Ana Dilim Aşk 1 ❤ 2

184K 4.7K 334
                                    

Hikayeye yeni başlayanlar, eski günleri yad etmek için gelenler yorumlarla kendini belli edebilir mii?

Bakalım aktif kaç kişiyiz? :)

Seviliyorsunuz (kalp)

*

EFLAL


Okula girmemle nereye bakacağımı şaşırmam bir oldu. Bir üniversite ve içindeki öğrenciler ancak bu kadar uyumlu olabilirdi. Gösteriş, sanırım zenginlerin olmazsa olmazıydı. Üzerimdeki kıyafetlere göz gezdirdim, daha sonra da arkadaşlarımınkilere. Bu üniversite için ne kadar özenirsek özenelim fazla gündelik duruyorduk. Bir anda canım sıkıldı, enerjim yerlerde sürünmeye başladı. 'Hiç mi bizim gibi insan yok,' diye iç geçirirken Hayal işaret dilini kullanarak ''Neyin var?'' diye sordu. Diğerlerinin duymaması için sadece dudaklarımı oynattım.
''Sıradanlığın bayrağını ele almış, en önde yürüyoruz. Şu insanlara baksana, bizi ezmeleri an meselesi.''
Hayal kaşlarını çatarak dudak hareketlerimi izledikten sonra ''Merak etme,'' dedi. ''Birlikte olduktan sonra her şeyin üstesinden geliriz.'' Başımı tamam anlamında sallarken birden ''Neyin üstesinden geliriz?'' sorusuyla Mert'e döndüm. Hayatta en sevmediği şeylerden biri kendini küçük gören insanlardı. Eminim korkumu söylediğimde bana uzun bir konuşma yapacak, zengin insanların bizden farksız olmadığını, hatta bizim onlardan daha üstün olduğumuzu, sadece hayatın çelmelerine takılmakla zaman kaybettiğimizi söyleyecekti. Haklıydı ama şu anda bunu dinleyecek enerjiyi kendimde hissetmiyordum.
''Size soruyorum.'' Gözlerini ikimiz üzerinde dolaştırdığını hissederken Hayal ''Ne soruyorsun?'' diye sordu. Onun doğrucu davut olduğunu bildiğim için lafa atlayıp ''Ee şey,'' dedim. ''İçimde kötü bir his var. Sanki kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum.''
Mert sorgulayıcı bir şekilde beni süzmeye başladı. Eren ''O okuldandır yavrum. Okulun iyi yanını gördün mü hiç sen?'' deyince Doğu ''Daha ne kadar kötü bir şey olabilir ki Eflal. Zaten dipteyiz, sondayız, depresyondayız.'' dedi. Gözlerim kısıldı. ''Kendi adına konuş,'' dediğinde aynı benim şekilde gözlerini kısarken ''Haklısın polyanna. Çok mutlusun ama dışına yansıtamıyorsun,'' dedi. ''Doğu!''
''Yeter.'' Mert'in sesiyle ikimizde ona dönerken ''Daha ilk günden kendinizi kavgacı diye tanıtmak istiyorsanız, buyurun devam edin,'' demesi utanmama neden oldu. Bir süre sessizce birbirimize bakarken Mert ''Hadi, bir an önce gidip ders var mı yok mu öğrenelim,'' dedi. Bu sefer sorgulayıcı bakışlar atma sırası bana geçti. ''Neden?'' diye sorduğumda benim bakışlarımı umursamadan ''İşe gideceğim,'' deyip yürümeye başladı. Koşarak Mert'in önüne geçerken ''İşe mi gideceksin?'' diye sordum. Olduğu yerde duran çocuk abartılı bir şekilde gözlerini devirirken ''Ama söz vermiştin,'' diye devam ettim. ''Okula gelecektin.''
''Şu anda ben neredeyim Eflal?''
Ağzımda bir şeyler gevelerken başımı öne eğdim. Yanaklarımda hissettiğim sıcakla derin bir nefes aldım. Mert'in yardımıyla başımı kaldırdığımda ''Geçimimizi sağlamak için çalışmam gerekiyor,'' demesi vicdanıma bir tekme attı. Zaten kendinden ödün verip iki senedir bizim için çalışıyordu. Artık kendini düşünme zamanı gelmişti ama o yine eski düzende devam etmeye çalışıyordu. Buna o dur demiyorsa, ben diyecektim.
''Çalışmamız gerekiyor.''
Mert'in elleri yanaklarımdan uzaklaşırken ''Siz çalışmayacaksınız,'' dedi. Kaşlarımı çattım. Her zamanki korucu tavrı ön plandaydı ama tek başına beş boğazı doyuramayacağını çok iyi biliyordu. Bu nedenle işi baştan sıkı tutmaya çalışıyor, gündüz bile çalışmayı planlıyordu. Tam cevap verecektim ki Doğu benden önce davrandı. ''Hayırdır Mert, yakında sen bizim elimizi soğuk sudan sıcak suya da sokmazsın.''
''Onu bırak Doğu, ben çocuklarımın anası ol demesinden korkuyorum.'' Eren ve Doğu'nun ittifakıyla kahkahalar havada uçuşurken Mert'in ciddi ifadesi yüzünden silindi. Onun belli belirsiz gülümsemesiyle rahatlarken ''Anca beraber kanca beraber,'' diyen Doğu'ya katıldım.
''Hadi bakalım beyler bayanlar. O zaman az laf çok iş''
Ellerimi de birbirine vurarak bizimkilere heyecan vermeye çalışırken Hayal ''Tam bana göre,'' deyince ufak bir kahkaha attım. Eren gülümseyerek, Hayal'in saçlarını karıştırdı. Zar zor ondan uzaklaşan Hayal kaşlarını çatıp sert hareketlerle ''Eren!'' diye uyardı. Elleriyle saçlarını düzeltmeye çalışırken burnundan soluyordu. Eren ''Bırak dağınık kalsın,'' dediğinde öfkeyle baktı. Mert yürümeye başladığında peşinden ilerledik.
Bölümlerimiz farklı olsa da ilk sene için ortak dersleri tercih etmiştik. 'Sora sora Bağdat bulunur,'prensibinden yola çıkarak ilk dersin olacağı sınıfı bulduk. İlk günden beklenmeyecek kadar kalabalık olan sınıfa girdiğimizde uğultu kulaklarımı tırmaladı. Kısa bir an Hayal'in yerinde olmak istedim, Hayal ise bu gürültüyü duymasa da okuduğu dudak hareketlerinden rahatsız olduğunu çatık kaşlarıyla belli ediyordu. Amfide boş bulduğumuz yere sırayla oturduk. Gözlerimi sınıfta dolaştırdım. Herkesin heyecanlı olduğunu gözlerinden anlıyordum. O sırada sınıfa birkaç kişi girdi. Efsunlanmıştım. Bakışlarımı güzel kızlardan ve bakımlı erkeklerden ayıramıyordum. Para gerçekten insanları güzelleştiriyordu. Eğer ebeveynlerden biri melek değilse, bu durumun başka bir açıklaması olamazdı.
''Daha ilk günden kavgacı olarak tanınmamak konusunu hatırladın mı?''
Mert'in kulağıma fısıldamasıyla ona doğru döndüm. ''Eğer o çocuklara bakmaya devam edersen, birkaçının ağzını burnunu kırmak zorunda kalacağım.'' Tehdidi ile dudaklarımın aralanmasına neden olan Mert bakışlarıyla 'Anladın mı?' deyince başımı tamam anlamında salladım. Kapı kapanma sesiyle önüme dönerken hoca olması için fazla genç, öğrenci olması için fazla yaşlı bir adam içeri girdi. Eşyalarını masaya koyduktan sonra güler yüzüyle bize döndü. Sanki sınıfta ben hariç kimse onun geldiğini görmemişti.
''Merhaba arkadaşlar.''
Sınıftaki uğultu tam gaz devam ederken ''Merhaba geveze arkadaşlar!'' diye bağırdı. Birden ortam sessizleşti. Hayal kaşlarını çatarak bana dönüp ''Ne dedi?'' diye sorunca işaret dilini kullanarak ''Merhaba arkadaşlar dedi,'' dedim. Başını tamam anlamında sallayan kız tekrar hocaya döndüğünde Mert'e yaklaştım. ''Sanırım Hayal dudak okumakta zorlanıyor. Bundan sonra biraz daha öne oturalım,'' diye fısıldadıktan sonra Mert önce Hayal'e baktı. Sonra bana dönüp başını tamam anlamında salladı.
''Ben Serkan Demiray. Ekonomiye giriş dersinizin asistanıyım. Profesör bugün derse gelmeyeceği için sizinle tanışma faslını bana bıraktı. Lisedeki gibi tek tek ayağa kaldırıp içtimaaya çekmeyeceğim. Daha çok muhabbet ortamı olsun istiyorum...''
Sınıftaki gergin ortam dağılırken Serkan Hocanın ''Herkes ekonomi-finans bölümü mü?'' sorusuyla tekrar uğultu yükseldi. Adamın suratı buruşurken ellerini havaya kaldırdı. ''Tamam tamam,'' diye bağırarak kontrolü eline aldıktan sonra ''Sanırım içtimaayı neden tercih ettiklerini anladım,'' diyerek gülümsedi ve ön sırada oturan bir çocuğun yanına gitti.
''Söyle bakalım yakışıklı. Seni hangi rüzgâr buralara attı?''
Hocanın sıcak gülümsemesi içimizi ısıttı. Çocuk ayağa kalkmaya çalışırken ''Lisede değiliz yahu kalkmana gerek yok,'' deyip eliyle oturmasını işaret etti. ''Bize biraz kendinden bahseder misin? Kimsin, nereden geldin, hangi bölümde okuyorsun, neden bu üniversiteyi,neden o bölümü tercih ettin?'' Çocuk kendini tanıtırken sınıftan çıt çıkmadı. Herkes yeni sınıf arkadaşını tanımak için fazla meraklıydı. Eren hariç, o nedense daha çok parmaklarıyla sırada ritim tutmayı ve şarkı mırıldanmayı tercih ediyordu. Çocuğun anlatacakları bittikten sonra yanındakine geçti. Sıra bana yaklaştıkça anlamsız bir panik bedenimi sarıyor, elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırtıyordu.Dilim damağım kurumuştu. Alt tarafı kendimi tanıtacaktım ama sanki ulusa seslenecekmişim gibi heyecanlı hissediyordum.
