Ana Dilim Aşk 2 ❤ 19

6.9K 476 39
                                    


EREN
Hayatımızın akışı o kadar hızlı yön değiştiriyordu ki son sürat peşinden koşarken mutlaka bodoslayacak bir dönemeç buluyorduk. Acısını geçtik, böyle giderse canımızdan olacaktık. Gerçekten belki de lanetli olanlar bizlerdik. Dokunduğumuz her şey elimizde kala kala dokunmamayı öğrenmiştik. Senelerdir 'Elim sende' oynamak için pusuda bekleyen hayatı ötelerken, kendi kabuğumuzda debeleniyorduk.
İlk nefes alışımızda sobelenmiştik işte...
Kafamı boşaltmak için yaptığım en iyi işin başındaydım ama verimsizdim. Müşterilerimin canını acıtmayı geçtim, istedikleri hiçbir dövmeyi layıkıyla çizemiyormuşum gibi hissediyordum. Renkler tutmuyordu, gölgeler olmuyordu, sürekli kanıyor çizimi daha da zorlaştırıyordu. Sanki tüm yeteneğimi, ortaya çıkan anneler yüzünden kaybetmiştim ve bu benim şöhretim için berbattı.
Elimdeki rotaryi bırakıp tezgâhın üzerine sesli bir şekilde bıraktım. Kafamı boşaltamıyorsam bir an önce toparlamalıydım. Yüzümü derimi soymak istercesine sertçe ovaladım. Sıkıntılı nefesim sıktığım dişlerimin arasından lambadaki cin gibi süzülüverdi. Değişimden nefret ediyordum. Hayatımızda değişen her şeyden nefret ediyordum.
"Eren."
Bana bakan bir çift gözü hatırlayınca ellerimi yüzümden çektim. Ne zamandır istediği dövmeyi, güvendiği tek adama yaptırmak için reşit olmayı bekleyen kızı hayal kırıklığına uğratmıştım. Bunu telafi etmeliydim ama şu anda değil.
"Bak bunu sonra tamamlasak olur mu?"
Daha yeni başladığım dövmesine çeşitli açılardan baktı. Dudağı bükülecek gibi oldu an, "Yarın. Yarın sabah gel ve bu işi bitirelim," dedim. Bakışları bana kaydı. Gerçek anlamda üzgün olan hareleri titriyordu. "Yarın 2 tane sınavım var."
"Tamam, ne zaman istersen o zaman yapalım. Yeter ki bugün bitirmemi isteme lütfen."
"Sen iyi misin?"
Başımı hayır anlamında sallarken "Ailevi iki önemli konu aklımı öyle kurcalıyor ki, odaklanamıyorum. Bu dövmenin pişman olacağın bir hayal olmasını istemiyorum," dedim. "Beni bugünlük affet olur mu?"
Gözlerimin içine, söylediklerimin gerçekliğini teyit etmek istercesine baktı. İnanmış olacak ki başını kabul etmiş bir şekilde salladı. "Yarın kaça kadar açıksınız?" Daha sorusunu tamamlamadan "İstediğin saate kadar açık kalırız. Patronumla görüşürüm ben," diye cevap verdim. Biraz daha düşündü. "Yarın finalden sonra ödev teslimim için arkadaşlarda toplanacağız. Saat 22.00 civarı gelsek olur mu?"
"Tabi ki. Tam 22.00'da görüşüyoruz o zaman."
Kız isteksiz bir şekilde başını salladı. Bense minnettar bir tebessümle ayak bileğini tuttum. "Ben şimdi mikrop kapmaması için dövme yerine birkaç merhem sürüp saracağım. Senden ricam yarın yanıma gelene kadar açma olur mu?"
"Su değmesi sıkıntı olur mu?"
"İstediğin gibi banyo yapabilirsin."
