Şehirler ve Alfalar

1.7K 241 207
                                    

***

"Kaybolmuş gibisin, canım."

***

"Kaybolmadım." Yakamdaki elini düşünmemek için aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Neyse ki kekelemek yerine düz bir tonla ilk cevabımı verebilmiştim.

"Yanına kadar geldim yine de beni görmeden mi gidecektin? Yoksa benden mi kaçıyorsun?" Yüzündeki küçük gülümsemeyle sorduğunda benimle flörtleşir gibi bir hali vardı.

Ama evet, haklıydı.
Senden kaçıyordum Jongin.
Fakat bunu ona söyleyemezdim.

"Kaçmam için bir sebep mi var? Marketten çıkınca seni göremedim ve yürümeye başladım. Hepsi bu."

Jongin'in yakamdaki eli yavaşça aşağıya indi ve bileğime tutundu. "Biraz oturalım, yorulmuşsundur." Beni orman yolunun kenarına, piknik için bırakılmış tahta sandalyelere doğru çekiştirirken beynim aşırı çalışmaktan yanmaya başlayan bir makineye dönmüştü. Ne söyleyecektim şimdi? Nasıl açıklayacaktım hala neden gitmediğimi?

Gerçekten kaybolduğumu mu düşünüyordu? Ya da treni kaçırdığımı? Belki de gitmekten vazgeçtiğimi?

Hoş, ona hesap vermek zorunda değildim değil mi? Ne de olsa benim alfam değildi. Evet, o anda bunun farkındalığı sayesinde bir nebze de olsa rahatlamıştım. Sakin olmalı ve kendimi rezil etmeden ondan kurtulmalıydım.

Sonunda karşı karşıya oturduğumuzda ellerini aramızdaki tahta masanın üzerine gevşekçe koymuş ve sessizce yüzümü incelemişti. Benim konuşmamı mı bekliyordu? Hem nasıl bulmuştu beni? En sonunda sorularımla kendi kendimi yemektense yüzleşmeye karar verdim.

"Ne işin var burada?" Sözüm biter bitmez güldü. Benimle alay eder gibi gülmüştü hem de. Aslında bu konuda haksız da sayılmazdı. O yüzden aynı soruyu bana sorduğunda buna hiç şaşırmadım. "Asıl senin ne işin var burada?"

"Susamıştım." Verdiğim saçma cevaba göz devirdi. Markette ne yaptığımı sormuyordu sonuçta. "Treni mi kaçırdın? Şimdiye gemide olman gerekirdi." Gözlerini bir saniye için bile yüzümden ayırmıyordu ve ben dürüst olmakla, ölümüne yalan söylemek arasında karar vermekle cebelleşiyordum.

Sadece başımı sallayıp onayladığımda bir dakikalığına etrafına baktı ve tekrar bana döndü. "Eve neden dönmedin? Gelip söyleseydin sana yeni bir bilet alırdık. Hem ne yapıyorsun buralarda tek başına? Valizin nerede?" Üst üste soru yağmuruna tutup tekrar beni incelemeye başladığında battıkça battığımın farkında olmama rağmen yalan söylemeye devam ettim.

"Rahatsız etmek istemedim. Hem Chanyeol ile bir daha vedalaşmak zor olur. Bu yüzden bir otelde kalmaya karar verdim. Yarın sabah gideceğim."

Başını sallayarak onayladı. Söylediklerimi tartıyor gibiydi. "Bir gün daha burada kalman senin için kötü olmuş." Hızlıca onu onayladım. "Treni kaçırdım işte, talihsizlik."

Masanın üzerindeki elinin bir yumruk haline geldiğini ise o ana kadar fark edememiştim.

"Evet, hiç var olmayan bir treni kaçırmak, talihsizlik." Zamanın durduğu an o andı. Biliyordu. Bugün iskeleye giden bir trenin olmadığını, yalan söylediğimi biliyordu. Buraya geldiğinden beri biliyordu ve yüzüne baka baka yalan söyleyişimi izlemişti.

"Çok iyi bir yalancıymışsın. Beni kandırdın. Tebrik ederim." Şaşkındım ve beynim fazla çalışmaktan durmuştu. Sadece ona bakıyor ve yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyordum.

"Seni suçlamamalıyım belki de. Söylediğin her şeye inanmak benim suçum olmalı. O kadar saf, masum ve korunmasız görünüyordun ki böyle şeytanlıklar yapacağın aklımın ucundan dahi geçmedi."

Flirt With Death ~ Sekai Where stories live. Discover now