''Birazda arkadan devam edelim.''
Hoca bize doğru yürürken panikle arkamı döndüm. Sadece iki kişi olduğumu gördüğüm an yüreğim ağzıma geldi. İki kişi sonra tekrar öne geçmeye kalkmazsa ki bence kalkmaz, sıra bize gelecekti. Terlemeye başladım. Ellerimle kendimi yellerken Mert elini bacağıma koydu. Ne zaman stresli olsam istemsizce bacağımı sallıyordum ve Mert elini koyana kadar bacağımı salladığımı hissetmemiştim. Mert ile göz göze geldiğimizde ''Sakin ol. Sadece birkaç soru,'' diye fısıldadı. Başımı her ne kadar tamam anlamında sallasam da nefesim kesiliyordu. Ya daha ilk günden saçmalarsam, tıpkı diğerlerine yaptıkları gibi bana da gülerlerse, rezil olursam...
''Evet. Sanırım siz daha önceden tanışıyorsunuz.''
Ses o kadar yakından gelmişti ki nefesimi tuttum. Korkarak bakışlarımı hocaya çevirdiğimde, elinin Mert'in omzunda olduğunu gördüm. Yüzündeki sıcak gülümseme bile artık ısıtmıyordu. Heyecandan hissizleşmiştim. ''O zaman önce senden başlayalım delikanlı.'' Mert arkasına yaslanıp rahat bir tavırla kollarını göğsünde bağladı. Bu hareketiyle bana heyecanlanacak bir şey olmadığını göstermeye çalıştığının farkındaydım ama dışarıdan bakanların böyle düşünmeyeceğini biliyordum. Herkes Mert'in ağzından çıkacak kelimeleri beklerken ben utançtan yerin dibine girmek istiyordum.
''Mert Sezgin. İstanbulluyum. Tanışmaktan da öteyiz. Aileyiz,'' dediğinde sınıftan oo sesleri yükseldi. ''Ertem lisesinden mezun olduk. Bursluyuz eğer bir önemi varsa. Kendimi üç kelime ile özetlemem gerekirse. Hım... Valla yetimhanenin müdürüne göre Serseri, işe yaramaz, düzenbaz. Bana soracak olursanız ki bana sordunuz, dürüst, korumacı, adam gibi adam!'' dediğinde sınıftan gülüşmeler yükseldi. Eren ''Adamın dibi,'' diye bağırdığında Mert o şahane gülümsemesini bize bağışlayarak konuşmaya devam etti. ''Ha bu durumda ne müdürümüz kötü, ne de ben. Melek gibidir Bülent Amca ama bir türlü yıldızımız barışmadı maalesef. Ekonomi- Finans bölümündeydim. Bu bölümü neden seçtim? Yanımdaki kızın bir hayali vardı, ünlü bir CEO olup yurt dışına açılmak istiyordu. Büyüklerimiz de bize 'Kız kısmı yalnız başına sağa sola gönderilmez' diye öğrettiler. Bende onun peşinden bu bölümü yazdım. Neden bu üniversite? Oda tamamen aynı nedenden.''
Serkan Hoca diğer öğrencilere bakmadığı gibi ağzı hafifçe aralanmış bir şekilde Mert'e bakıyordu. Şaşkındı. Bu bölüm için hayali yoktu, sadece benim idealim için kendini feda etmiş gibi görünüyordu. Yanaklarım alev alev yanmaya başladı.
''Özgüvenine hayran oldum Mert. Her ne kadar bir idealin olmasa da zamanla oluşur diye düşünüyorum. Aramıza hoş geldin. Şimdi seni tanımamıza vesile olan kızı tanıyalım izninle.''
Tüm bakışlar üzerime dönünce ''Be-bende mi sıra?'' diye sordum. Kekelememden dolayı gülüşmeler duyunca yer yarılsa da içine girsem diye düşündüm. ''Arkadaşın anlatırken seni gösterdiğine göre,'' dediğinde derin bir nefes alıp ayağa kalkmaya çalıştım. Mert kolumu tutup beni hafif havalandığım yere oturttu. O kadar stresliydim ki tam bir gerizekalı gibi davranıyordum.
''Ben Eflal Bozan,'' dediğimde ''Eflal mi? Daha önce duymamıştım. Anlamı ne?'' diye soran Hocama ''Meyveleri yerde, kökleri gökyüzünde olan cennetteki bir meyve ağacının adı,'' dedim. Gülümseyerek anladığını belli edercesine başını sallayınca derin bir nefes aldım. ''İstanbulluyum. Ertem lisesinden mezunum. Kendimi üç kelime ile özetlersem kesinlikle zeki, azimli, zorlukların üstesinden gelebilen,'' derken Eren lafa karıştı. ''Dört kelime deseydiniz sakarı da eklerdi.''Sınıfta kahkahalar uçuşurken kaşlarımı çatarak Eren'e baktım. Bakışlarımla 'Kavga mı istiyorsun kaamoonnn' derken Serkan Hoca ''Şş... Arkadaşınıza müdahale etmeyin,'' dedi. ''Devam et Eflal.''
Bakışlarımı Eren'den Serkan Hoca'ya çevirirken biriyle göz göze geldim. Moda dergilerinden fırlamış gibi duran çocuğa bakarken ''Eflal?'' diyen birine ''Hı,'' diye cevap verdim. O sırada kolumdaki çimdikle inledim. Nerede olduğumu hatırladığım an ellerimi dudaklarıma bastırdım. Sınıftaki kıkırtılar yüzünden başımı öne eğdim. Kimseyle göz göze gelmek istemiyor, sadece ağlamak istiyordum. Serkan Hoca bana yardım etmek istermiş gibi ''Sende ekonomi-finans bölümünde mi okuyorsun?'' diye sorunca başımı belli belirsiz evet anlamında salladım. ''CEO olmak istiyormuşsun.'' Bakışlarımı hocaya çevirdiğimde içten tebessümüne buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim. Mert'in sorgulayıcı bakışlarını üzerimde hissediyordum ama onunla da yüzleşmek istemiyordum. Gözlerimi adamdan ayırmadan ''Amerika da en iyi CEO'ların arasına girmek istiyorum. Doğuştan beri tutkulu bir çalışma aşkına sahibim ve kendimi bu bölümde geliştirerek bir şirketi yavaş yavaş büyültebileceğime inanıyorum. Neden bu okul derseniz, Ekonomi- Finans bölümünüz dünya sıralamasında ilk 3'te ve bu nedenle devlet üniversiteleri yerine sizi tercih ettim. Umarım pişman olmam...'' dedim.Adamın gülümsemesi daha çok yüzüne yayıldı. Üzerimden büyük bir yükün kalktığını hissederken rahat bir nefes aldım.
''Sanırım şu ana kadar bu derse idealleriyle gelen tek kişisin. Pişman olmaman için elimizden geleni yapacağımıza emin ol. Hoş geldin,'' dedikten sonra bakışlarını yanımdaki kişiye döndürdü. Hayal telaşla elimi kavrarken ellerinin ter içinde kaldığını hissettim. Mert öne doğru eğildi ve kenetli ellerimizin üstüne elini koydu. Hayal bakışlarını ona çevirirken ''Sakin ol,'' diye fısıldadı. Serkan Hoca ''Bir sorun mu var?'' diye sorduğunda hepimiz ona doğru döndük.
''Hocam arkadaşımız doğuştan duyamıyor ve konuşamıyor.''
Adamın yüz ifadesinden dolayı Hayal elimi daha çok sıktı. Ona doğru döndüğümde gözlerinin dolduğunu fark ettim. Serkan Hoca ellerini şaklatarak dikkatimizi çektikten sonra işaret dilini kullanmaya başladı. ''Sen anlat. Ben arkadaşlarına tercüme ederim,'' deyince dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. Sınıfa doğru dönen adam ''Çocuklar arkadaşınızın söylediklerini ben size tercüme edeceğim. O yüzden sessiz olun,'' deyip tekrar bize doğru döndü. Hayal işaret dilini kullanarak soruları cevaplarken tüm sınıf pür dikkat onu izliyordu. Özellikle de az önce hayran kaldığım çocuğun yanında oturan bebek suratlı varlık.
''İsmim Hayal Muthafçılar. İstanbulluyum. Bende Ertem lisesinden mezun oldum. Kendimi üç kelime ile özetleyecek olursam, gözlemci, mecburen suskun, ama yinede eğlenmesini bilen derdim,'' deyip gülümsedi. Biraz da olsa stresini atmış gibi durduğu için bakışlarımı sınıfta dolaştırdım. Hayal konuşurken insanların nasıl tepkiler vereceğini merak ediyordum ama nedense gözlerim sürekli tebessüm eden bebek suratlı varlığa takılıyordu. ''Ben bankacılık ve finans bölümünde okuyorum. Neden bu bölüm diye sorarsanız, günün birinde sağar ve dilsiz birinin de çok iyi yerlere geleceğini tüm dünyaya kanıtlamak istiyorum. Bu üniversiteyi de tercih etmemin nedenlerinden biri arkadaşlarımdan kopmak istememem. Diğer nedenim ise engelli öğrencilere verdiğiniz önem. Şu anda da gözlerimle görüyorum. Çok teşekkürler.''