Neyse ki minik bir tebessümü yüzünde yakalayabilmiştim. "Halhal kullanmayı çok seviyorum. Gerçekten bu benim en büyük hayallerimden biri olabilir." Biliyor dercesine gülümserken merhemleri yarım kalan dövmenin üzerine sürdüm. Dükkânda çalan şarkılar arasındaki tanıdık zil sesiyle gözüm telefonuma kaydı. Bulunduğum yerden kimin aradığını göremiyordum.'Kim arıyorsa biraz bekleyebilir'diye düşünerek işime devam ettim amatelefonum nedense kıyamet habercisi gibi bir rol üstlenmişti. Ayak bileğini bandajladığım sırada felaket senaryolarının ısrarla kafama girmesine neden oluyordu. Bandajlama kısmını dikkatli ama bir o kadar da hızlı tamamladım ve sandalyemi telefonun olduğu yere doğru kaydırdım. Tam elime aldığım anda Efsa'nın araması son buldu. Dört kez aradığına göre, önemli bir şey olmalıydı.
Geri arama tuşuna bastım. Bandajlamanın son kontrolünü yapmak için sandalyemi tekrar kızın yanına kaydırdım. Her şey olması gerektiği gibi gözüküyordu. Telefonu üçüncü çalışında açan Efsa'nın sesinden önce arkadaki tanıdık ama hoşlanmadığım gürültüler kulağıma çalındı. O ses vermeden "Hastanede misin?" diye sordum. "İyi misin sen?"
"Ben iyiyim."
Bu demek oluyor ki kötü olan biri vardı. Toparlanmaya başlayan kız, merakla bana baktı. Konuşmaya ortak olmaması için "Yarın görüşürüz," dedim. Kız montunun fermuarını çektikten sonra "Görüşürüz Eren," diyerek el salladı ve odadan çıktı.
"Müsait değilsin anladım ama önemli bir durum var."
Efsa telefonun ucundan kendi üstüne alındığı sohbete cevap verdi. Sanki ses tonu da biraz bozulmuş gibiydi. "Müşterimi uğurluyordum. Sendeyim şimdi." Odanın kapısını yavaşça kapatırken "Hayırdır?" diye ekledim.
"Sizin için ne kadar önemli bilmiyorum ama Nagehan kaza geçirdi ve durumu hiç iyi değil." Artık tam anlamıyla emindim. Lanetliydik. "Belki Hayal bilmek ister diye düşündüm." Kaşlarım çatılırken "Ne zaman oldu?" diye sordum. Efsa bildiği kadarını anlattıktan sonra "Doktorlar durumundan pek umutlu değil," diye ekledi. O sırada kapı yavaşça aralandı ve Mert başını içeri doğru uzattı. Gözleri benimkilerle buluştuğunda sorgular bir ifadeye büründü. İçeri gelmesini işaret ederken "Haber verdiğin için teşekkür ederim," dedim. Mert sorularıyla karşımdaki koltuğa oturdu.
"Ölürse, size haber vermediğim için pişman olurdum. Eğer hastaneye gelmek isterseniz, sizi alabilirim."
"Zahmet etme." Efsa itiraz edecek gibi olunca "Önce Hayal ile konuşmam lazım zaten," diye ekledim."Sen konum at.Eğer gelmeye karar verirsek hastanede görüşürüz." Telefonu kapatırken ayaklandım. Montumu üzerime giyerken Mert'in göz hapsindeydim. Her hareketimi izleyen kardeşime bugün olanları ayaküstü anlatmamak istemiyordum. İçimden bir ses, onunda benimle konuşmak istediği konular olduğunu fısıldıyordu.
"Vaktin var mı?"
"Bugün izinliyim."
"Güzel. Patrona haber vereyim. Eve giderken konuşuruz."
* *
Eve gidiş yolu uzun olmasına rağmen, anlattıklarımın derinliği onu köşe başına döndürmüştü.
Gerçeklere karşı benden daha dirayetli davranan Mert, yol boyunca ağzını bıçak açmadı. Sadece benim anlattıklarımı dinledi. Konunun ciddiyeti karşısında kendininkileri es geçti. Belki bu nedenle daha olgun davrandığını düşünüyordum. Eve vardığımızda sessizce arabayı durdurdu. İnmek için hamle yaptığımda kılını kıpırdatmadığını fark ettim. "Sen gelmiyor musun?"
"Ben sizi arabada bekliyorum."
Belki yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı vardı. Özellikle Eflal ile ilgili anlattıklarımdan sonra buna muhtaçmış gibi duruyordu belki de sadece Hayal'in hastaneye gitmek isteyeceğinden emindi ve hazırda beklemek istiyordu ya da hepsi. Sorgulamadım.
