Gecenin Yaratıkları ve Yarattıkları

1K 143 348
                                    

*Medyayı söylediğim yerde açabilir ya da hiç açmadan da okuyabilirsiniz.*

Şüphe duyguların en sinsi yılanıdır. Bir kez sokuldu mu göğsünüze artık kaçışınız yoktur. Kene gibi yapışır, sizi sömürür durur. Eğer inancınız, güveniniz tamsa uyuyuverir. Sessiz sedasız durur ama yine de oradadır. Göğsünüze sımsıkı sarılmış uyanacağı anı beklerken ağırlığını tepenizde dolaşan bir karabulut gibi hissedersiniz. Soğuk, ağır, dolmuş ve fırtınalara gebe bir bulut. Başınızdan aşağı kaynar sular aktıracağını bildiğiniz ve çaresizce taşmasını beklediğiniz bir bulut.

Sonra bir şey olur. Bir hareket, bir söz yeter zilin çalmasına. Rüya biter, yılan uyanır, bulut ağlar.

Annemin beni göndermeye çalışması zilin çalmasına sebep oldu. Koynumda beslediğim şüphelerim uyandı. Babamla konuşmamdan korktuğu için beni göndermeye çalışmıştı annem. Jongin haklıydı. Annemin benden sakladığı şeyler vardı.

Sırtımdan bıçaklanmış gibi baktım yüzüne. Fakat başımdan aşağı dökülen kaynar sulara rağmen sımsıkı tutundum kollarına. Göğsümde büyüyen şüphenin yanına hayalkırıklığı da arkadaş oldu. Ama onlardan daha güçlü biri vardı içimde. Öfke.

Ellerim kollarını öyle sıkı tutmuştu ki hayatta olsaydı canının yanmasından endişe edebilirdim. Fakat hayır, hayatta olan bendim, canı yanan bendim. Bu yüzden daha sıkı tuttum kollarını. Belki de acıtmak istedim. Bilmiyorum.

"Neden?" Diye sorabildim titreyen çeneme rağmen. Gözleri büyümüştü. Şaşkın şaşkın bakıyordu onu tutan ellerime.

"Babamla konuşmamı neden istemiyorsun? Beni diğer tarafa itmeye çalıştın." Sesim kırgındı, öfkeme rağmen.

"Eğer doğruysa, önce ben konuşmalıyım. Sözümü dinle. Git şimdilik." Sesi benden farksız çıkmıştı, titriyordu.

Yeşil gözlerine uzun uzun baktım. "Önce ben konuşacağım. Sen iyi görünmüyorsun, biraz dinlen." Kaşlarını çattı. Fakat bir şey söylemesine müsaade etmedim. Çevik bir hareketle yerlerimizi değiştirip onu perdeye ittim. Karşı koyamadı. Herkes çok güçlü olduğunu söylüyordu onun, fakat elinden hiçbir şey gelmedi. Perdenin içinde kaybolduğunda uzun bir süre boyunca geri gelemeyeceğini bilsem de geriye doğru aceleyle bir iki adım atmıştım.

Perdenin ötesinde Jongin hala ağaçla konuşuyordu. Fakat sesi ilk defa uğultudan farksızdı benim için.

Arkamı dönüp yürümeye başladım. Koşar adım, geçtiğim tüm yolları geri döndüm. Üzerimde gezinen gözlere, etrafımda dolaşan gölgelere aldırış etmedim. Gölün kenarında bir saniye için durduğumda tek yaptığım kenarda duran perime kısa bir bakış atmaktı. İyi görünüyordu bu yüzden tereddüt etmedim. Göle doğru adımladım. Etrafımda rüzgarla dağılan sesler vardı. Soğuk tüm vücuduma nüfuz etmiş olsa da asıl dizlerimi titretenin bu olmadığına emindim. Burnumun direği sızlıyordu. Birbirine kenetlediğim dişlerim bir açılsa hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı biliyordum. Yine de durmadım. Su belime kadar gelmişti ve ayaklarım kayıp duruyordu. Fakat neredeyse omuzlarımı geçtiğinde adımlarım durdu. Ağacın dibine kadar ulaşmıştım. Karanlıkta şans eseri buldu gövdesini ayağım. Bir yerlere basarak hızlıca tırmandım. En yakınımdaki dala oturdum. Sarkıttığım bacaklarım neredeyse dizlerime kadar suyun içindeydi hala.

Parmaklarım ağacın kuru, pürüzlü gövdesinde gezindi. "Baba?" Sadece bir kelime için aralamıştım dudaklarımı. Fakat ağlamaya başlamıştım bile. Bir kere daha seslendim aceleyle ve çaresizce. "Lütfen..." Gözlerimi kapatmış, başımı da ağaca yaslamıştım. "Sana ihtiyacım var..."

Flirt With Death ~ Sekai Where stories live. Discover now