Hayal'in cümlesi bitince ona doğru döndüm. Nasıl hissettiğini biliyordum. Rahatlamış bir şekilde gülümserken''Asıl bu üniversiteyi tercih ettiğin için biz teşekkür ederiz. Hoş geldin Hayal. Seni aramızda görmek çok güzel,'' diyen adama hafifçe başını salladı. Sıra Eren'e geldiğinde bıkmış bir şekilde soluk alan arkadaşım ''Eren Akın,'' dedi.''Diğerleriyle aynı şeyleri bir daha söylememe gerek olduğunu sanmıyorum.Eren denince akla gelen üç kelime; inatçı, gıcık, pislik. En çok duyduğum kelimeler bunlar.'' Uğultu ve gülüşmeler oluşunca Hoca uyaran bir ifadeyle gözlerini sınıfta gezdirdi.''Ben işletme bölümünde okuyorum. Valla puanım ona yetti ona girdim. Neden bu üniversite sorusuna gelirsek tamamen üç sıra ötemdeki kan kardeşim yüzünden. Dedi kız kısmı yalnız bırakılmaz. Dedim adam lazım mı? Bir baktım buradayım.'' Sınıf kahkahaya boğuldu. Eren'in mahalle çocuğu ağzı yüzünden Serkan Hoca bile gülmeye başladı. Bu çocukta kesinlikle şeytan tüyü vardı; ne kadar laçka olursa olsun kimse ona kızamıyor, sadece gülüp geçiyordu. ''Kavgaya geldim diyorsun yani.''
''Aileme,'' deyip bizi işaret ettikten sonra''Dokunanı itinayla kaşırım,''diye devam etti. Sınıfta gülüşmeler devam ederken Hoca grubumuzun son kalan kişisine baktı. Doğu yüzünü buruştururken ''Çok gerekli mi?'' diye sordu. Adamın hafifçe kaşları çatılarak ''Seni tanımamazlığa gelmemi istiyorsan, tabi ki anlatmayabilirsin.'' demesiyle Doğu yanaklarını şişirerek nefesini üfledi.
''Doğu Topuz. İstanbulluyum ve Ertem lisesinden mezunum.Üç kelime soru vardı değil mi? Ben kendimi tek cümleyle özetleyeyim. Hayatın attığı kazıklara rağmen, hayatını yaşamaya devam eden delinin biriyim işte. Bende uluslar arası ilişkiler bölümünde okuyorum. Neden mi? Bir nedeni yok. Arkadaşıma arkadaş önermiş. O da geldi bana önerdi. Bende bundan sonraki kuşaklara hayırlısıyla öneririm inşallah. Neden bu üniversite diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Valla Hocam burs var dediler geldik. Bir bakıp dört sene sonra çıkacağız inşallah.''
Sanırım en olaylı tanıtım bizden çıktı diye düşünüyordum. Hocada bana katıldığını belli edercesine ''Hoşgeldiniz muhteşem beşli,'' deyince gülümsedim. Stresten kasılan kaslarım hocanın başka öğrencilere yönelmesiyle gevşerken arkama yaslandım. Gözüm yine bebek yüzlü varlığa takıldı. Sürekli bize doğru bakıyordu, daha doğrusu Hayal'e. Yüzündeki gülümsemenin ne kadar içten olduğuna inansam da çevresindekilerin bakışlarını yakaladığım an hissettiklerim tam tersini söylüyordu.
Serkan Hoca biraz ön sıralardan biraz arka sıralardan ilerleyerek sınıftaki herkesi tanırken, sıra doğal afetlerden oluşan gruba geldi. Ara ara oluşan uğultular nedense ortadan kaybolmuştu. Belli ki herkes onları merak ediyordu, Hayal bile. Bebek yüzlü varlık konuşmaya başladığı andan itibaren dünyayla tüm bağlantısını koparan arkadaşım, çocuğun dudaklarından gözlerini ayırmıyordu.
''İsmim Arel Tophanecioğlu. Ankaralıyım. Bilkent lisesinden mezun oldum,'' dediğinde Serkan Hoca ''Bilkent üniversitesine bağlı liseden bahsediyorsun değil mi?'' diye sordu. ''Evet Hocam. Kendimi üç kelime ile özetleyemem ama deneyeyim. Çok konuşkanım,'' derken yanındaki çocuk ''Ona geveze deniyor,'' diye lafını kesti. Bir Eren vakası daha yaşıyorduk. Arel hiç bozuntuya vermeden ''Konuşmayı seviyorum diyelim,'' diye devam edince gülümsedim. Sanırım bu konularda bir tek ben bu kadar agresif oluyordum. ''Çalışkanım ve meraklıyım. Ekonomi ve Finans bölümündeyim. Neden bu bölüm sorusuna cevabım: Hayalim,'' dediğinde nefesini tutan arkadaşıma döndüm. Yanaklarının kızardığını gördüğümde, görüş alanına girip ''Sana mı dedi şapşal, kendine gel,'' diyerek dudaklarımı kıpırdattım. Bana susmamı işaret edince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. ''Hep babamın işlerini idare etmek istedim. Bunun içinde en iyisi bu bölümdü. Neden Bilkent değil de bu üniversite diye sorarsanız,bu bölümün en iyisi olduğu için.''
Serkan Hoca teşekkür edip yanındaki çocuğa geçince Hayal arkasına yaslandı. Çantasını kurcalamaya başladığında dudaklarım aralandı. Ne yani? Sadece bu çocuğu mu merak etmişti?
''Adım Asrın Kocabaş,'' Duyduğum sesle tekrar çocuklara döndüm. Eren'in zengin versiyonu olan çocuk konuşmaya devam etti.''Bende Ankaralıyım, Bilkent lisesinden mezunum. Yanımdaki şahsiyetler en yakın arkadaşlarım. Benim gibi bir varlığa üç kelime yeter mi bilmiyorum ama yakışıklı, karizmatik,cool diyebiliriz başlangıç için,'' deyip eliyle saçlarını düzelterek kollarını arkaya dayadı. Ben bizimkilere mi özgüvenli demiştim? Bu çocuğun özgüveni kendinden ayrı egemenlik kurmuştu. ''Ekonomi ve finans bölümündeyim. Babam artist olamazsan bari işlerimin başına geçersin dedi. Bende Arel ve Atakan'ın yolundan ilerleyeyim dedim. Neden bu üniversite? Tabi ki en iyiler, en iyiyi seçer.''
Ukalalığı biri bulsaydı, bu kişi kesinlikle Asrın denen çocuk olurdu. Hocada benimle aynı düşünmüş olacak ki sadece ''Aramıza hoş geldin, bakalım derslerde de en iyi olacak mısın?'' dedi. Asrın kendinden emin bir şekilde ''Tabi ki'' diye cevap verince ''Göreceğiz,'' diye karşılık aldı. Adam anlayamadığım birkaç saniyelik bakıştan sonra yanındaki, az önce göz göze geldiğim çocuğa hitap etti. ''Sanırım sen, Asrın'ın bahsettiği Atakan'sın.'' Derin bir nefes aldım. Acaba görüntüsü kadar sesi de etkileyici miydi? Mantıklı mı konuşuyordu yoksa arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim sözünü kanıtlayacak mıydı? Resmen çocuğun ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordum. Mert, ikimizin arasına girmek istercesine dirseklerini masaya dayayarak öne eğildi. Kaşlarının çatıklığını fark etsem de gözlerimi Atakan denen çocuktan ayırmadım.
''Atakan Soylu. Ankara da doğdum. Bilkent lisesinden mezunum ama liseye kadar yurt dışında yaşadım. Kendimi özetleyecek olursam; söz dinleyen, oyunu kuralına göre oynayan, sabırlı derdim sanırım. Babamın zoruyla işletme bölümüne girdim. Çünkü zamanı geldiğinde onun yerine geçmeliyim, zamanı gelene kadar da bu işleri iyi öğrenmeliyim. Bu üniversite de dünya sıralamasında başlarda olduğu için boğulacaksam büyük denizde boğulayım diyerek tercih ettim.''
Ses tonu o kadar güzeldi ki kullandığı kelimeler sanki melodi gibi dilinden dökülüyordu. Konuşmayı bitirdiğinde bile büyülenmiş gibi Atakan'a bakmayı sürdürdüm. Ta ki yanındaki ince sesli kızın kulağımdaki bütün güzel şeyleri yok etmesine kadar.
''Adım Efsa Soyadım Erdem.'' Aksanı bozuktu. Sanki Türkçeyi yeni öğrenmiş gibiydi. Belki de ağzını yaya yaya konuşmasının nedeni buydu. Ya da sadece zengin, şımarık kızların kendi aralarında oluşturduğu dili kullanıyordu.
''Efsa mı? Bu dönem çok farklı isimler duyuyordum. Efsa ne demek?''
''Tam emin değilim ama cennet ırmaklarından birinin ismi diye hatırlıyorum.''
''İki farklı ismin de anlamı Cennette kesişiyor desenize,'' dediğinde sarışın kız kısa bir an bana baktı. ''Allah başka yerde kesiştirmesin,'' diyerek hocaya döndüğünde dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. Yüzü içimi rahatlatan, hayranlık yaratıcı bir güzelliğe sahipken dili tam bir yılana aitti.
''İstanbul doğumluyum ama bir yaşından beri Kaliforniya da yaşadım. Amerikalıyım desem yeridir yani. Türkçem o yüzden biraz bozuk. Oxford'tan mezunum.'' Yanındaki çocuğu süzdüğünü hissederken ağzına kürekle vurmak isteyeceğim konuşmasına devam etti.''Kendimi üç kelime ile özetleyecek olursam zevkine düşkün, tuttuğunu koparan ve güzel derdim.'' Eren ''Ne kadar da alçak gönüllü bir kız'' diye fısıldadığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.''Amerika'da ki finans şirketinin başına geçmek zorundaymışım. Başka türlü Amerika'ya kaçma şansım yokmuş. Babamın koştuğu şartlar arasında maalesef ki bu okulda okumak bulunuyor.''
Buradan anladığım kadarıyla uzaktan davulun sesi hoş geliyordu. Zengin ailelerin çocukları, kendi hayallerini değil de ailelerinin hayallerini yaşamak zorundaydılar. Belki de ilk kez zengin olmadığım için mutlu olmuştum.