Arabadan iner inmez koşar adım yürümeye başladım. Havanın soğukluğunu geçtim, vereceğim habere daha fazla geç kalmak istemiyordum. Ceplerimden anahtarımı ararken kapı aralandı. Doğu beni görmeyi beklemiyormuşçasına "Eren," diye seslendi. "Ne işin var burada?"demese de gözleri sanki o düşünceyi bangır bangır bağırıyordu. Üzerindeki mont ve atkıya sarmalanmış halinden anladığım kadarıyla dışarı çıkacaktı.
"Nereye gidiyorsun?"
Kardeşimi yavaşça iterek içeri geçtim. Ayakkabılarımı çıkarmamı izlerken "Yemek hazırlayacağım. Eksik birkaç şey var," diye cevap verdi. "Sen bu saatte burada ne arıyorsun? Bir şey mi oldu?" İşte beklediğim soru çok geç olmadan beni bulmuştu. "Konuşuruz. Kızlar evde mi?"
"Hayal evdeydi. Eflal de biraz önce geldi."
Başımı onaylarcasına sallarken "Yemeği boş ver sen Mert'in yanına geç," dedim. "Mert'in mi?" Sorgular bir şekilde kaşları çatılırken başını kapının dışına uzattı. "O da mı işe gitmedi. Ne oluyor yahu? Biri mi öldü?" Aynı anda birbirimize baktık. Fakat benim bakışlarım daha önce ulaşmış olacak ki "Tamam. Ben Mert'in yanına gidiyorum," dedi ellerini teslim olur gibi kaldırarak. Bazen ciddi anlamda müneccim bokumu yedi yoksa cenabet ağızlı mı olduğu arasında kararsız kalıyordum.
Üzerimdeki montu çıkarmadan salona doğru ilerledim. Duyduğum seslerden kızların odalarında olduğunu anladığım gibi yönümü koridora çevirdim. Aralık olmasına rağmen kapılarını tıklatarak başımı içeri uzattım. Hayal çalışma masasında notların içine gömülmüş bir haldeydi. Son zamanlarda onu sürekli o masanın başında buluyordum ama nedense yaşadıklarından kaçmak için finallere sığındığını hissediyordum. Eflal, şarkı mırıldanarak hazırladığı banyo havlusunu kucakladığı an göz göze geldik ve benim orada olmamı beklemiyormuşçasına irkildi.
"Ay Eren! Ödümü kopardın!"
Başparmağıyla damağını ittikten sonra elini kalbinin üzerine koydu. Kapıyı elimle iterek açtım ama içeri girmek yerine kapı eşiğine dayandım. Gözlerim Hayal'in sırtında dolaşırken konuya nereden başlamam gerektiğini bulmaya çalışıyordum. Yıllar sonra hiç tanımadığı annesini bulma ihtimali bile onu bu kadar heyecanlandırmışken saniyeler içinde kaybedebilme ihtimali nasıl söylenirdi ki bir insana...
"Sahi sen bu saatte neden evdesin?"
Eflal yatağının üzerinde duran telefonundan saati kontrol etti. Ardından bana öyle bir bakış attı ki karşımda duran kızın saçları bir anda sarıya dönse şaşırmazdım. Bakışlarının Efsa'ya bu kadar benzediği daha önce dikkatimi çekmemişti. Sanki öğrendiklerim farkındalığımı arttırmıştı.
"Sakın bana finalleri karalayacak bedenlere tercih ettiğini söyleme."
Kinayeli cümlesi ciddiyetle kaplıydı. Sanki kendi çapında yaptığı espriye gülmeyi unutmuştu. "Son derslere girmek yerine kafeterya takılmayı tercih eden biri için bu bahane komik olur çünkü," diyerek kucağındaki havlulara daha sıkı sarılırdı. Sanki beni boğmaya çalışıyordu. "Neyse. Bu da senin özelin sonuçta değil mi?"
Neden bahsettiğini düşünmeme bile gerek yoktu. Yatakların arasından dolaşıp üzerime doğru yürüdü. Bana bakmamak için direniyordu.Bugünkü sergilediği tavır çocukluk kokuyordu ve bu kokuyu üzerine sindirmekte kararlıydı. Niyeti yanımdan geçip banyoya girmek olan kızın yolunu kestim. Başını öfkeyle bana çevirdi. Tam çekilmemi söyleyecekken tek bir kelime daha etmemesi gerektiğini vurgulayan bakışlarımla yüzünü taradım.
