparak hayır demesini görmezden gelmeye çalıştım. "İlaçlarını kullanıyor musun?" diye sorduğunda duyup duymadığına emin olmasam da onaylayan bir mırıltı çıkardım. "İş çıkışı yanına uğrayacağım." İşte beklediğim fırsat diye düşünerek "İyi olur anne, benimde seninle konuşmam gereken bir şey var," dedim. Çok kısa gürültülü bir sessizlik oldu. Merak ve endişe tohumlarının ruhuna saçıldığını telefonun ucundan bile anlayabiliyordum.
"Bir şey mi oldu Atakan?"
"Benimle ilgili değil ama evet oldu. Konuşmamız gerekiyor."
Arel meraklı, Hayal tedirgin bir şekilde bana bakıyordu. Arkadaki uğultuyu daha net duyabileceğim yine bir sessizlikten sonra "Tamam. İşlerim biter bitmez yanındayım. Sende bu sürede dinlen ve ilaçlarını ihmal etme," dedi. "Akşama görüşürüz." Telefonun kapanmasıyla meraklı arkadaşım "Ne dedi? Ne dedi?" diye soru zincirlemesiyle yanıma damladı.
"Şu an biraz meşgul. Akşam bana gelecekmiş, konuşacağız."
Sabırsız bir iç çeken Arel "Oo... Akşama daha çok var ama," dedi. Sinir kat sayımı harekete geçirmeye ramak kaldığını derin bir nefes alarak belli ettim. Neyse ki beni çok iyi tanıyan arkadaşım "O zaman konuşunca beni ararsın," diye lafını çevirdi. "Ben de Mert'i ve birazdan haberi olacağına emin olduğum Eren'i daha fazla kışkırtmadan Hayal'i eve bırakayım." Başımı onaylarcasına salladım. "Haberleşiriz."
* *
EREN
Tesadüf bir başlangıçtı. Oyunu sen oynardın ama final kaderin cümlelerindeydi ve hiç şaşmayan bir alarmlı saat gibi, sahneye çıkacağı anı beklerdi. Sırası geldiğinde çanlar sizin için çalmaya başlardı. Perde kapandığındaysa artık hayatınız size ait olmaktan çıkardı.
Bir yabancıyı yaşıyormuşsunuz gibi nefes almaya çalışmak, ölümden beterdi.
Geçmişim, şimdim, geleceğim allak bullaktı. Bize öğretilen gerçekler, bunca yıldan sonra karşımıza çıkan yalanlar...
Aile kabul günlerinden falan mı geçiyorduk? İçimdeki nefrete rağmen hapisteki babam, babam olarak kalmaya devam ederse iyi olurdu. Bir aile değişimini daha kaldıracak kafa yoktu bende.
"Ne düşünüyorsun?"
Büyük bir mücadele verdiğim konsantrasyonumun son kırıntılarını da yok etti.Efsa'nın saatlerdir anlattığı kaderin oyunlarını kafamda bir yere oturtmak çok zordu. Hele de Hayal'e bu kadar yoğunlaşmışken...
"Lanetli falan mısınız?"
İçsel filtrem beni başarısızlığa uğrattı ve kelimeler ağzımdan düşünmeden çıkıverdi.Efsa böyle bir şey sormamı beklemiyormuş gibi kaşlarını çatarken "Düşündüğün bu mu yani?" diye tepki verdi. Daha öğrendiklerimi sindirememişken ne düşünmemi bekliyordu ki? Sakin kalmak istesem de bunu sesime çok fazla yansıtabildiğimi sanmıyordum. Yine de elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışarak "Ailenizde başka birinin kalanlarımızla bağlantısı çıkmayacağına eminsin değil mi?" diye sordum.Mucize eseri dudaklarım en sonunda kıpırdamayı kesti. Ukalaca verdiğim tavır Efsa'yı kızdırmış olacak ki, fazla ileri gittiğimi ima eden bakışları kıvılcım çakıyordu.
"Belki sizin lanetiniz bize sıçrıyordur."
Sesi mızrak gibi keskin çıkmıştı. Kızgınlığının altında, gücenmiş miydi o? "Kusura bakma," diye başlayarak geri vitese taktığım konuşmamı "Sadece son zamanlarda öğrendiklerim ve hepsinin altından siz çıkmanız... Bunlar benim için çok fazla," diye devam ettirdim. Uçsuz budaksız mavi gökyüzünü andıran gözleri az önceki ifadesini korurken "İnan bana bizim içinde çok fazla," dedi. "Yardım edecek misin, sen bana onu söyle." Gücenmişti ve bu pişmanlığa yakın bir duygunun yüreğime saplanmasına neden oldu. Bu duyguyu anında bastırdım. Enine boyuna düşünmeden, Mert'le konuşmadan hiçbir karar vermek istemiyordum. Duruşumu değiştirdim ve sohbetin benim için bitmiş olduğunu gösterir bir ifadeyle başımı pencereye doğru çevirdim. Yağmur başlamıştı. Soğukluğunu camların buğusundan iliklerime taşıdım. Bu kafayla ders dinleyebileceğimi sanmıyordum. Eve gitmem aynı kısır döngünün içine hapsolmamdı. Düşünmem gerekiyordu ve sanırım bunun için en iyi yerin neresi olduğunu biliyordum.
"Bana biraz zaman ver olur mu?"
Efsa çaresiz bir kabullenişle yüzüme baktı. "Sonra tekrar konuşalım." Başını milimetrik bir onaylayışla salladı. Masadan kalkarken telefonumu elime aldım. Gözleri saniyelik bir süreyle telefonuma kaydı. "Şey," diyerek peşimden ayaklanan Efsa "Numaranı almamda sakınca var mı?" diye sordu. Bu adımı erkekler atmaz mıydı? Cesareti hoşuma giderken "Sen söyle ben çaldırayım," dedi. Gözlerindeki kıvılcımlar yerini umut ışığımsı bir parlamaya bıraktı. Telefon numarasını söylerken bir yandan da çantasının içinde telefonunu arıyordu. Tam eline aldığı sırada ilk kez duyduğum bir parça aramızda yükseldi. Zil sesi olarak klasik bir müzik mi tercih etmişti? Tam bir asildi. "Of Rüya ya! Zamanlaman harika." Kendi kendine söyleyerek arayan kişiyi meşgule attı ve bakışlarını bana çevirip "Tekrar arar mısın rica etsem?" diye sordu. Arama tuşuna bastım ve birkaç saniye içinde numaram ekranına düştü. "Teşekkürler," diyerek ismimi kaydeden kız "Senden haber bekliyorum o zaman," dedi.Diğer kızlar gibi sık boğaz etmemiş olması konunun derinliğinden mi yoksa karakterinden ötürü müydü?
"Tamamdır. Görüşürüz."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now