* *

''Tamam çocuklar bugünlük ders bitmiştir. Çıkabilirsiniz.''
Gözlerim ayaklanan Atakan ve arkadaşlarına takıldı. Mert'in ayağa kalktığını bile hissetmemiştim. Bizi beklemeden yürümeye başlamasıyla kaşlarım çatıldı. Normalde bizi beklemeden asla hareket etmezdi. Erenlere döndüm. En az onlarda benim kadar şaşkındı. Hızla eşyalarımı kucaklayıp ''Mert bekle!'' diye bağırarak peşinden yürümeye başladım. Duraksamadan yürümeye devam etmesi daha da panik yapmama neden oluyordu. Bir şey olmuştu ve belli ki beni umursamayacak kadar kızgındı. Atakanların önde onun arkada olması yüreğimi ağzıma getirdi. En son onlara bakarsam, kavga edeceğini söylemişti ve ben bunu unutup bütün ders boyunca Atakan'a bakmıştım. Allah'ım yoksa şu anda kavga etmeye mi gidiyordu?
''Mert!''
Okuldan çıktığında adımlarımı hızlandırdım. Bu çocuğun bacak boyu neden benim iki katımdı ki sanki. ''Mert!'' Rotasını Atakanlardan kampüs çıkışına doğru döndürdüğünü gördüğümde bir an rahatladım ama bu seferde kafamda deli sorular dolaşmaya başladı. Madem konu bu çocuklar değildi, o zaman Mert neden beni takmıyordu? Koşmaya başladım. Oldum olası koşmaktan korkardım. Çünkü ne zaman koşmaya başlasam 'Şimdi düşeceğim' diye düşünmekten kendimi yerde bulurdum. Şu anda da kampüsün ortasında yere kapaklanma ihtimaline karşı Mert'in peşinden koşuyordum.
''Mert beni bekler misin?''Nefes nefese sorduğum soruyla biri''Eflal'' diye haykırdı. Başımı arkaya çevirip kim olduğuna bakarken koşmaya devam ettim. Doğu elleriyle saçlarını sıkıca kavramış, Hayal elleri ağzında korkuyla bana bakıyordu. Eren ise peşimden koşarken bir şeye çarptım. Popom yerle buluştuğunda bir an gözlerim karardı ve bu karanlıkta şimşekler çaktı. Korktuğum başıma gelmişti işte. Acıyla inlerken ''Kahretsin!'' diye bağırdım.
Popomu tutarak gözlerimi araladım. Pahalı olduğunu düşündüğüm ayakkabılardan cool saçlara kadar, çarptığım yakışıklıyı süzerken popomun acısını bile unuttum. Bir insan hem ürkütücü, hem gizemli, hem de karizma nasıl olabilirdi? Kesinlikle kusursuzdu. Resmen ölüp de cennete düşmüş gibi hissediyordum. Eğer kızlara da huri gibi bir şeyler verilecekse, bu karşımdaki kaslı adamı bana verseler yeterdi. Tüm hurilere bedel yakışıklılığını incelerken ''Koştuğun yere dikkat et ufaklık,'' dedi. Ufaklık mı? Taş çatlasın iki üç yaş büyüksündür benden, ne ufaklığı?!
''Bora'' diye seslenerek parmaklarını şaklattı. Beni işaret ettiğinde nefesimi tuttum. Yanındaki çocuk kalkmama yardım etmek için elini uzattı. Onunda bu afetten kalır yanı yoktu ama benim gözüm çarptığım adamdan başkasını görmüyordu.'Keşke beni kaldıran kişi sen olsaydın yakışıklı' diye iç çekerken yardım eline uzandım. Çocuk beni bir çırpıda havaya kaldırdı. Üzerimi silkelerken arkamda birkaç nefes hissettim. Bizimkiler ancak yanıma gelmeyi becerebilmişlerdi. Mert yüzündeki telaşlı bir ifadeyle bize doğru koşarken ''Eflal'' diye bağırdı. Biraz geç olsa da telaşlanması hoşuma gitmişti. Çarptığım adama omuz atarak yanıma geldi. Gözlerini üzerimde dolaştırırken ''Bir şeyin var mı?'' diye sordu. Bir yandna popomu silkelemeye devam ederken diğer yandan başımı hayır anlamında salladım.
''Emin misin?''
''İyiyim Mert.''
''Her koştuğunda düştüğünü bile bile neden koşmaya çalışıyorsun Eflal!''
Mert'in beni çocuk gibi azarlaması sinirimi bozarken çarptığım yakışıklıya baktım. Konuşmadan bizi inceliyor, yüzünde en ufak bir mimik kıpırdamıyordu. Rezil olduğuma mı yanayım bakışlarındaki ateşle mi kavrulayım bilemiyordum. Mert arkasını döndüğü an kendime gelirken bir panik duygusu bedenimi sardı. Az önceki siniri nedense bu çocuktan çıkaracaktı. Hoş bu yakışıklı onu tek parmağıyla alt eder gibi duruyordu ama olsun. Yine de rezillik çıkacaktı. Bir şey yapmalıyım diye düşünürken Mert'in olduğu yere çakılması dikkatimi çekti. Yüzünü göremiyordum ama duruşundan kas katı kesildiğini hissetmiştim. Mert, bizim hiçbir şeyden korkusu olmayan abimiz, zengin birinden korkacak ha?
Mert'in yanına geçmek için bir adım atmamla eski yerime geçmem bir oldu. Beni arkasında tutmaya çalışan Mert'in ifadesini göremiyordum ama çarptığım adamın yüzü ortamın gerginliğini belli ediyordu. Nefes kesici bir yakışıklılığı olan adam, istese tek eliyle nefesimizi kesecekmiş gibi duruyordu.
''Demir Abi.''
Mert'in sesindeki tedirginlik fazlasıyla belli olurken ''O kim?'' diye sordum.Cevap vermedi. Sadece korktuğu adama bakmayı sürdürdü. Adının Demir olduğunu öğrendiğim adam kısa bir an bakışlarını bana çevirince nefesimi tuttum. İrkilmemek için kendimi zor tutuyordum. Tüm tüylerim diken diken oldu. Tekrar bakışlarını Mert'e döndürmesiyle derin bir nefes aldım.
''Arkadaşına nerede nasıl davranması gerektiğini öğret.Bir daha aynı şekilde karşıma çıkarsa bu kadar sakin davranacağımı sanmıyorum.''
Adamın ses tonu o kadar etkileyiciydi ki, tehdidini iliklerime kadar hissetmiştim. Uyarıcı birkaç saniyelik bakıştan sonra arkasını dönünce derin bir nefes aldım. Otoparka doğru yürüyüşünü izlerken hafif bir ıslık çalıp ''Ne adamdı be...''
Beklemediğim bir anda Mert bana doğru dönüp kolumu tuttu. Sert bir hamleyle beni kendine çekince yaprağın rüzgarda savrulması gibi Mert'e çarptım. Gözlerindeki öfke bu mesafeden daha da korkutucu duruyordu. Biraz uzaklaşmak istedim ama o kolumu daha çok sıkarak beni olduğum yere sabitledi.
''Sakarlığını her yerde konuşturmak zorunda mısın?'' Mert'in ilk kez bana sesini bu kadar yükselttiğini duyuyordum. ''O çarptığın adam iyi gününde olmasaydı başına neler geleceğini biliyor musun sen?!'' Hem kolumun acısından hem de bana bağırmasından gözlerim doldu. Kolumu elinden kurtarmaya çalıştım ama o sinirle bana bakmaya devam etti. ''Canımı acıtıyorsun,'' dediğimde gözleri kolumdaki eline kaydı ve birden parmakları gevşedi. Sanki az önce kendinde değildi. Hayal ''O kim?'' diye sorarken Mert benden uzaklaştı. Kolumu ovalamaya başladım, gözyaşlarımla büyük bir savaşa girdim. Er yada geç onların kazanacağını bilsem de elimden geldiğince direnmeye çalışıyordum.
''Demir Kara'' dediğinde Eren'e baktım. Ne yani, o da mı bu adamı tanıyordu? ''Ünlü mafya babası Adnan Kara'nın oğlu.Babası öldükten sonra onun yerine geçti. Hoş, ölmeden öncede babasının işlerini o yapıyordu. Anlayacağınız adam dünyaca ünlü bir mafya.'' Duyduklarım karşısında gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ben bir mafyaya mı çarpmıştım yani? Mert gözlerini bana çevirerek ''İnan bana bulaşmak isteyeceğin adamların en sonunda bile gelmez o... '' dediğinde sessizce yutkundum. Doğu ''Burada ne işi var ki?'' diye tam da aklımdan geçen soruyu sordu.
''Özel bir üniversiteye gittiğini duymuştum ama bu üniversite olduğunu bilmiyordum.'' Eren'in cümlesi bitmeden Mert lafa karıştı.''Aklınız varsa, Demir Kara etraftayken o ortamdan uzaklaşırsınız ve sen küçük hanım'' diyerek bana döndüğünde kaşlarımı çattım. ''Düşeceğini bile bile koşmaktan vazgeç artık.''