"Bu konuyu seninle ayrıca konuşacağız Eflal Hanım ama önce çözmemiz gereken daha önemli bir konu var."
Hala ciddi ve öfkeli bakıyordu. Fakat merakı oturduğu yerde kıpırdanmaya başlamış gibi "Ne konusu?" diye sordu. Hayal'i işaret ederek "Annesinin durumu iyi değil," dedim. "Belki ölebilir bile." Kaşları daha da çatıldı. "Nagehan Hanım mı?" Sorusu karşısında afallamamak elde değildi. Efsa bile yeni öğrendiği olayı ilk paylaştığı kişi benken, Eflal nasıl her şeyi bilebiliyordu?
"Sen bunu-"
"Asıl sen bunu nereden biliyorsun?"
Sorumu, soruyla bölme küstahlığına rağmen "Efsa anlattı," diye cevap verdim. Tartışmak bize sadece vakit kaybettirirdi ve şu an en son ihtiyacımız olan şey geç kalınmışlıktı. Bilmiş bir edayla kaşlarını kaldırarak "Ha şu kendini beğenmiş, soğuk, ukala, her şeyi çok bildiğini iddia eden, herkese tepeden bakan kızla olan randevunun asıl nedeni buydu öyle mi?" diye sordu. "Öleceğini ne zaman söyledi? Kahvenin son yudumlarında mı?"
"Saçmalıyo-"
"Bu konuları konuşacak kadar ne zaman yakınlaştınız siz?"
"Konuşmama izin verecek misin?"
"Hani o insanlar kötüydü ve uzak durmak gerekiyordu? Hani hayatları yalan dolandan ibaretti. Ne zamandır ağızlarından çıkan her şeye inanır old-"
"Eflal Bozan!"
Bir anda üzerindeki alaycı ifadeden sıyrıldı. Gözleri hiddetle parlarken "Sakın bana o ses tonuyla bir daha seslenme," diye uyardı. "Bugünkü manzaranın kahramanı ben ya da Hayal olsaydı, inan bana şu an bambaşka şeyler konuşuyor olurduk. Hatta belki de konuşmazdık bile. Sırf zengin olan kişi o şımarık kız-"
"Doğru konuş. O şımarık kız dediğin-"
Cümlesini yarıda kestim gibi dilimin ucuna gelen kelimeleri de son anda frenledim. Az kalsın ölçüp tartmadan, Mert'le detaylı konuşmadan her şeyi berbat edecektim. "Doğru mu konuşayım?" diye çemkirerek havlusunu arkasındaki yatağa atan Eflal " O kız dediğim ne?" diye bağırdı. "Arkadaşın mı o kız? Flörtün mü? Sevgilin mi? Bunu mu söylemeye çalışıyorsun?!"
Beni kışkırtarak ağzımdan laf almaya çalışacağını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Derin bir nefes alarak söyleyeceğim her kelimeyi dilimin ucuna mühürledim. Ona istediğini vermemek için yanağımı dişledim, onun acısına odaklanarak tepkisiz kalmaya çalıştım. Sesimi kontrol edebileceğimi anladığımdaysa "İstediğini düşünmekte özgürsün," dedim düz bir tonda. Sakinliğim kafasını karıştırmış olacak ki alev saçan gözlerini yuvalarına soktu.
"Şimdi izin verirsen asıl önemli olan konuya döneceğim."
Ufak bir imalı bakışın ardından yanından geçtim ve Hayal'i korkutmayacak şekilde yanına sokuldum. Başını notlarından o kadar yavaş kaldırdı ki sanki kafasının içinde tonlarca yük vardı. Gözleri kan çanağına dönmüştü ve bu kırmızı damarlarokumaktan değildi de daha çok ağlamaktan kaynaklı gibiydi.
"Eren."