Dudaklarım titremeye başladı. Bu ne korkudan, ne rezillikten dolayıydı. Bu Mert'in ilk kez bana böyle davranmasından kaynaklanıyordu. Etraf buğulandı. Kirpiklerimi kapatıp açmaya korkuyordum. Sanki bu hareketle gözyaşlarım yanaklarımdan süzülecekti. Doğu ''Bu kadar şeyi nereden biliyorsunuz?'' diye sorunca Eren alaylı bir şekilde güldü. ''Demir Kara'yı herkes tanır,'' dediğinde kaşlarım çatılırken ''Ama önemli olan onun sizi nasıl tanıdığıdır,'' diye devam etti. Mert bana bakarak ''Ve sen Eflal Hanım, hiç de iyi bir tanışma yaşamadın,'' deyince yanağımdan bir damla yaş süzüldü. Mert'in bakışları kısa bir an tanıdığım yumuşaklığa büründü. Hayal sırtımı okşarken ''O zaman sana seslendiğimde dursaydın,'' dedim. Bir şey hatırlamış gibi bakışları tekrar öfkeli halini aldı. ''Seni uyarmama rağmen ağzını suyu aka aka o çocuklara bakmasaydın, seslenmek zorunda kalmazdın.'' Ne tepki vereceğimi şaşırdım. Demek bu yüzden bizi beklememişti. Sinirlenmesinin nedeni o çocuklardı, peki neden onlarla kavga etmek yerine çıkışa yönelmişti. Bir tek garezi bana mıydı?
''Madem öfkeni frenleyebiliyorsun, bunu neden arkadan avazım çıktığı kadar bağırırken yapmadın?''
Böyle bir cevap vereceğimi beklemediğini bakışlarından anlarken ona doğru yürüdüm. ''Eğer öfkeni frenleseydin, beni koşturtmazdın. Ben o adama çarpmazdım, böyle bir olay yaşamazdık. Bu kadar basit!'' Mert bir süre gözlerimin içine baktı. Söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalıştığını biliyordum. ''Konunun öfkemle alakası yok. İşim var, geç kaldım ve yetişmeye çalışıyorum. Bu kadar basit!'' Son cümleyi aynı benim gibi tane tane söyledi. Gözümden bir yaş daha firar etti. Bu sefer onu silme gereği duymadan ''Geç kalmadın, sadece beni göresi gözün yok,'' deyince sıkıntıyla iç çekti. ''Söylediklerimin altında başka şeyler aramaktan vazgeç, geç kaldım diyorsam geç kalmışımdır. Yeterince derste zaman kaybettim, bir de burada beni lafa tutuyorsun.''
''Tamam,'' diyerek burnumu çektim. ''Hadi gidelim.'' Mert'in kaşları çatılırken ''Sen nereye?'' diye sordu. ''Madem ders zaman kaydı, ben de burada zamanını çalışıyorum. Gidelim, yolda konuşuruz. Sonra sen işine ben iş avına çıkarım.'' Mert'in bir anda gözleri büyüdü, sonra aniden kahkaha atmaya başladı. Bu daha çok dalga geçtiğini gösterse de bozuntuya vermemeye çalıştım.
''Hangi sektörde çalışmayı planlıyorsunuz Eflal Hanım.''
Zurnanın zırt dediği yerdeydim. Herkes bir yeteneği vardı ve neler yapabileceklerini biliyorlardı. Ben hangi sektörde çalışacaktım ki? Bir lokantaya girsem, adamlar beni aynı gün dışarı atarlardı. Ne yemek yapabilirdim, ne bulaşık yıkayabilirdim. İki yumurta kıramıyordum ama iki saniyede beş tabak kırma yeteneğim bulunuyordu. Doğu gibi akıllı değildim, elektronik şeyleri tamir edemezdim. Eren gibi soğuk kanlı değildim, o iğneli şeyle asla dövme yapamazdım. Hayal'in sabrı bende yoktu. Onunla beraber gidip işaret dili kursundaki insanlarla uğraşamazdım. Sesim fena sayılmazdı ama onunla da anca türkü barda halay çekerdim. ''Evet?'' diyerek kollarını göğsünde bağladığında ''Her işin üstesinden gelebileceğime inanıyorum,'' dedim. Amacım zaman kazanmaktı ama Mert bunu yememiş gibi duruyordu. ''Mesela?'' dediğinde derin bir nefes aldım.
''Gar-son-luk yapa-bilirim gibi...''
Tetenek bir şekilde söylediğim cümleyi Eren'in kahkahası böldü. ''Bu sakarlıkla,'' dediğinde gözlerim kısılırken ''Elbet sakarlıklarıma göz yumacak birilerini bulurum,'' dedim. Eren kahkaha atmaya devam ederken Mert, gülmemek için kendini zor tutuyordu. Daha da sinirlenmeye başladım. ''Senin sakarlıklarına göz yumacak dört geri zekâlı da burada. O yüzden pek ümitlenme,'' dediğinde Eren'in karnına yumruk attım. Elimin acımasına mı yanayım yoksa ona hiçbir ifade etmeyip gülmesine mi bilmiyordum.
''Tamam, bu kadar eğlence yeter.''
Mert'in araya girmesiyle herkes ona döndü. ''Ben işe gidiyorum. Eğer sizde söylediğiniz gibi bana yardım etmek istiyorsanız, okulun tadını çıkarın. Evde görüşürüz.'' İtiraz edecekken yürümeye başlayan Mert'in önünü kestim. Bıkkınlıkla nefesini yüzüme üfledi. Ağzındaki çilekli sakızın kokusu burnuma dolunca gülümsedim. Oldum olası en sevdiğim meyve çilekti ve bu yüzden aldığım her şeyde çilek olmasına dikkat ediyordum; pijamamda, duş jelimde, sakızımda...
''Eflal yakamdan düşer misin artık?''
''Hayır,'' diyerek kollarımı göğsümde bağladım. Tek kaşını kaldıran Mert ''Cehenneme gitsem, peşimden mi geleceksin?''diye sorduğunda işaret parmağımla yanağımda ritim tutmaya başladım. Düşünürmüş imajı verirken ''Hım,'' gibi bir ses çıkardım. ''Sıcağım severim.''
''Eflal beni çıldırtma!''
Mert'in bağırışıyla ciddiyete bürünürken ''Ben de çalışmak istiyorum,'' dedim. ''Amacım köstek olmak değil, destek olmak. Ben de bir işin ucundan tutmak istiyorum. Hangi işin olduğunu bilmesem de-''
Cümlem Mert'in bana sarılmasıyla yarıda kaldı. İlk şoku atlatana kadar kaskatı kesildim, ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Mert temastan hoşlanmazdı, birine sarılmak onun için büyük bir olaydı ve şu anda beni kollarının arasına almış sadece nefes alıp veriyordu. Eminim ki kendi kendini sorguluyor, neden böyle bir şey yaptığına anlam vermeye çalışıyordu. Hiçbir şey sormadım. Sadece yavaşça sarılmasına karşılık verdim. Elimi sırtında dolaştırırken gülümsedim.
''Biliyorum,'' diyerek benden ayrılırken saçım kirli sakallarına takıldı. Nazik bir şekilde yüzünden çekti. Saçlarımı düzeltirken ''Destek olmaya çalıştığının farkındayım. Sadece korkuyorum,'' diye fısıldadı. Korkuyor muydu? Mert Sezgin korktuğunu itiraf mı etmişti? Gözlerimi fal taşı gibi açarak Mert'e baktım, o ise benimle göz teması kurmamak için saçlarımla uğraşıyordu. ''Çalışırken yanınızda olamam. Sizi birbirinize emanet etmekten başka çarem yok ama her biriniz çalışmak için bir yere savrulursanız, sizi toparlayamam. Çalışma hayatı düşündüğünüz kadar kolay değil Eflal. Bir şeylerden fedakârlık vermeniz gerekiyor; ailenizden, okulunuzdan, bazen uykunuzdan. Kısacası hayatınızdan.'' Gözlerimin içine baktı. ''Senin bir hayalin var ve bunu gerçekleştirmek için okulda kalmalısın. Ben sana bu uğurda destek olmalıyım.''
Elleri saçlarımdan kaydı, yanaklarımı kavradı. Yavaşça yanağımı okşarken ''O yüzden sadece burada kal ve hayalini gerçekleştir. Tamam mı?'' dedi. Sesi o kadar sakin, o kadar kadifemsi çıkıyordu ki, sanki az önce bağıran çocuk karşımda değildi. Başımı tamam anlamında sallarken hafifçe gülümsedi.
''O zaman akşama görüşürüz.''
Başımı tamam anlamında sallarken benden ayrıldı. Tıpkı onun gibi hafifçe gülümsedim. Başını bir kez salladıktan sonra arkasını dönüyordu ki kolunu tuttum. Aniden bana döndüğünde gülümsemem yüzüme daha çok yayıldı.
''İşten çıkarken beni sen mi alırsın yoksa ben mi eve geleyim?''