Hayal masasındaki minik saate baktı. Ne soracağını çok iyi bildiğim için sandalyesini kendime doğru çevirdim ve önünde diz çöktüm. Afalladı. "Konuşmamız gerekiyor." Kuşkulu ve sorgulayıcı bir ifadeyle "Ne hakkında?" diye sordu. İşaret dili bile yorgunluğunu kusuyordu. Hayatı yeterince karmaşıktı. Onu daha fazla laf kalabalığı ile meşgul etmemek için "Annen," dedim ve bugün öğrendiğim her şeyi, beni anlayabileceği bir hızda anlatmaya başladım. Dudaklarımı takip eden parçalı bulutlu gözlerinde şimşekler çakıyordu. Sağanak yağmurun habercisi olan kırmızı burun, iç çekişlerini bastırmak için tuttuğu nefesinden kaynaklıydı.
"Yani tahminlerimiz doğru çıktı."
Yatak yaylarının sesi kulağıma çalınınca başımı Eflal'edoğru çevirdim. Yığılıp kalmış bir hali vardı. Yerdeki halıya gözlerini dikmiş, dalmış gitmişti. Tahminlerinin gerçekliğini taşıyamamış gibi duruyordu.
"Sen-" derken Hayal'e döndüm. "Senin bundan haberin var mıydı?" Başını evet anlamında salladı. Dolu dolu bakan gözlerle "Ben bugün Arel'e konuştum. Ona her şeyi anlattım," dedi. Bunu öyle ürkek el hareketleriyle söylemişti ki. "Lütfen kızma. Ondan daha fazla saklayamazdım."
"Kızmadım."
"O, Nagehan Hanım'ın böyle bir işe, çıkarı olmadan girişmeyeceğini söyledi. Hatta bundan fazlasıyla emindi. Sonra Atakan'a gittik, konuştuk. O da Arel'in fikrine katıldı. Hatta bunu kanıtlamak için annesinden yardım alacaktı."
Hayal yaşananları anlatıyordu ama benim aklım tüm bunlardan neden haberimin olmadığındaydı. Hangi ara bu kadar olay yaşanmıştı? "Ama sanırım artık gerek kalmadı ha?" Yanağından süzülen bir damla yaşı, üzerimdeki kazağın eline düşen kısmıyla hızlıca sildi. Tutmaya çalıştığı gözyaşları burnunu zorluyormuş gibi iç çekti. Ellerini sertçe birbirine sürtüyordu. İçindeki öfkeyi dizginlemenin ne kadar zor olduğunu en iyi bilenlerdendim. Bu yüzden onu rahat bıraktım. Sadece elimi dizinin üzerine koyup konuşmaya devam edeceği anı bekledim.
"En çok canını acıtan ne oldu biliyor musun?"
Buğulu gözlerinden birkaç damla yaş çenesine doğru süzülürken "Gençken yaptığı hataları anlayabilirdim. O zamanki bencilliğini kaldırabilirdim. İnsanlara attığı yalanların bile masum bir tarafını bulabilirdim. Herkes hata yapabilir derdim. Belki affederdim ama o bana bu fırsatı vermedi ki. En çok canımı yakan o oldu," dedi titreyen ellerle. "Onca seneden sonra bile kendini düşünen bir annem olduğunu öğreneceğime, ölü kalmasını tercih ederdim."
Elleri kucağına düştü. Akan yaşlara set çekebilmek için gözlerini kapattı. Sıktığı dişleri çenesini titriyordu. Başımı omzumun üzerinden arkaya doğru çevirdim. Eflal'in gözleri de en az Hayal'inkiler kadar kırmızıydı. Dokunsam sanki o da ağlamaya başlayacaktı. Gözleri bizim üzerimizdeydi ama kesinlikle zihnen burada değildi. Kim bilir hangi anının içine sıkışıp kalmıştı. Ona baktığımı bir süre sonra hissetmiş olacak ki derin bir iç çekişle düşüncelerinden uyandı. Göz göze geldiğimize tam olarak inandığım an gülümsemeye çalıştı. Yarım yamalak, buruk bir tebessümün ardından "Annesinin durumunu söyle," diye fısıldadı. "Geç olmadan."
Sanırım artık nerelerde dolaştığını biliyordum.