* *
ATAKAN

Bazen kendimi her kıvrımında ip bulunan tahta bir kukla gibi hissediyordum. Düşünemezdim, hareket edemezdim, konuşamazdım. Bu yaşıma kadar her şeyi benim için düşünen, uygulayan, hatta bazen konuşan biri vardı. Babam. İpleri o kadar sıkı tutuyordu ki elinde, bazen o ipler bana dolanıyor, tüm hayatımı boğuyordu. Buna en büyük örneklerden biri; istemediğim bir bölümü okumaya beni mahkum etmesiydi.
Hocanın 'Çıkabilirsiniz' demesiyle kendimi dışarı attım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Koşar adım binadan çıktıktan sonra derin bir nefes aldım ve yürümeye devam ettim. Sanki bu bölümden, bu binadan, bu üniversiteden ne kadar uzaklaşırsam, o kadar rahat nefes alacaktım. Otoparka doğru yürürken ardımdan gelen sesleri duydum. Asrın ve Arel koşarak yanıma ulaşınca ''Formdasınız beyler,'' dedim.
''Yavaşlasana be oğlum. Kaçan kovalanır olayı, hemcinslerle yapılmaz.''
Asrın'ın nefes nefese sesiyle adımlarımı yavaşlattım. Karşıma geçen ikili soluklanırken kafama çakılan topuklu sesleriyle arkama döndüm. Efsalar bize doğru gelirken ''Hele şükür Atakan,'' diyen kız ''Nefes nefese kaldık,'' diye devam etti. ''Sebep?'' dediğimde şaşkınca bakan Efsa ''Sana yetişmeye çalışıyoruz farkındaysan,'' dedi.
''Sana benim peşimden gel ya da adımlarıma ayak uydur dediğimi hatırlamıyorum Efsa.''
O sırada gözüm sınıfta gördüğüm çocuk ve peşindeki kıza takıldı. Hışımla yürüyen çocuğa yetişmeye çalışan kız ''Mert!'' diye bağırırken birden birine çarptı ve çığlık atarak yere düştü. ''Oha! Kız Demir Kara'ya çarptı lan!'' diyen Arel'le ''Demir Kara mı?'' diyerek heyecanla arkasını bakan Efsa ''Hani nerede?'' diye sordu. Toplaşan kalabalığa doğru bakarken ''Ay inanmıyorum,'' diyen kız heyecanla bize döndü. ''Yakışıklı demişlerdi ama bir meteor olacağından bahsetmemişlerdi. Bu ne ya... Nefes kesici.''
''Evet, nefes kesme de bir numaradır.'' Arel'in cümlesiyle herkes ona doğru döndü.''Daha geçen sene bir kızın nefesini zevkle kesmiş,'' diye devam ettiğinde kaşlarım çatıldı. Arel gözlerini bizim üzerimizde gezdirdikten sonra ''Yok artık,'' dedi. ''Gerçekten duymadınız mı?'' Belli ki diğerleri de benim gibi bir tepki vermişti. Bize doğru yaklaşıp fısıldayarak olayı anlatmaya başladı.
''Biliyorsunuz, evli. Geçen sene Derin adındaki bir kız, karısı ve onunla uğraşmış. Hatta o kadar uğraşmış ki, karısı ölümden dönmüş. Demir Kara da Azrail'i eli boş gönderir mi? Buna neden olan kızı almış, rezidansın birinin terasından atmış.''
''Hadi lan,'' diyerek kahkaha atan Asrın ''Bir de ciddi bir şey söyleyecekmiş gibi dinliyoruz,'' diye devam etti. Arel'in kaşları çatılırken ''Size yalan borcum mu var?'' diye sordu. Ciddi olduğunu ifadesinden anlarken Asrın'ın gülümsemesi yavaşça soldu. ''Gerçekten okula gelmeden önce 'Nereye geliyoruz biz?' diye sadece başarılarına mı baktınız?''
Sona doğru sesinin kısılmasıyla baktığı yöne başımı çevirdim. Demir Kara'nın bize doğru yürüdüğünü gördüm. Yanımdan geçerken bir an durur gibi oldu. Bana bakma gereği duymadan ''İyi günler Soylu,'' deyip eski temposunda yürümeye devam etti. Ortam birden ölüm sessizliğine büründü. Demir Kara'nın uzaklaşmasıyla Arel ''Seni tanıyor,'' diye fısıldadı. Başımı belli belirsiz sallarken ''Bir ara babamla ortak iş yapacaklardı. Belli ki unutmamış,'' dedim.
''Evli olması çok yazık.''
Dudağını büken Efsa'nın omzuna kolunu atan Arel ''Bence ağzının suyunu sil Efsacığım'' dedi. ''Yoksa o sana kanını zevkle içirtir. Zamanında karısı için babasına bile rest çekmiş, bu uğurda seni mi harcamayacak.'' Efsa rahatsız bir ifadeyle Arel'in kolunu ittirdi. Daha fazla zevzekliklerini çekmemek için otoparka doğru yürüdüm. Asrın ''Nereye?'' dediğinde arkamı dönerek geri geri yürümeye devam ederken ''Biraz daha bu okulda kalırsam, boğulacağım,'' dedim. ''Kahvaltıya gidelim.'' Efsa'nın teklifiyle gözlerimi devirerek önüme döndüm. Ben boğulmaktan bahsediyordum, o ilgisiyle beni boğmak için fırsat kolluyordu. Peşimdeki topuklu sesleri gittikçe bana yaklaşırken olduğum yerde durdum.
''Efsa''
Ses birden kesildi. Arkamı dönmeden ''Kahvaltıya falan gitmek istemiyorum,'' dedim. Hala hiçbir şey söylemeyen kızla arkama baktım. Gözlerinin sulanması vicdanımı kemirirken ''Ne oldu şimdi?'' diye sordum. ''Neden bana böyle davranıyorsun?'' Kaşlarım yavaşça çatılırken ''Nasıl davranıyormuşum?'' deyip ona doğru bir adım attım. ''Arkadaş olmaya çalıştığımın farkında değil misin?''
''Farkındayım ama arkadaş istemiyorum Efsa,'' dediğimde ''Arel ve Asrın'ı görünce mi arkadaş istememeye karar verdin Atakan? Amerikadayken gayet iyi anlaşıyorduk,'' dedi. Babalarımız yakın arkadaş olduğu için yurt dışında olduğum sürelerde sürekli yan yana geliyorduk. Sanırım artık babalarımız ortak olduğuna göre sürekli yan yana olmak zorundaydık. İlgisinin sadece yurt dışında Türk bulmasından dolayı olduğunu düşünüyordum ama belli ki yanılmıştım. Aslında fena kız değildi. Hatta bazı konularda kafa bile sayılırdı. Fakat görüşmediğimiz zamanlarda, etrafımdaki kızlardan farksız bir hal almıştı ve bu hali pek katlanılabilir sayılmazdı. Yine de eski günlerin hatırına bir kahvaltıyı çok görmemeliydim.
''Kahvaltı için bildiğim güzel bir yer var. Hadi gidelim.''

* *

MERT
Keçi.
İnatçı keçi!
Kendi istediği olana kadar vazgeçmeyen inatçının tekiydi. Otobüs durağına gelene kadar peşimden ayrılmamış, en sonunda pes etmemi sağlamıştı. Şeytan diyor 'Bırak ne hali varsa görsün. İş arasın, çalışma hayatının nasıl olduğunu anlasın.' Ama kıyamıyorum işte. Saçma sapan işlere girer de başına bir bela gelir diye korkuyorum.
Otobüs beklerkenEflal çantasını karıştırmaya başladı. Aradığını bulamayınca içindekileri çıkarmaya başladı. Kesin yine akbilini unutmuştu. Çantasına sığdırdığı eşyaları çevredekilere sergilerken durağa doğru bir otobüs gelmeye başladı. Gözlerimi kısıp üzerinde yazan rakamı okumaya çalıştım. Bineceğimiz otobüs olduğunu anladığımda diğer insanların yaptığı gibi nerede duracağını hesaplamaya çalıştım. Eflalise kucağındakileri çantasına tıkmakla meşguldü. Balık istifi gibi dizilmiş insanlarla dolu otobüs biraz ilerimizde durdu. Sanki duraktaki herkes bu otobüsü bekliyordu. Saniyesinde herkes açılan kapıya yığıldı. Eflal'i önüme alıp ağır adımlarla ilerledim.
''Mert,'' diyerek başını omzunun üzerinden geriye çeviren eşek gözün ne diyeceğini bildiğim için ''Sorun değil, bende var,'' dedim. Tıkış tepiş otobüse bindik. Eflal çantasını sıkı sıkı tutarken ikimiz için de akbil bastım. Araç kalabalık olduğu için çok fazla ilerleyemedik. Eflal koltukların saplarına sıkı sıkı tutununca belli belirsiz gülümsedim. Onu tanıdığım ilk günden beri, dengeyle ilgili bir sıkıntısı vardı ve her zaman dengesini sağlamaya çalışırken ya kendini ya da etrafındaki eşyaları yerde bulurdu. Bu yüzden ailemizin en dengesiz ve sakar insanı Eflal'di. Otobüsün hareket etmesiyle geriye doğru savrulan Eflal'in kolunu yakaladım. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken onu kendime doğru çektim.
''Ayaklarınla dengeni sağlamaya çalış Eflal. Kaç kez söyleyeceğim bunu sana?''
Yanakları pembeleşti. Ayakta durabileceğine emin olduktan sonra kolunu bıraktım. Otobüsün hareketiyle yaprak gibi sallanmaya başladı. Çevresindekilerden rahatsız olduklarını belli eden homurtular yükselince geriye çekilip önümde boş bir alan yarattım ve Eflal'i kolundan tutup oraya çektim. Kocaman yeşile çalan gözleriyle bana baktı.
''Sarıl''
Şaşkın bir ifadeyle alnı kırışan kız, şoförün ani freniyle, refleks olarak bana tutundu. ''Sana sarılmanı söylemiştim,'' diyerek onu belinden tutup kendime çektim. Bakışlarını benden kaçırdığı için yüzünü göremiyordum ama belime sarılan ellerinin kasılmasından utandığını anladım. Aramızdaki mesafeyi kapattığım için, soluk alıp vermesini tenimde hissedebiliyordum. Ürperdim. Kokusu burnuma doldu. Otobüsün iğrenç havasızlığına rağmen bir kere daha nefes almak istediğimi fark ettim. Eflal yanımda olduğu zaman kendimi gül bahçesinde sanıyordum. Parfüm kullanmıyordu ama teni gül gibi kokuyordu. Onu tanımayanlar gül suyuyla banyo yaptığını düşünebilirdi. Hoş, o da bu durumu, annesinin doğduğunda gül suyuyla yıkamasına bağlıyordu.
''Mert'' Eflal'in fısıltısı beni düşüncelerimden ayırıp, şu ana getirmişti. Başını kaldıran kız bana bakmadığını görünce başımı baktığı yere çevirdim. ''Duydun mu?'' diye sormasıyla tekrar Eflal'e dönerken ''Neyi duydum mu?'' diye sordum.
''Şu iki kızın konuştuklarını.''
Kaşlarımı çatarken ''Milletin özelinden bana ne, sana ne, bize ne Eflal'' dediğimde nihayet bakışlarını bana çevirmişti. ''Ama bizi de ilgilendiriyor.'' Tanımadığım iki kızın konuşmasının bizi nasıl ilgilendirdiğini düşünürken ''KYK diye bir yer, üniversite öğrencilerine geri ödemeli burs veriyormuş,'' diye devam etti. ''Buna da başvuralım mı? Birkaçımıza çıksa, en azından kirayı ve faturaları düşünmeyiz.''
Sanırım ilk kez Eflal'e başkalarını dinlediği için kızmayacaktım. KYK bursunu duymuştum. Aylık güzel bir para veriliyordu. Birimize bile çıksa, evin kirasını halledebilirdik. Yine de kimse kimseye bedavadan para vermezdi. Eminim ki, geri dönüşünde verdiklerinin faiziyle iki katını alacaklardı. Tam olarak araştırmadan böyle bir işe girmek saçma olurdu.
''Bakarız,'' dediğimde parlayan eşek gözleriyle başını tamam anlamında salladı.Yine dereyi görmeden paçaları sıvamış, belli ki hayal kurmaya çoktan başlamıştı. En kötü özelliklerinden biri buydu. Asla sonunu düşünmezdi ve benim aksime fazla hayalci.
İneceğimiz durağa yaklaştığımızı gördüğümde durma butonuna bastım ve kalabalığı yararak orta kapıya doğru ilerlerken bir yandan da Eflal'i çekiştirdim. Kapının açılmasıyla temiz hava yüzümüze çarptı.Eflalotobüsten inerken ''Oh be!'' diye bağırdı. ''Resmen oksijensiz hava sahasında yolculuk yapmışız.''
Benim için aynı şey geçerli olmadığı için ''Abartma,'' deyip yürümeye başladım.Eflal'igönül rahatlığıyla bırakacağım tek kişi vardı; Erdal Abi. Nezih bir semtte denize nazır, ufak, toz pembe ve açık mavi renklerinin esas olduğu şirin bir kafesi vardı. Çalıştığım barın eski ortaklarından olan Erdal Abi, alışkanlıktan mıdır bilinmez, her gece iki tekila içmeden eve gitmezdi.Bu sayede tanışmıştık ve daha ilk saniyeden yıldızımız barışmıştı. İyi biriydi. Kimseye zararının dokunduğunu görmemiştim. Kafesinde çok fazla çalışana ihtiyaç duymadığını söylüyordu ama beni kırmayacağını umuyordum.