Önüme döndüm. Hayal'in hala kapalı olan gözlerini açması için kucağında duran ellerini tuttum ve var gücümle sıktım. Kirpikleri birbirine yapışmış gibi ağır ağır araladı. Konuşmanın daha bitmediğini biliyordu. Sesli bir yutkunuşun ardından devam etmemi istercesine başını salladı. Keşke ne olduğunu söylemekte bu kadar basit olsaydı.
"Nagehan Hanım bir kaza geçirmiş."
Hayal o kadar soğukkanlıydı ki. En ufak bir mimiği bile kıpırdamadı. Kazayı duymuş olmasının imkânı yoktu. Bir an dudaklarımı okuyamadığını düşündüm. Tam söyleyeceğimi tekrarlayacaktım ki "Ölmüş mü?" diye sordu. Sanki cam açıkmış gibi odanın içi buz kesti. Nasıl bu kadar tepkisiz kalabildiğini düşündüm. "Hayır ama durumu kritikmiş. Eğer hastaneye gitmek-"
"İstemiyorum."
Cümlemi tamamlamama bile izin vermedi. Karşımdakinin Hayal olduğuna inanmak güçtü. O ki değil insanın, bir hayvanın öleceğini hissetse, son nefesinde yalnız olmaması için başından ayrılmazdı. Acısını hafifletmek için elinden geleni yapardı. Şu an bahsettiğimiz kişi, ne kadar ait hissetmese de annesiydi. Kızgınlığı ne boyutta olursa olsun, sırf bu yüzden yanında olmak ister diye düşünüyordum ama şu anda karşımda duran kelimenin tam anlamıyla bir buzlar kraliçesiydi.
"Hayal biliyorum. Öfkelisin ama sonradan-"
"Öfkeli değilim. Sadece istemiyorum. Ölü olan birinin son anlarını beklemek yaşayanlara haksızlık değil mi?"
Hayal bunu söylerken ciddi miydi yoksa değil miydi karar veremiyordum. Öyle tok bir ses ve mimiksiz bir ifadeyle bana bakıyordu ki, az önce ağlayan kız verdiğim haberle pimini çekilmiş eski bir bomba gibiydi. Patlayıp patlamayacağı meçhuldü ama patlarsa yer yerinden oynardı.
"Bence haksızlık eden biri varsa o da sensin."
Eflal daldığı yerden çıkmış, yanımda diz çökmüştü. Sitemli bir bakışla "Bize haksızlık ediyorsun," dedi. Hayal'in gözleri ona kaydığında bana karşı olan dik duruşunu devam ettiremediğini gördüm. "Ne benim, ne Eren'in ne Mert'in hatta Doğu'nun bile annesine veda etme şansı olmadı. Bu öyle bir lütuf ki aslında..." Eflal, göz pınarlarından süzülen yaşları silme gereği duymadan ellerini hareket ettirmeye devam etti. "Bunun nasıl bir eksiklik olduğunu bilmemen normal ama inan bana şu an imkânım olsa, gideceğini tüm bunları yaşayacağımı bile bile anneme veda etmek isterdim." Gözyaşları içerisinde olduğu yere yığıldı. Sanki bunları konuşmak için kalan son enerjisini kullanmıştı. Haklıydı. Hem de sonuna kadar. Onun yarım bıraktığı konuşmayı devam ettirmek istercesine Hayal'in dikkatini üzerime çektim.
"Şu anda belki de son nefeslerini alan, seninle aynı kanı taşıyan bir kadın var. Ailen olarak görmeyebilirsin-"
"Benim ailem sizsiniz."
Cümlemi kesmesini umursamadan "Anne de demeyebilirsin," diye devam ettim. "Sırf ailen için-" Eflal ve beni işaret ederek "Seni bizim hayatımıza dâhil ettiği için bile o kadına bir vefa borçlusun," deyip sustum. Eflal'de daha fazla konuşamayacak kadar bitkin gözüküyordu. Aramıza ümitsiz bir sessizlik çöktü. Her geçen saniye Hayal'in duruşundan bir parça götürüyor, omuzlarının çökmesine neden oluyordu.
"Haklısınız galiba."
Sessizliği üzerimizden dağıtan el hareketleri, kırılgan bir çocuğunkinden farksızdı. "Sadece sizinle tanışmama vesile olduğu için bile son görevimi yerine getirmeliyim. Veda etmek için değil ama pişman olmamak için oraya gideceğim."

ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now