''İşte geldik.'' Arkamı döndüğümde Eflal'in kafeyi incelediğini gördüm. ''Nereye geldik?'' diye sorduğunda ''Çalışacağın yere, yürü hadi,'' deyip asmalarla kaplı girişinden girdim. Bizi karşılayan çalışana Erdal Abi'nin gelip gelmediğini sordum. Çocuk burada olduğunu söyleyip, kim olduğumu sordu.
''Fly'dan Mert demen yeterli.'' Adam yanımızdan ayrıldığında, ellerimi kotumun cebine sokarak Eflal'e döndüm. Hayranlıkla kafeyi incelediğini görmek içimi rahatlatmıştı. Eğer çalışmak istiyorsa, zevk aldığı bir iş ve yer olmalıydı. Ona baktığımı fark edince yüzünde onu tanıdığımdan beri hiç kaybetmediği, iki yanağındaki derin gamzelerini ortaya çıkaran bir tebessüm belirdi.
''Mert burası çok güzel.''
Belli belirsiz gülümsedim. ''Beğenmene sevindim.'' Eflal kafeyi incelemeye devam ederken az önceki adamın bana seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde güler yüzüyle Erdal Abi'nin bizi beklediğini söyledi.Eflal'e seslendim. O masum gülümsemesiyle bana baktı. O bana böyle bakarken gülümsemeden yapamıyordum.
''Hadi gel, Erdal Abi bizi bekliyor.''
Hızla yanıma gelirken ''O kim?'' diye sordu. ''İnşallah patronun olacak olan adam,'' dediğinde hızla üzerini düzeltti. Kendinden emin bir şekilde duruşunu dikleştirdi. ''Gidebiliriz,'' diyerek önden yürümeye başladı. Onun bu hevesli hali gülümsememi arttırırken başımı iki yana salladım. Açık olan kapıyı tıklatıp başımı içeri doğru uzattım. Bilgisayarda bir şeylerle uğraşan adam gözlüklerinin üzerinden bana baktı.
''Mert''
Erdal Abi masadan destek alarak ayağa kalkarken çalışma odasına girdik. ''Habersiz geldik. Kusurumuza bakma abi.'' Yanıma gelip candan bir şekilde beni kucaklayan adam ''Estağfurullah Mert'im. Kapım sana her zaman açık,'' dedi. Benden ayrılırken ''Bu güzel kız kim? Kız arkadaşın mı?'' diye sorunca Eflal'e döndüm. Utangaç bakışlarla kolundaki çantasını düzeltti. Yanakları her zamanki gibi gittikçe kızarıyordu.
''Yok abi. Sana bahsetmiştim ya, yetimhanedeki dört kardeşimden biri. Eflal.''
Erdal Abi tokalaşmak için elini uzattı. Eflal terlediğini düşündüğüm ellerini üzerine sildikten sonra adamın elini sıktı. ''Memnun oldum güzel kız. Mert sizden o kadar çok bahsetti ki, hepinizi tanışmadan sevdim.'' Eflal gamzelerini göstererek gülümsedi. ''Ayakta kaldık. Geçin hadi çocuklar,'' deyip masasının önündeki iki sandalyeyi gösterdi. Erdal Abi yerine giderken Eflal gözümün içine baktı. Oturmasını işaret ettiğimde ürkek bir şekilde koltuğun ucuna oturdu.
''Ee hangi rüzgar attı sizi çocuklar?''
''Abi ne şartlarda çalıştığımı biliyorsun. Şimdi bir de kardeşlerim yanıma geldi. Masraflar beş katına çıktı anlayacağın. Okulda var. Tek başıma yetişmem imkansız. Sağ olsun hepsi de bana destek olmak için gönüllü ama benim içim rahat etmiyor. İstanbul piyasasını gördüm. Güvenilir insanlar bulmak çok zor. O yüzden sana geldim abi.''
Erdal Abi beni dinledikten sonra bakışlarını Eflal'e çevirdi. Baştan aşağı süzdükten sonra daha önce iş tecrübesi olup olmadığını sordu. Heyecanla sadece iş tecrübesi olmadığını söyledi. Ben ise onun arkasında olduğumu göstermek için ''Her işin üstesinden kolaylıkla geleceğine eminim abi,'' dedim.
Eflal bana bakıp içten bir şekilde gülümsedi.''Eleman ihtiyacımız yok,'' dediğinde yavaşça gülümsemesi soldu. Hayal kırıklığına uğrayacağı düşüncesi kendimi kötü hissetmeme neden oldu. ''Ama seni severim bilirsin. Durumunu da biliyorum. O yüzden bir deneyelim. Yalnız başta çok bir maaş veremem. Zamanla kendini kanıtlarsa maaşını tekrar konuşuruz.''
Eflal heyecanla bir ses tonuyla teşekkür ettikten sonra benim güvenimi boşa çıkarmayacağını, Erdal Abi'yi de işe aldığı için mahcup etmeyeceğini söyledi. Erdal Abi'yle el sıkışırlarken ''Ne zaman başlayayım?'' diye sordu.
''Eğer yapacak bir işin yoksa, hemen.''
Eflal bakışlarını bana çevirdi. Gözleri mutluluktan kristalleri andırıyordu. Başlayabileceğini belli edercesine başımı salladığımı gördükten sonra Erdal Abiye döndü. ''İşim yok, başlayabilirim.''
''O zaman gel seni arkadaşlarla tanıştırayım.''
Erdal Abi odadan çıkarken onu takip ettik. Bütün çalışanlarını saniyesinde etrafında toplayan adam Eflal'i tanıttı ve işi öğrenmesinde yardım etmelerini tembihledi. Çalışanları da Erdal Abi gibi iyi kalpli gözüküyorlardı. Herkes işine dönerken Erdal Abi bana döndü.
''Başka bir istediğin var mı?''
''Yok abi, Allah razı olsun.''
''O zaman ben izninle işime geri döneyim. Akşama görüşürüz.''
Erdal Abi'nin yanımızdan ayrılmasıyla Eflalellerini çırparak olduğu yerde zıpladı. ''Çok mutluyum, çok mutluyum, çok mutluyum Mert. Burası çok güzel.'' Bir anda boynuma atladı. Bana o kadar sıkı sarılıyordu ki, birkaç saniye daha sarılırsa nefessizlikten ölecektim.
''Çok çok çok teşekkür ederim,'' dediğinde ''Eflal'' diye fısıldadım. ''Biraz daha sıkarsan kafamı bedenimden ayırabilirsin.''
Panikle benden ayrılırken bu sefer de özür dilemeye başladı. ''Tamam sıkıntı yok,'' dediğimde mahcup bir şekilde gülümsedi.
''Neyse güzellik benim işe dönmem lazım.''Cebimdeki telefonu çıkartıp Eflal'e uzattım. ''Size bir telefon alana kadar bu sende kalsın. Bir şey olursa, Cenk'i ara ve çıkarken haber ver.'' Eflal başını tamam anlamında sallayarak telefonu elimden aldı.
''Lütfen dikkatli ol Eflal ve en ufak bir şeyde haber ver.''

* *




ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now